'Özgürlük istediğimiz isimler pankartlara sığmıyor'

'Özgürlük istediğimiz isimler pankartlara sığmıyor'
Usta tiyatro oyuncusu 6 yıl önce tutuklu gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan için oynadığı ‘Yaşamaya Dair'i Can Dündar, Erdem Gül için de oynadıklarından...

Usta tiyatro oyuncusu 6 yıl önce tutuklu gazeteciler Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan için oynadığı ‘Yaşamaya Dair'i Can Dündar, Erdem Gül için de oynadıklarından dem vurarak ekliyor: İsimler değişse de baskı aynı.

KÜLTÜR-SANAT- Konu tiyatro olduğunda Genco Erkal için ‘duayen’ desek herhalde kimsenin bir itirazı olmaz. Yıllarını sahnelerde geçirmiş Genco Erkal şimdilerde bir yanına Brecht’i, diğer yanına Nazım’ı almış; ‘Güneşin Sofrasında’ adlı gösterisiyle izleyicileriyle buluşuyor.

Diken'deki röportajda Erkal yeni projelerini de anlattı.

‘Brecht’i ve Nazım’ı, iki sevgilimi bir araya getirdim’

Gösteri ‘Nazım ve Brecht’ alt başlığını taşıyor. Bu iki önemli edebiyat insanını bir araya getirme fikri nasıl oluştu?

Bu iki insanla çok uzun zamandan beri uğraşıyorum. Brecht’le sahne üzerinde ilk tanışmam 1966 yılında oldu, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda onun ünlü oyunlarından biri olan ‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’nde Arturo Ui rolünü oynadım. Çeşitli dönemlerde ‘Ben Brehct’ ve ‘Brecht Kabare’ adıyla şiirlerinden, şarkılarından oluşan gösteriler düzenledim. Bunu uzun yıllar Zeliha Berksoy ile beraber yaptık, son beş yıldır da Tülay Günal’la beraber yapıyoruz. Yani bir ömrüm geçti Brecht’le.

Nazım da öyle, ilk 1975 yılında, Dostlar Tiyatrosu’nda ‘Kerem Gibi’yi yaptığımda, ülkemizde şiirden tiyatroya uyarlanan ilk oyun oldu. Sonradan tür olarak çok sevildi, başkaları da yaptı. Ben de yaptım; Can Yücel yaptım, Aziz Nesin yaptım ama başka şairlerden de pek çok oyunlar yapıldı. Bizimki ilkti. Benim de Nazım’la yolculuğum oradan başladı.

Amerika’dan da turne teklifi geldi, bu gösterileri caz kulüplerinde yapacaktık. Bu iki yazarın şiirlerini ve şarkılarını, biraz da kabare formatında bir araya getirmeyi düşündüm. İkisi dünya görüşü olarak çağdaş; sosyalist yazarlar olarak da düşünceleri birbirine çok uyan, çok yakışan iki insanı ve benim de ilk iki sevgilimi diyelim, bir araya getirmek düşüncesi doğdu.

Çok memnunuz, seyirci de çok memnun. Sanıyorum bu iki yazar da birbirleriyle beraber olmaktan çok memnunlardır diye düşünüyorum.

Nazım ve Brecht aşağı yukarı aynı devrin yazarları. İkisinin de yazınında ciddi bir İkinci Dünya Savaşı etkisi var. Fakat bir yandan da savaşa yaklaşımları çok farklı. Nazım’da daha melankolik bir hal hakimken Brecht’te ironi, hatta absürt etkiler ön planda. Siz bu farklılığı neye bağlıyorsunuz?

Melankolik iyi bir tabir değil ama duygusal, daha duygusal diyebiliriz Nazım için. Bu karakter yapısı bence. Tabii ki Türk olmakla Alman olmak arasındaki fark da burada belirginleşiyor. Almanlar meselelere daha akılcı ve bilimsel yaklaşırlar. Ama biz Akdenizli olduğumuz için daha duygusal yaklaşıyoruz, sosyalizme de duygusal yaklaşıyoruz. Brecht’te hınzır bir mizah, Nâzım’da gürül gürül akan bir duygu seli var.

