Cezmi Ersöz: Ülkede Kürt değil Türk sorunu var

Cezmi Ersöz: Ülkede Kürt değil Türk sorunu var
Edebiyatın ünlü ismi Cezmi Ersöz ile sanattan siyasete, doğudan batıya Türkiye’yi konuştuk… SÖYLEŞİ: Çetin YILMAZ 90’lı yıllarda Kürt illerinde...

Edebiyatın ünlü ismi Cezmi Ersöz ile sanattan siyasete, doğudan batıya Türkiye’yi konuştuk…

SÖYLEŞİ: Çetin YILMAZ

90’lı yıllarda Kürt illerinde yaşanan zulmü gazeteci olarak izleyen, haberleştiren ve Türkiye kamuoyuna duyurmaya çalışan yazar Cezmi Ersöz ile o günleri ve bugünün Türkiye’sini konuştuk. "Hiçbir gün yaşanan zulüm, 90’larda yaşananlardan daha kötü olamaz" diyen Ersöz, 7 Haziran seçimlerinden sonra yaşananlarla birlikte Türkler ile Kürtler arasındaki köprünün büyük oranda atıldığı görüşünde.

SOSYAL MEDYADAN UZAK DURMAYA ÇALIŞIYORUM

Çetin Yılmaz: Enternasyonal teknolojinin sanata ve sanatçıya etkisini değerlendirir misiniz?

Cezmi Ersöz: Bu sorunuzu iki yönden değerlendirmek istiyorum. Birincisi iletişim anlamında. Sanatın, ürünün, ürünlerin ve kimliklerin duyurulması, yaygınlaşması, paylaşılması adına etkili bir mecra. İnternet, Facebook, Whatsapp, sosyal medya etkili araçlar. Bunu tabi biz kullanıyoruz. Fakat işin rengi böyle değil. Böyle çok fazla bir insan grubu varmış gibi görünüyor o alanlarda fakat yüzyüze iletişim, sohbet, birebir paylaşmanın ben de bir yazar olarak daha değerli olduğunu düşünüyorum.

Teknolojinin sosyal medyaya yansıması yabancılaşmayı arttıran bir etken aynı zamanda. Sahici ilişkileri yok eden bir ortam oluşuyor. Sanal bir ortamın yabancılaştırıcı etkisi çok fazla. Güvenmiyorum açıkçası. Dünyada da böyle mi bilmiyorum ama bu kadar olduğunu sanmıyorum. Sahici ve birebir olmadığı için insanların bilinçaltlarındaki yıkıcı, nefret dolu, kutuplaştırıcı, ırkçı, önyargılarla dolu birçok yaklaşımın ortaya çıkmasının zemini haline geldi. Sahicilik olabilseydi çok güzel olacaktı. Olası sahici ilişkileri, birebir paylaşımları parçaladığını, yok ettiğini düşünüyorum. Herhalde Türkiye'de böyle sadece. Başka bir yerde böylesi yıkıcı tarzda bir ortam olabileceğini düşünmüyorum. İnanmıyorum da. Dolayısıyla bir meseleyi biz etraflıca, saygı çerçevesinde, birbirimize anlayış göstererek bu ortamlarda ne yazık ki yeterince tartışamadığımızı düşünüyorum. Uzak durmaya çalışıyorum, çok az kullanmaya çalışıyorum.

ENERJİM DE, SİNİR SİSTEMİM DE ZARAR GÖRÜYOR

Yılmaz: Peki sosyal medyada hesaplarınız var mı?

Ersöz: Var, ama benim sinirim bozuluyor. Abuk -subuk birtakım şeyler, mesajlar geliyor, paylaşımlar geliyor. Özellikle Kürt meselesi ile ilgili. Bir kaç kez canlı bağlantı kuruldu, interaktif bağlantı kuruldu.. Baktım seviye çok çok düşük, o yüzden buna harcayacak enerjim de, sinir sistemim de yok. Sağolsun asistanlığımı yapan sevdiğim birkaç arkadaşım var, benim adıma onlar paylaşım yapıyorlar. Az ve öz, paylaşım yapıyorum özel günlerde. İşte şu anda bölgede yaşanan olaylarla ilgili bir takım iletiler paylaşıyoruz. Bir kitabın tanıtımı, bir etkinliğin, bir söyleşi, imza gününün tanıtımı, duyurusu ile ilgili paylaşımlar yapıyoruz, onun dışında uzak kalmaya çalışıyorum.

