Yeşil Sol Parti adayı Sevda Karaca: Antep'te en büyük sorun uyuşturucu
Esra ÇİFTÇİ
Artı Gerçek - Yeşil Sol Parti Antep birinci sıra milletvekili adayı Sevda Karaca, gazeteci gömleğini bir kenara astığını ama şimdi çok daha büyük sorumluluk aldığını “gömleğin üzerine palto giydim” sözleriyle dile getirdi. Antep’te en büyük sorunun uyuşturucu olduğunu söyleyen Karaca, “Yoksul mahallelerin neredeyse her sokağında, kadınlar, gençler, çocuklar, mahalle esnafı, muhtarlar herkes bizi durdurup uyuşturucu sorununu anlatıyor ve devletin bu sorunun çözümünü istemediğini belirtiyorlar. ‘Bu şehirde bu gerçeği bilmeyen yok’ sözleri çarpıcı” diyor.
'GÖMLEĞİN ÜZERİNE PALTO GİYİYORUM'
-Gazeteci gömleğini bir kenara asıp meclise gidiyorsunuz. Ne değişecek sizin için?
Gömleği asamadım sanki, çünkü bu şehirde kentin en temel sorunlarını gazeteci gözüyle ortaya koymak, gazeteci titizliğiyle dile getirmek varken; şimdi ona bir de görünür kılınanın sorumluluğunu almak eklendi. Yani aslında sorumluluklarım arttığından gömleğin üzerine palto giydim diyebilirim.
'ANTEP’İ ÇOK İYİ BİLİYORUM'
-Antep’ten milletvekili adayısınız. Önceden Antep’le bir bağınız var mıydı?
Benim annem ve babam tekstil işçisi, Antep’te annem ve babamın ekmek parası kazandığı kentlerden biri. Ben o dönem üniversite öğrencisiydim, bir bakıma Antep beni okutan da kent. Ailem uzun süre burada yaşadılar. Burada kökleri de var. Aynı zamanda anneannem İslahiyeli, annem de İslâhiye doğumlu. Emek eksenli gazetecilik yapan biri olarak da Antep’e çok geliyordum, deneyimlerim de var burada. Burayı çok tanıyorum ve çok iyi biliyorum.
'EN BÜYÜK SORUN UYUŞTURUCU'
-Antep’te en büyük sorun nedir? Gözlemleriniz ne oldu?
En büyük sorun uyuşturucu sorunu. Bu kadar derin yaşandığına ilişkin fikrim seçim çalışmalarında sokak sokak, ev ev gezerken çok daha netleşti. Bir sınır kenti olarak devletin çok özel politikalar uyguladığı Antep’te ciddi bir uyuşturucu sorunu olduğuna dair fikrim vardı ama bu sorunun ne kadar kökleşmiş ne kadar derinleşmiş ve ne kadar yaygınlaşmış bir sorun olduğu yüzüme çarptı adeta. Yoksul mahallelerin neredeyse her sokağında, kadınlar, gençler, çocuklar, mahalle esnafı, muhtarlar herkes bizi durdurup bu sorunu anlatıyor ve bu sorunun çözümsüzlüğü için bizzat devletin nasıl rol oynadığını da bu şehirde bilmeyen yok.
Yine Antep her emekçi şehri gibi sınıf çelişkisinin çok yoğun yaşandığı bir yer. Bu çelişki derin bir uçurup olarak yaşanıyor ve özellikle Kürtlerin de yoğun yaşadığı mahallelerdeki yoksulluk göze çarpıyor. Sıvasız evler, çatısız, penceresiz evler, sokakta çocukların çıplak ayakla dolaştığı, üstlerinde, başlarında doğru dürüst kıyafetlerin olmadığı, çocukların okuldan ziyade işe gittikleri mahalleler. Uçurumun kenarında derin yoksulluk yaşanırken, şehirde de orta sınıf kalmamış durumda. Depremden sonra çok büyük bir göç yaşanmış.
'YENİ BİR NÜFUS POLİTİKASININ UYGULANDIĞI BİR TABLOYLA KARŞI KARŞIYAYIZ'
-Deprem demişken. Antep bir deprem bölgesi de ayrıca. Deprem sonrası durum nedir?
Şu an sizinle konuşmak için telefonu elime aldığımda 2 deprem üst üste oldu. Her deprem olduğunda şehirde sirenler çalıyor. Şehirde hala depreme ilişkin kaygı ve korku hâkim. Bu şehirde deprem sonrası hiçbir şey yapılmamış. Kent merkezi kendini biraz toparlamış bunun nedeni de burası aynı zamanda yöre dernekleriyle, inanç kurumlarıyla, siyasi partileriyle, demokratik kitle örgütleriyle örgütlü bir kent. Onların büyük desteğiyle kent merkezindeki yaralar sarılmış durumda. Fakat, Antep’in iki büyük ilçesi olan Nurdağı ve İslâhiye de ise bunu göremiyoruz. Çünkü devletin özel politikaları sonucu kent merkezinde büyük örgütlülük ve dayanışmayı örgütleyen kesimler bu ilçelere sokulmuyor, burada yapmak istedikleri çalışmalar ciddi bir biçimde engelleniyor. Böyle olunca da bu ilçeler de yaralar sarılmadığı gibi hala çok ciddi sorunlar var.
