DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır: Yüzyıllık kaybı telafi etme fırsatı var
DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, Kürtlerin kendi coğrafyalarında eşit ve özgür bir yaşam talebi olduğunu söyledi. Bayındır "Bir yanda bir yüzyılı kaybetme tehdidi, diğer yandan bu kaybı telafi etme fırsatı bulunuyor" dedi.
Artı Gerçek - Kürt sorununun çözümsüzlüğü ülkenin ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel gelişimi önündeki en büyük engellerden birisi. Tarihsel, siyasal ve sosyal boyutları olan sorunun çözümü için dönem dönem girişimler olsa da, iktidarların sorunun çözümünü araçsallaştırması nedeniyle bir sonuç alınamadı. 1 Ekim 2024 tarihinde Meclis açılışı sonrası sorunun çözümü bir kez daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde 2 kez PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüştü. Her iki görüşme sonrası da Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi ve ülkenin demokratikleşmesine dair önemli mesajlar verildi.
Ancak iktidar çözüm noktasında henüz bir adım atmış değil. Aksine bu süreçte birçok belediyeye kayyım atandı, gözaltı ve tutuklamalar hız kesmeden devam etti, Kuzey ve Doğu Suriye'ye dönük saldırılar arttı.
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, Kürt sorunu etrafında şekillenen tartışmaları ve İmralı'dan gelen mesajları Mezopotamya Ajansı'ndan (MA) Müjdat Can'a değerlendirdi.
Kürt sorununun çözümü noktasında "yeni süreç" tartışmaları yürütülüyor. Bu kapsamda DEM Parti İmralı Heyeti iki görüşme gerçekleştirdi. Henüz adı konulmayan bu sürece nasıl gelindi?
Kürt meselesi tartışmaları bizler açısından yeni bir durum değil. Aynı zamanda iktidarlar açısından da yeni bir durum değil. Sayın Abdullah Öcalan’ın 93’ten bu yana sorunun çözümüne dair girişimleri var. Kürt meselesinin çözümüne yönelik bütün taraflar belli bir deneyim, belli bir tecrübe edinmiş durumda. Bu süreç 1 Ekim’den bu yana çok hızlı gelişti ve gelişmeye devam ediyor. Kürt meselesinin tartışılıyor olması bizler açısından önemlidir, buna önemli bir anlam yüklediğimizi ifade etmek isterim. Artık tarif yapmaktan ziyade çözümün bir yol haritasının çıkarılması, somut adımların atılması gerektiğine inanıyoruz. Fakat devlet ve iktidar tarafından bir adım atılmadığı gibi, buna yönelik bir niyet beyanı da söz konusu değil.
İmralı Heyeti, ilk görüşme sonrası siyasi partilerle görüştü. Partilere Abdullah Öcalan’ın görüş ve önerileri aktarıldı. Çözüm noktasında Meclis'e nasıl bir rol düşüyor?
İlk görüşme sonrası kamuoyuna yansıyan 7 maddelik çözüm önerisinde, herkesi çözüm etrafında buluşturan ve herkese sorumluluk yükleyen perspektif söz konusuydu. Yine ikinci görüşmenin detaylarına baktığımızda Sayın Abdullah Öcalan’ın bu durumu çok kritik ve tarihi eşikte gördüğü, kendi pozisyonunu koruduğu, aynı zamanda büyük bir sorumluluğu bugün AKP iktidarına yüklediği görülüyor. Heyetin siyasi partilerle yaptığı görüşmenin sonuçlarını da bir araya getirdiğimizde; sorunun çözümüne yönelik bugün Türkiye’de pozitif bağlamda oluşmuş bir atmosfer söz konusu. Bu sorunun çözümüne yönelik herkesin belli düzeyde katkı sunabileceği, güç verebileceği bir iklimin ve atmosferin ortaya çıkması DBP açısından çok çok önemli.
Sayın Öcalan’ın ilk görüşmede ifade ettiği gibi Meclis bu konuda çok tarihi bir rol oynayabilir. Kürt sorununu bugüne kadar inkar eden, Kürtlerin haklarını yasal ve anayasal düzlemde kabul etmeyen Meclis’in tarihsel rolünü oynayabileceği ve önemli bir uğrak adresi olabileceğine dair önemli tespitleri söz konusu. Siyasi partilerin, Meclis’in işlenmesinde ve Kürt sorununun çözümünde önemli sorumluluklar alabileceğine dair tespitleri söz konusuydu. Nitekim siyasi partiler de bu yönlü tespitlerde bulundular. Bu yönlü görüşlerini kamuoyuyla paylaştılar fakat nihayetinde bu meselenin dönüp dolaştığı yer iktidarın bu meseleye nasıl baktığıdır. Devletin bu meseleye yönelik nasıl bir yol haritasının olduğuna dair kimi tartışmalar var.
AKP çözüm için nasıl bir noktada duruyor?
Meselenin nasıl çözülebileceğine dair tartışmalar yürütülüyorken, AKP’nin bu meselenin tam merkezinde yer alma isteği ve arzusunun olmadığı yansıyor. AKP iktidarının bu meseleyi istismar eden, görmezden gelen ya da bu meselenin çözümüne ilişkin kendine kaçış yolları bırakabilecek bir pozisyonu bulunuyor. Bu hem Türkiye kamuoyunda hem bizlerde ciddi bir kaygı uyandırmakta. Sayın Öcalan’ın Kürt meselesi ve Ortadoğu’daki gelişmelere karşı aldığı yüksek inisiyatife karşı AKP iktidarının bu kadar meseleye uzak duruyor oluşu bizde kuşkuyu ve bu döneme dair güvensizliği gittikçe derinleştiriyor. Bu anlamıyla çağrılarımız sürekli iktidara ve devletedir.