BÖLGEDE YAŞANAN KATLİAM, BATIDAKİLERİN UMRUNDA BİLE DEĞİL

Yılmaz: Sosyal medya, özellikle Twitter yaşanan problemlerin kamuoyuna yansıtılması adına önemli bir köprü görevi de görüyor aslında. Kürdistan’da yaşanan resmi ideoloji terörünü de oradan öğrenmiyor muyuz?

Ersöz: O doğru.Onu da vurgulamakta yarar var. Şimdi o bölgede bir çok yakınımız, dostumuz var. Nisan ayında Silopi'deydim. Silopi Eğitim-Sen beni ağırladı. Birkaç okul bir arada bir etkinlik yaptık. Yani biz nasıl umutlandık biliyor musun? İnsanlar geç saatlere kadar dışarıda, sosyal alanlarda paylaşımlarını yapıyorlar. Aileler gayet mutlu, ticaret, turizm, ulaşım  gayet rahattı seçim öncesi. Tabi 7 Haziran seçim öncesi ben bir HDP’li olarak çok umutlandım barışa dair. Yeni bir Türkiye'yi kucaklayacağımızı ummuştum. O ay gayet iyi, olumlu, umutlu bir süreç yaşadık. Fakat Temmuz ayı itibariyle bir karabasana kaosa saplanıp kaldık ve bu kaos, bu çıkışsızlık bu gün itibariyle çok daha ağırlaşmış durumda. Öğretmen arkadaşım aradım geçenlerde. Silopi'deki öğretmen arkadaşım telefonu kapatırken bana "Hakkınızı helal edin" dedi. Bu beni ürpertti. Dahası Diyarbakır'dan arkadaşları arıyorum, barodan arkadaşlarımı arıyorum, Tahir Elçi'nin yakınlarını arıyorum. Şunu soruyorlar bana devamlı; "Abi burada yaşanan trajedi, bu tanklar, toplar, bu sıkıyönetim koşulları batıda, sizin oralarda Ege’de, İstanbul'da nasıl değerlendiriliyor?" Ben de şunu söylüyorum; dostum bunlar kimsenin umurunda değil batıda. Oraya tanklar girmiş, Cizre'de ev kadınları ölüyor, çocuklar okula gidemiyor, ev ev askerler tahribat yapıyor, bunlar batıda birinci gündem değil. Rus krizi konuşuluyor, jet krizi konuşuluyor, uçak krizi konuşuluyor ama. Çocuk çok etkilendi, çok üzüldü.

BİTTİ KARDEŞLİK… KARDEŞLİK BİTTİ!

Bölgede ‘90’larda Özgür Gündem’de gazetecilik yapan biri olarak itiraf edeyim; Fırat Anlı'nın Diyarbakır eşbaşkanının ve parti il yöneticilerinin demeçlerini de okuyorum. Tabi bunu söylemek zor geliyor bana bu kadar barışa hizmet etmiş biri olarak, psikolojik kopuş bu süreçte başlayacak. Çünkü 15-18 Aralık tarihinde içim acıyarak söylüyorum, bölgedeki ve batıdaki insanlar arasındaki kopuş şu an başlamıştır. Görünen şu, biz artık çıkıp burada yaşayan insanlar olarak Kürtler ve Türkler kardeştir diyemeyeceğiz. Kardeşlik bitmiştir. Ne kardeşliği ya, böyle kardeşlik olmaz. Bunu Kürtler artık maalesef kabullendiler. Biz de kabulleneceğiz. Hayır bundan sonra ne yapacağız ona bakacağız, bitti kardeşlik, kardeşlik bitti. Bana çok hamasi geliyor bu söylem. Et ve tırnak gibiyiz falan filan… Bitti o işler.

HDP, BARIŞ İÇİN ÖNEMLİ ADIMLAR ATACAK

Yılmaz: Peki, "Batıdakiler Doğu’da yaşananları anlamadılar, anlamak istemediler" diyebilir miyiz?