‘Özgürlük istediğimiz isimler pankartlara sığmıyor’

Brecht’in ve Nazım’ın olduğu yerde siyasetten söz etmemek de olmuyor tabii. Her ikisi de sosyalizme olan inançlarıyla tanınan kişiler. Özellikle Brecht’in köpekbalıklarıyla ilgili alegorisi çağının ve coğrafyasının çok ötesinde. Siz Brecht’in tarif ettiği dünya ile yaşadığımız dünya arasında ne gibi benzerlikler görüyorsunuz?

Valla ben bu iki dünyayı çok benzer görüyorum. İkisinin de bundan 50-60 yıl önce yazdıkları yazılar sanki bugün yazılmış gibi. Mesela burada Nazım’da ağırlıklı olarak yaşamaya dair bütün oyunu kaplayan bir tema var ama aslen düşünceleri yüzünden hapiste olan insan/insanlar teması var.

Sanıyorum ta o zamanlardan beri bizim ülke bugün hâlâ ve özellikle düşünen insanlarına hapishaneyi uygun görmüş. O zamanlarda Kemal Tahir, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali, hepsi bu tezgahtan geçmişler. Ardından Aziz Nesin geliyor, Yaşar Kemal geliyor. Bugün bakıyoruz yine dünyada galiba en çok gazetecisi, yazarı hapiste olan ülkelerden biriyiz.

Ben bu oyunu, ‘Yaşamaya Dair’ olarak sadece Nazım olarak bundan altı yıl evvel oynadığımda o zaman Balyozcular içerideydi. Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Oda TV; hep onlar için oynuyorduk. Pek çok düşünür, gazeteci dostumuz içerideydi. Daha sonra Erdem Gül ve Can Dündar için oynadık. Yani günler değişiyor, aylar değişiyor, isimler değişiyor. O zamanlar biz elimizdeki pankartlarda onların adlarını taşıyarak sahneden onlara özgürlük diliyorduk. Şimdi o kadar çoklar ki pankartlara sığmıyorlar.

İnanılır gibi değil; bunca aydır yatıyor bu kadar gazeteci, aydın, romancı. Akademisyenler de yeni işten atıldı, hadi onları bir tarafa koyalım. Ama bu kadar ay boyunca neyle suçlandıklarını tam olarak bilmeden, iddianame bekliyorlar. Böyle bir adalet fiyaskosu dünyanın hiçbir yerinde kabul edilemez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Altan kardeşlerin başvurusunu kabul etmiş ve ivedilikle inceleyeceklerini söylemişler. Dilerim o iş bir an evvel halledilir de örnek olur. Kafka’nın ‘Dava’ romanı gibi.

‘Ne yapalım yapalım, anayasa değişikliği geçmesin’

Gösteride Türkiye’deki mevcut politik duruma gönderme niteliğinde kısımlar mevcut, izleyicinin de reaksiyon verdiği kısımlar bunlar. Siz Türkiye’nin mevcut politik iklimini nasıl yorumluyorsunuz?

Valla şu an tümden bu referandum meselesine yoğunlaşmış durumdayım. Öyle ki, artık başka hiçbir şey düşünemiyorum diyebilirim. Tavrımızı açık açık ortaya koyuyoruz. Çünkü bu bizim için gerçekten çok kritik bir dönemeç. Bu tasarının mutlaka durdurulması lazım. Geleceğimiz, bütün ülkemizin mutluluğu, huzuru için bu aşamadan dönmemiz lazım, bu son çıkış diye düşünüyorum. O yüzden elimizden ne gelirse yapmalıyız.

Allah’tan Şehir Tiyatrosu, Devlet Tiyatrosu ya da DTCF gibi yerlerde çalışmıyorum. Çünkü şimdiye kadar işime çoktan son verilmişti, çoktan içeri atılmıştım. Özel tiyatroda olmanın da başka sorunları var tabii. Mesela yazın OHAL döneminde oyunumuzun yasaklanmasını kıl payı durdurabildik. Ama ümitliyim, dilerim bu yoldan dönülür. Zaten halkımızda da öyle bir sağduyu var gibi geliyor bana.

Niye bir insan elinde her türlü yetki varken daha fazlasını istiyor? Niye tek adamlığını perçinlemek istiyor? Geçenlerde Aliyev’in eşini yardımcılığına ataması da bana zamanlama açısından güzel bir örnek gibi geldi. Yani aynı şey burada da olabilir ve başkanımız eşine ya da oğluna yardımcılık ataması yapabilir. Kendisi hastalanırsa da yerine gelen yardımcı meclisi feshedebilir. O kadar çok yetki veriliyor ki inanılmaz. Çok önemsiyorum bu konuyu. Ne yapalım yapalım bu tasarı geçmesin.