Bu seçim çalışmaları boyunca Nurdağı’na, çevre köylerine defalarla gittik. Çocuklarını yıkamak için sıcak su, rahatlıkla gidebilecekleri bir tuvalet hala yok. Hala çok ciddi sağlık, eğitim sorunları var. Köyleri gezdiğimizde, yıkık dökük evlerin yanı başına kurulmuş çadırlarda, hayvanlarını korumaya çalışan, bir yandan da ekip biçerek ekmek parasını kazanmak için uğraşan insanlar var. Depremde çok büyük bir yıkım yaşandı, insanların hayatlarını yeniden kurabilmesi için devletin bütün olanaklarını seferber etmesi gerekiyor.
İnsanlar doğup büyüdükleri topraklardan ayrılıp, evlerini, hayvanlarını, arazilerini bırakıp gitmek istemiyorlar. Minyatür evlere sıkıştırılıp arazilerinden uzak yerlerde yaşamak istemiyorlar. Borçlandırılmak istemiyorlar. İnsanların en önemli sorunu olan barınma ihtiyacı karşılanmadı. Elektrik, su faturalarıyla karşı karşıya bırakıldılar. Üstelik ‘yeni bir yerleşim yeri kuruyoruz’ adı altında köylerin boşaltıldığı, insanların geçim olanaklarından uzaklaştırıldığı ve yeni bir nüfus politikasının uygulandığı bir tabloyla karşı karşıyayız.
'ANTEP DEVLETİN ÖZEL POLİTİKASININ LABORATUVARI HALİNE GETİRİLMİŞ'
-Eskiden Antep için Doğu’nun Paris’i denirdi. Hala böyle mi?
Evet böyle denildiğine ilişkin hala çok konuşuluyor ve anlatılıyor. Burada bu hafıza hala çok taze, öfkeyi arttıran temel şeylerden biri de bu sanıyorum. Bir şehir düşünün farklı halkların bir arada yaşadığı, zanaatıyla, sanatıyla, edebiyatıyla, müziğiyle, yemek kültürüyle ortaklaşmış ve şehre çok büyük bir zenginlik katmış. Hani çok değil, 30 yıl öncesini hatırlayan insanlardan dinleyince bile anlıyorsunuz. Kadim Anadolu kültürünün yarattığı zenginliğe sahip olmuş ama bugün de kurak bırakılmış. İnsan burada devletin bu şehri özel politikasının bir laboratuvarı haline getirdiğini görüyor.
'YUVARLANARAK İŞE GİDEN ÇOCUKLAR BANA ÇOK ŞEY ÖĞRETTİLER'
-Meclise gittiğinizde ilk yapmak istediğiniz nedir?
Çok zor bir soru bu. Bu şehrin mültecisini, Türk’ünü, Kürt’ünü, Arap’ını hiç unutmayacağım. Çocuk işçilerin her sabah saat altıda sıcak yataklarından kalkıp, annelerinin pişirip poşete koydukları ekmekle yokuş aşağı yuvarlanarak indikleri sabahları hiç ama hiç unutmayacağım. Bu şehirde çocuk işçiliği, ülke ortalamasının kat be kat üzerinde. Bir yolcu durağında çocuklarla buluştuğumuzda, mesai bitiminde bir parkta karşılaştığımızda, bir seçim bürosu açılışında denk geldiğimizde gördüğüm o çocukların yara dolu ellerini, kısa kalmış boylarını, yaşlarından önce çatallaşmış seslerini gerçekten unutmayacağım.
En temel işlerimden biri bu kentin çocuklarının mahkûm edildiği hayatı mahkûm etmek için ne yapacağımıza ilişkin ortak bir çalışmanın zeminini oluşturmak olacak. Gerçekten Nizip Caddesi'nde o uyku saçan mahmur gözlerle yuvarlanarak işe giden çocuklar bana çok şey öğrettiler. Onlar için elimden ne geliyorsa yapacağım.
SEVDA KARACA KİMDİR?
1984’te Adana’da tekstil işçisi bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. 2007 yılında Evrensel gazetesiyle gazeteciliğe başladı, Nar isimli köşesinde kadınların gündemini, işçi kadınların çalışma ve yaşam koşullarını taşıdı. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın Kadın Komisyonu kurucu üyesidir. Hayatın Sesi televizyonunun kuruluşunda yer aldı. Haftanın 4 günü canlı olarak yayınlanan emekçi kadınların programı Emek ve Gül programının sunuculuğunu ve koordinatörlüğünü yaptı. 2010 yılından bu yana Evrensel gazetesinin kadın eki olarak yayımlanan Ekmek ve Gül dergisinin editörlüğünü yaptı. Karaca, henüz üniversite yıllarındayken, Emek Partisi’ne katılmış, gençlik mücadelesinden kadın mücadelesine görev almıştır. Halen Genel Yönetim Kurulu üyesidir.