Ersöz: Anlamaya çabaladılar. Bakın, benim 80 yaşında arkadaşımın annesi batılı bir kadın, İstanbullu. Kemalist, yıllarca CHP’ye oy vermiş kadın… 35 yıl CHP ye oy vermiş, son seçimlerde ise HDP’ye oy vermiş. Evet batıda yaşayan azımsanmayacak bir kitle HDP’nin Türkiye partisi olacağına, barış için önemli adımlar atacağına inandı. Kaç bin oy geldi biliyorsunuz, işte bahsettiğimiz emanet oylar… CHP’li olup da HDP’ye oy veren, sosyalist olup da HDP’ye oy veren, emekçiler, sendikalar, halk evleri, CHP’liler, sol Kemalistler oy verdi, inandı ama bölgeyi pek tanımıyorlar, oradaki koşulları bilmiyorlar. Ve kırılgan tabi. Yani hendekleri görünce, orada ellerinde kaleşnikofla gençleri görünce hemen "Aaaa biz yanılmışız, biz aldatılmışız, bu parti bölge partisi olmaktan ileri gidemez, ben oyumu bir daha asla vermeyeceğim" şeklinde bir hayal kırıklığı, bir yanılmışlık hissi, oyuna gelmişlik, aldatılmışlık hissi oluştu. İşte ne oldu; toplam 2,5 milyon oy kaybettik 1 Kasım’da. Sonuç olarak bölgede yaşayan dindar Kürtler, Batıda yaşayan sol Kemalistler, CHP’liler tekrar arkalarını döndü.

YOKSULLAR ZORUNLU GÖÇE TABİ KALDILAR

Birincisi de dediğiniz gibi, yeterince bilgi alamamaktan kaynaklanıyor.  Ben AKP’ye hükümet demiyorum, artık devlet oldu. Devletin algı operasyonlarını iyi okuyamamak gibi bir sorunumuz var. Bu hazırlık nasıl yapıldı? 7 Haziran seçimlerinden sonra adım adım bu süreç nasıl yaratıldı? İşte bunu insanlar çok da iyi okuyamıyorlar. Okuyamayınca da egemen basın ana akım medyanın olağanüstü etkisiyle buraya kadar geldi. Diyarbakır'dan benim gibi HDP’li olan bir arkadaşım, "Abi şu anda HDP seçimlere girse barajı aşamaz" dedi. Bu cümleyi kurdu. Çünkü o bölgeye gelen insanlar (çok iyi biliyorum Sur bölgesini), o yoksul insanlar 90’lardaki göçle geldiler Sur'a. Yakılan köylerden geldiler Sur'a. Dip yoksulluk vardır orada. Oralarda ben dolaştım mahalleyi. Şimdi yine bir göç dalgası başladı. 200.000 insandan bahsediyoruz. Maddi imkanları olmayan mecburen orada kalıyor, ne yapsın? Akrabası, yakını olan İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir'e ya da Diyarbakır'ın başka ilçelerine gidiyor. Orada 4-5 aile bir evde kalmak zorunda. Dolayısıyla çok ağır, vahim durumlarla karşı karşıyayız.

ASLA VE ASLA GEZİ’Yİ, O MÜCADELEYİ KÜÇÜMSEYEYELİM

Yılmaz: Gezi direnişi ile AKP’ye ve onun kadrosuna dokunulabileceği gerçeği çıktı ortaya. Fakat oradaki genç arkadaşlar pasifize edildi. Gezi yeterince anlatılamadı, sürdürülemedi. Biz de siyaset arenasında gençlerin önünü açarsak, siyasal bir direniş örgütleyebilir miyiz?