‘Nazım Oratoryosu’nda beraber çalıştığınız Şef İbrahim Yazıcı da son KHK’larla kamu görevinden uzaklaştırılanlar arasında. Kamudaki bu ihraçlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Grup şefi olarak kemancı Bursa Devlet Senfoni Orkestrası’ndan Filiz Özsoy da atıldı. Niye bilmiyoruz ama tahminen sosyal medya paylaşımları sebebiyle. Biz bu insanları çok iyi tanıyoruz. Şimdi her şeyi oraya bağlamaya çalışıyorlar; ya PKK’lı diyorlar, ya FETÖ’cü diyorlar. Bu insanların bu iki kulvarla da ilgisi olmadığına ben yüzde yüz garanti veririm.

Tek ortak özellikleri muhalif olmaları belki. Ki İbrahim Yazıcı o kadar politik bir insan da değildir. İnanamıyorum yani. Bu kadar ender rastlanan bBüyük bir yeteneğe, nasıl yapabiliyorlar bunu, akıl alır gibi değil.

Ki DTCF’nin de benzer biçimde fiili olarak işlevini yitirdiği söyleniyor son ihraçlardan sonra.

Bitti! Öyle diyorlar, Coğrafya bölümünden hoca getirip eğitim yapacaklarmış, böyle bir şey olabilir mi? Biz böyle "Olabilir mi?" diye diye her şeye alıştık maalesef. Her şey olabiliyor bizim ülkemizde.

‘OHAL’den sonra seyirci sayısı arttı, çok destek gördük’

Son olarak 15 Temmuz’dan bu yana süregelen OHAL’in sahneye ne gibi etkileri oldu?

Pek çok tiyatro sanatçısının sözleşmesini feshettiler. OHAL gelir gelmez bizim oyunu yasaklamaya kalktılar. Fakat sanıyorum muhalefete hoş görünme durumu vardı henüz durumlar tazeyken. Biz oradan kurtardık. Ama Gezi olaylarından beri artan bir şekilde hiçbir projemize devlet destek vermiyor. Kenan Evren döneminde bile biz devletten maddi destek almıştık. O dönemlerde bile Kültür Bakanlığı bundan daha tarafsız, daha demokrat davranabiliyordu. Ama Gezi olayları zannediyorum kırılma noktasıydı. Oradan itibaren her şey kesildi.

Muammer Karaca Tiyatrosu’ndan atıldık, orası kapatıldı. AKM gibi, oranın da tiyatro kimliğini unutturmaya çalışıyorlar. Çünkü birine verecekler, orası da bir otel olacak.

Ayrıca AKP’li hiçbir belediyenin kültür merkezinde oyun oynayamıyoruz, salon vermiyorlar. Kendileri program yaparken de bizi çağırmıyorlar. Bir de son bir yıldır, bugüne kadar her yıl kesintisiz olarak ve defalarca oynadığımız Devlet Tiyatrosu Şinasi Sahnesi’ni de vermediler. Mümkün olduğu kadar ya oyun yasaklayacak ya da böyle engel olacak. Bu giderek artıyor maalesef.

Peki seyircilerinizin ilgisinde bir azalma var mı OHAL’le birlikte?

Tam tersi oldu. Çok sevindirici bir şey. O dönemde de izleyici bize sahip çıktı ve bu yasağın kaldırılması için sosyal medya üzerinden imzalar toplandı, kampanyalar yapıldı. Çok büyük destek gördük. Salonları tıklım tıklım doldurdular. Bizi en sevindiren yanı seyircilerimizin yarıdan fazlasının gençlerden oluşması. Bundan altı-yedi yıl önce gençler tiyatroya gitmiyorlar diye şikayet ediyordum, biz de fosilleşiyoruz, dinozorlaşıyoruz gibi bir duygu oluşuyordu. Ama şimdi çok seviniyorum. Müthiş coşkulu bir gençlik bizi takip ediyor. Bu da bana geleceğe dair çok ümit veriyor.

Öne Çıkanlar