Ersöz: Tam kesilmiş diyemeyiz, bu Gezi'ye haksızlık olur. Gezi birçok algıyı kırdı aslında. Fakat bu pek bilinmiyor. Kolej mezunu, Boğaziçi'nde okuyan gençler, 1990 doğumlu bir çok genç şunu gördü Gezi'de; sadece kendi özgürlük alanlarına saldırı olduğunda ayağa kalkan, bölgede yıllarca yaşanan zulüm karşısında kayıtsız kalan, umursamayan ama kendi ağacı yada mekanı, alanına, parkına müdahale edildiğinde, yaşam biçimine müdahale edildiğinde ayağa kalkan Gezi gençliği o süreçte şunu gördü; tüm dünya medyasının orada olduğu, an an çekim yaptığı, röportaj yaptığı, kaydettiği bir İstanbul'un kalbi diyebileceğimiz bir yerde, insanlar perişan edildiler. Gaz, cop, dayak korkunç vahşi saldırılar… Şunu gördü; İstanbul'un göbeğinde bütün batı medyasının gözünün önünde, karşısında bize bunu yapan insanlar, yapı, anlayış, bölgede Kürdistan'da acaba neler yapıyordur? Ben bu soru ile çok karşılaştım. Burada, Taksim'de bize bunu yapıyorsa, orada basının olmadığı, dünya medyasının olmadığı Cizre'nin arka mahallelerinde acaba bu ceberrut anlayış neler yapıyordur? Ha o zaman başka bakalım dediler. Yani Gezi, evet şu olmuştur, bu olmuştur diye değerlendirilebilir. 6 ay kalacak halimiz yoktu alanda. Cumhuriyet tarihinin en görkemli isyanını başlattık, yürüttük. O algı kırıldı aslında. Evet bölgede demek ki insanlar bizim haber alamadığımız, bilmediğimiz çok acı şeyler yaşıyorlarmış durumu oluştu. Dolayısıyla ne oldu, Gezi'deki sloganlar, düşünceler, eylemler, mantık, anlayış ne oldu? Toplumun kılcal damarlarına yayıldı. Bakın bir sürü dergi çıkıyor şimdi aylık, işte Kafa, Ot, Cins, Fil, Naber, Pulbiber, Bavul, anlatabiliyor muyum? İnternette dergiler ne zaman başladı çıkmaya? Gezi’den hemen sonra… Yani kılcal damarlara yayıldı o. Mantalite, anlayış yine öncülük arayışları, yaşam biçimlerine dair hassasiyetler, yeni bir dil gelişti, yeni bir espri anlayışı gelişti. Ezberler bozuldu. Bunu da hiçbir algı projesi yok edemez, o var ve orada duruyor. Sloganıyla, esprisiyle, dergisiyle, mantalitesiyle o orada var ve potansiyel olarak duruyor. Bu yeniden ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum ben. Asla ve asla Gezi'yi küçümsemeyelim.

AYDINLAR BİR AN ÖNCE SES ÇIKARMALI

Ama bugün bu kopuşu durdurmak için beyin fırtınası yapmamız lazım. Bölgeye gideceğiz, hemen Diyarbakır'a gideceğiz sivil toplum örgütleri, sendikalar, halk evleri, partiler olarak orada bulunacağız. Şu anlamda derhal acil karar alıp Diyarbakır'a mı gidiyoruz, Sur'a mı gidiyoruz, canlı kalkan mı oluyoruz, Bağlar'a mı gidiyoruz, Nur mahallesine mi gidiyoruz, nereye gidilmesi gerekiyorsa, vakit kaybetmeden gideceğiz. Bir şey var, benim gördüğüm, ne oluyor anlamıyorum, kilitlendik yani.

"BUGÜN SAVAŞ KORKUSU VAR."

Yılmaz: Hocam burada bir soru sormak istiyorum. Ortada bir zulüm politikası var. 7 Haziran'da aydın kesimimiz defalarca çağrılar yapıyordu "HDP barışın sesi olacak" diye. 1 Kasım'da ne oldu? Sustular, ya da sesleri neden 7 Haziran'daki gibi gür çıkmadı veya şu an neden çıkmıyor?

Ersöz: Terörize edildi insanlar. Yani kriminalize edildi. Bakın, bunu nasıl yıkabiliriz, onu konuşuyoruz. 7 Haziran – 1 Kasım arası gerilla dahil 1000’e yakın insan hayatını kaybetmiş. Suruç katliamı, Diyarbakır, Ankara diğerleri, şu bu ölen güvenlik görevlileri (*Cizre, Silopi) bakın geçen dört beş aylık süreçten bahsediyorum, bu ülke gitti geldi ya kaç kere. Bugün savaş korkusu var. Karşımızda Suriye örneği var, insanlar kriminalize edildiler, ne yapacaklarını bilemez hale geldiler. Eylem kararı alamadılar. Demek ki çok sağlam durmuyormuş, ürktü insanlar, içlerine kapandı, hayal kırıklığı yaşadılar ve sonuç bu. Mutlaka Diyarbakır'da olmamız lazım bizim. Orada insanlarla konuşmamız, ne olup – ne bittiğini derinlemesine öğrenmemiz gerek. Yöredeki yerel siyasetçilerle görüşüp o bilgileri alıp batıya taşımamız lazım. Onları batıda değerlendirip oralara gelemeyen insanlarla paylaşmamız lazım.

DOĞU ile BATI ARASINDAKİ BAĞ GÜÇLENMELİ

Bölgeden bilgi alınamıyor. Benim imkanlarım var, dostlarım var, onlarla konuşuyorum ve neler olup bittiğini öğreniyorum. Ama dediğimiz gibi, elektrik kesik çok yerde, mesela Cizre'de, Silopi’de şu anda elektrik yok. Azıcık şarj yaparak arıyor, "Abi şu anda evimizin etrafı sarıldı" diyor. İşte internet ve teknoloji tam olarak bu, 90’larda bu yoktu. 90’larda Cizre'deki  bir katliam ya duyulmuyordu ya da aylar sonra duyuluyordu. Şimdi anında fotoğraf çekip gönderiyor insanlar. Bir saniyede Cudi mahallesindeki tankın görüntüsünü ben alabiliyorum. Bu anlamda çok önemli. Ama iyi ve değerli kullanıyorlar. Küfür ederek, ırkçılık yaparak değil. Bu çok önemli. Şimdi bütün sivil toplum örgütlerine çağrı yapmam gerekiyor. Cizre'ye mi gidiyoruz, Silopi'ye mi gidiyoruz, hemen atlayıp gitmemiz lazım. O bağı yeniden güçlendirmek için. Orada yaşanılanları birebir gelip kendi platformlarında paylaşmamız için.

Yılmaz: Bölgede gazetecilik yapmış bir edebiyatçı olarak, bu yaşadıklarınızı sanatınızın hangi evresine koyuyorsunuz?

Ersöz: Ben bölgeye dair çok yazı yazdım. Haritanın Yırtılan Yeri ve Bana Türkçe Bir Ekmek Ver isimli iki de kitabım var bölgeye dair. Bu kitaplar 90’ların o sürecine aittirler. Şimdi ise yeni bir süreç başladı. Edebiyatta yazarsınız, kalır, büyür, gelişir. Müzik ise öyle değil. Bir trajedi, dram ile ilgili yaptığınız müzikal çalışma yayınlandığı an insanlara ulaşabiliyor.

HİÇBİR DÖNEM 90’LARDAN DAHA KÖTÜ OLAMAZ

Yılmaz: 90’larda yaşadıklarınıza dair başka çalışmalarınız olacak mı?

Ersöz: Bir sinema projem var bölgeye dair. Şu an senaryo aşamasındayız. Bir de roman düşünüyorum. Ben Batman’da çok kaldım mesela, Hizbullah’ı iyi bilirim. Mesela bugün yaşananlar için deniyor ki; "90’lı yıllardan daha feci, daha fena"… Ben o günleri yaşadım, bizzat oradaydım. Ondan daha kötüsü olamaz diye düşünüyorum. Yani 90’lardan daha kötü günler olamaz, bu gerçeğe aykırı. Daha kötüsü ne? Atom bombası…

YABANA ATILMAYACAK KAZANIMLAR VAR

90’larda 17.500 faili cinayet var bilinen. Asit kuyuları var. Geceleri evlerinden alınıp götürülüp infaz edilenler var. Dediğim gibi bir tık kötüsü atom bombası. Dolayısıyla o cümleyi kurmayalım ne olur. Herkese de söylüyorum, 90’lardan daha kötü cümlesini kurmayalım. Çünkü 90’lı yılların daha kötüsü olmaz. Bu çok şey konuşuldu çünkü, kaç milletvekilimiz var? 60’a yakın. 100 belediye başkanımız var. Çok örgütlendik,tüm dünyada artık bir karşılığımız var. Kürdistan kelimesini korkmadan kullanabiliyoruz. Abdullah Öcalan'a bebek katili diyen insanlar "Sayın Öcalan" deyip, barış elçisi olması için,bir an önce İmralı'dan çıkıp demeç vermesini bekliyor. Bunlar oldu, bunları yabana atmayalım. Yani az şeyler değil. Dolayısıyla bugün anında görüntüleri paylaşıyoruz. Bu yüzden çok büyük bir karamsarlık yaşamayalım, bittik mahvolduk demeyelim, 90’ların arkasına düştük gibi düşünmeyelim de, bu geldiğimiz noktada ne yapabiliriz bunları konuşalım.90’lardan daha kötü olamayız, bunu asla unutmayın arkadaşlar. Çünkü halk çok bilinçlendi. Politik arenada çok önemli yollar kat edildi. İyi bir noktaya gelindi. Ama dediğim gibi, edebiyat biraz geriden geliyor. Tekrar o soruya geliyorum. Bir olay yaşıyorsun diyelim, bunun sineması, tiyatrosu, romanı, öyküsü 5-6 sene sonra oluyor. Bugün Cizre'de Nur Mahallesinde yaşanan trajediyi 3-4 sene sonra ortaya çıkarabiliyorsun edebiyatla. Yani edebiyat biraz daha yavaş oluşan bir şey. Ben şimdi gideyim Nur mahallesinde 2-3 gün kalayım, 3 gün sonra öyküsünü yazayım, romanını yazayım, olmuyor.

ÜLKEDE KÜRT DEĞİL, TÜRK SORUNU VAR

Yılmaz: 90’lı yıllara dair "Ahdım var, bu iki anneyi buluşturacağım" demiştiniz bir yazınızda. Ahdınızı yerine getirebildiniz mi?

Ersöz: Bu benim için bir uhtedir. Bunu yapmayı çok istedim. Defalarca da bu iş için çabaya giriştim. Ben oğlu dağda öldürülmüş gerilla annesini 10 dakikada buldum. 10 dakikada HDP İstanbul İl Örgütünü aradım. Bir telefonla kadın Leman Kültür’e geldi. Psikolojik bir travma geçiriyor. En sevdiği çocuğu öldürülmüş. Çocuğunun fotoğrafını çerçeveletmiş. Çerçeve ile geldi, fotoğraf çerçevesi ile. Onunla dolaşıyor.  En sevdiği oğluymuş, Tıpta okuyormuş bir de çocuk. Onunla geldi, kocaman bir fotoğraf. İkide bir öpüyor. "Öbür anne nerede?" dedi. Öbür anne yok. Niye yok? Türk annesi yani asker annesi… Hiçbir asker annesi bu barışmaya gelmedi, gelemedi. Gelmek istemedi, ya da çekindi. Bir tanesini davet ettim, işte bir salonda barıştıralım, öpüştürelim diye. Ha Diyarbakır'da oldu, bir gerilla anası ile bir asker anası geldi. İkisi de Kürt. Gerilla annesi de, Asker annesi de Kürt, onlar barışır. Dolayısıyla birisi dedi ki bana "Bu çok anlamlıdır. Ben geleyim ama (onun da oğlu mayına basmış, parçalanmış) beni şehitliğe sokmazlar diğer anneler. Şehitlik, Edirnekapı. Eğer ben burada basına çıkarsam, oğlumun mezarını ziyaret edemem.  Anneler beni döverler ya da tükürüp boğarlar, sokmazlar mezarlığa" dedi. Bunu deyince ben de "Haklısınız efendim, sizi çok iyi anlıyorum" dedim ve geri çekildim.

Dolayısıyla giriştiğim her işi sonuçlandıran biri olarak, bu iki farklı etnik kökenden anneyi bir araya getiremedim. Ama devam ediyorum tabi, çalışıyorum. Kürt anası ile ilgili hiçbir sorunum yok. Sorun Türk annesi. Demek ki sorun Kürt sorunu değil, Türk sorunu. Hep onu söylüyorum, sorun Türk sorunu, Kürt sorunu değil ve barışı gerçekten etiyle, kalbiyle, kanıyla isteyenler Kürtlerdir.

DEVRİMCİ GENÇLİK KÖPRÜSÜ, ASLINDA KARDEŞLİĞİMİZİN KÖPRÜSÜDÜR

Yılmaz: Hakkâri’deki "Devrimci Gençlik Köprüsü"nün tekrar yapılması için ciddi emek verdiniz. Köprünün dönemin kuşağında ve günümüz gençliğinde aynı heyecanı yarattığını düşünüyor musunuz?

Ersöz: 1969 yılında dönemin devrimci gençleri ve öğrencileri tarafından yapılan Deniz Gezmiş köprüsü olarak da anılan, batıdan doğuya ilk barış eli olarak değerlendirilecek bir köprü var idi. Hala var. 1969’da yapıldı. 1999’da, 90’lı yıllar dediğimiz o korkunç yıllarda köprüye dahi tahammül edemiyorlardı; bırakın insanları, bir tahta köprüye dahi tahammül edememişler. JİTEM yapmış, parçalamaya çalışmışlar köprüyü, başaramamışlar. Gençler o kadar sağlam yapmış ki,yakmışlar,bakmışlar o da yetmemiş paramparça etmişler daha sonra. Yani çok sağlam olduğu için köprü direnmiş TC’ye.

1999’da Hakkari'ye imza gününe gittim, köprü paramparçaydı, sadece ayaklar kalmıştı. Öyle hazin bir görüntüydü ki…Çünkü o köprü 58 tane köyü bağlıyor Van-Hakkari karayoluna. Yaşlılar, öğrenciler, hamile kadınlar geçiyor oradan. Bir simge. (Daha önce Munzur Dersim aklıma geldi). Zap suyu en hızlı akan nehirlerden biri. Derinliği çok yüksektir ve çok kişi boğulmuş karşıdan karşıya geçerken, köprü olmadan önce. Hatta Fatma Girik orası ile ilgili film yaparken sette düşmüş. Zap suyuna düşmüş, neredeyse ölüyormuş, zor kurtarmışlar, düşünün yani. Çok hızlı akar, özellikle ilkbahar aylarında. Çok yüksek debisi. Bir de karlar eriyor. Dolayısıyla biz 2010’un Eylül ayında köprüyü onardık. Türk ve Kürt öğrencileri, aydınları, oradaki emekçiler, o köprüyü yapan usta da çalıştı inşaatta. Köprüyü yaptık ve Hakkari halkına hediye ettik. Çok güzeldi. Olağanüstü günlerdi. Bizi çok güzel karşıladılar, Hakkari halkı çok konuksever bir halk. 300 öğrenci getirdim ben İstanbul, Ankara'dan. Kollektifleri getirdim oraya. Ve o öğrenciler hayatlarında ilk defa Ankara'nın doğusunu gören öğrencilerdi. İTÜ’nün, Boğaziçi'nin, İstanbul Üniversitesinin öğrencileri. Hakikaten biz hayatımızda hiç bu kadar güzel günler yaşamadık. 3-4 gün kaldı onlar. Halk paylaşamadı öğrencileri. O diyor ki ben 20 öğrenci alacağım, o diyor ki alamazsın ben 30 öğrenci alacağım, halk kavga etti sen ne kadar öğrenci alıyorsun, ben daha çok alacağım falan diye. Olağanüstü günlerdi. Kimsenin burnu kanamadı. Otobüslerine bindiler ve hayatlarının en güzel deneyimini yaşamış olarak memleketlerine döndüler.

BÖLGEYE ELİMİZİ UZATACAĞIZ ve YANINIZDAYIZ DİYECEĞİZ

Köprü Allah’tan duruyor, yerinde, benim evladım çünkü o köprü. Tabi bu tip projeler, bölgeye gidilmesi batıdan, kaynaştırıyor. Bölge halkı ile batı halkını kaynaştırıyor, yakınlaştırıyor. Böyle projeleri hayata geçirmemiz lazım. Bir vesileyle buralardan otobüslere atlayıp bölgeye gidip, yanınızdayız, biz sizinle beraberiz, sizinle aynı kaygıları yaşıyoruz demenin yollarını aramalıyız. Kendi köşemizde, gettomuzda kalıp ne olacak diye beklemenin hiç kimseye yararı yok arkadaşlar. Çünkü oradaki insanlar buradan birşeyler bekliyor. Bir şey, yani bize elinizi uzatın, yanınızdayız deyin, biz sizinle beraberiz deyin, bu cümleyi bekliyorlar yani. Biz sessiz kalırsak şunu düşünüyorlar. Bizim onlar için bir manamız kalmadı diyorlar ve içlerine kapanıyorlar.

Yılmaz: Çok teşekkür ederim.

Ersöz: Rica ederim.

Öne Çıkanlar