Nasıl bir çağrıdan bahsediyorsunuz?
Devletin-iktidarın meseleyi bir istismar aracına dönüştürmeden ve bir seçim meselesine kurban etmeden, hem Türkiye halklarının özgür geleceği hem de Kürt halkıyla ortak ve özgürce yaşama iradesinin önünü açacak adımlar için çağrı yapıyoruz. Aksi bir durum bu meseleyi çok daha çetrefilli hale getirir. Bölgesel ve ulusal bir mesele haline getirip, içinden çıkılamaz bir noktaya taşır. Bu yönlü iktidara da çağırımızı yapmış olalım.
İlk görüşme sonrası yapılan açıklamada "yeni paradigma" vurgusu öne çıkmıştı. Abdullah Öcalan, "yeni paradigmayla" neye işaret ediyor?
Türkiye, Kürt meselesi ve Kürt halkının mücadelesine bütün yönleriyle inkar politikasıyla yaklaştı. İktidarlar, Kürt meselesine ve Kürt halkının toplumsal varlığına "beka meselesi" ve "tehdit" olarak yaklaştı. “Düşman bir halk” gerçekliğine oturtan ve buna yönelikte “düşman politikası” geliştiren bir durumla hareket etti. Yüzyıllık cumhuriyetinin geçmişi bu eksende oldu. Dolayısıyla 50 milyonu aşkın Kürt'ün en doğal ve en temel haklarını inkâr etmek bugün Türkiye açısından artık kabul edilebilecek bir durum olmadığını Sayın Abdullah Öcalan değerlendirmeleriyle ifade ediyor.
Yeni paradigma, Türkiye’nin tasfiye politikasından vazgeçip, Kürtlerin yaşadığı coğrafyada siyasal, kültürel ve politik olarak kabul edilmesidir. Türkiye’nin bunun üzerinden bölgesel ve küresel güç olma yolunda hedeflerine ulaşabilmesidir. Kürtlere düşmanlık yaparak, Kürtlerin mücadelesini görmezden gelerek, Kürtlerin temel haklarını inkâr ederek Türkiye’nin önüne alabilecek herhangi bir yolun mümkün olmadığını yüzyıllık deneyimle ortaya çıktı. Sayın Öcalan bu yüzyıllık deneyimi çok çarpıcı tespitlerle bugünkü iktidarın önüne koyuyor. Bu hem Ortadoğu hem de Türkiye’nin özgür ve demokratik geleceği açısından önemli bir durumu teşkil ediyor.
Bu paradigma, herkes açısından yeni bir durum. Yüzyıllık inkar politikasından vazgeçip, Kürtleri ve haklarını tanıyan devlet eksenli paradigma dönüşümü. Sayın Öcalan, Türkiye ve AKP iktidarını bu yeni paradigmaya davet ediyor. En hakiki, en gerçekçi yolun bu olacağına işaret ediyor. Bunun hem kuramını hem teorisini hem de pratik değerlendirmelerini Ortadoğu, Kürdistan ve Türkiye bağlamında ifade ediyor. Türkiye’nin önüne bir seçenek sunuyor. Olması gereken en demokratik seçeneği sunuyor. Sayın Öcalan’ın bu değerlendirmesinden sonra esas sorumluluk artık Türkiye devletinde ve AKP iktidarının omuzuna binmiş durumda.
Bir yandan görüşmeler yapılıyor, diğer yandan Kuzey ve Doğu Suriye'ye dönük saldırılar gündemde. Yine kayyımlar, gözaltı ve tutuklamalar sürüyor. Halk da “Bir yandan çözüm, diğer yandan katliam olmaz" diyor. İktidarın bu pratikleri ne anlama geliyor?
Sayın Abdullah Öcalan, demokratik çözüme dair tüm gücü ve iradesini ortaya koyuyor. İktidarın ve devletin pratiklerine baktığımızda ise, Rojava'dan Kuzey Kürdistan’a kadar her yönlü saldırı konseptini daha da derinleştirme politikası yürütülüyor. Elbette bu süreç iktidar açısından samimiyet testini ortaya koyuyor. Bir yandan Kürt halkının varlığını kabul eden, kucaklaşmayı ifade eden ve Kürt meselesinin çözümüne dair görüş belirtiliyor, diğer yandan kayyım atamalarından tutalım Rojava’ya yönelik hava saldırıları ve bombardımanlar, gazetecilerin ve sivillerin katledilmesi, gazetecilerin tutuklanması gibi konular... Tüm bunları bir araya getirdiğimizde iktidar ve devletin Kürt halkının mücadelesine ve varlığına yönelik topyekun saldırgan bir konsept geliştirdiğini gösteriyor. Bu durum Türkiye sathına da sıçramış durumda. Türkiye’de neredeyse her gün muhalif gazeteciler, aydınlar, yazarlar gece yarısı operasyonlarıyla tutuklanıyor. İktidarın Kürt meselesinin çözümüne yönelik bir yol haritasının olmadığını, çözüme dair bugüne kadar herhangi bir pratik uygulamasının da olmadığını ve yakın dönemde de olmasının ihtimalinin olmayacağını ifade etmek mümkün. Toplum da bunu çok açık ifade ediyor.
Çözüm nasıl olacak?
AKP’nin Kürt meselesinin çözümüne yanaşmadığını, bu durumu kendi iktidarına ve geleceğine yönelik pragmatist bir yaklaşımla ele aldığı herkes tarafından dile getiriliyor. Bizim esas aldığımız nokta bugün devletin ya da AKP’nin bu meselenin çözümüne dair nerede durduğu meselesi değil, Sayın Öcalan’ın bu konudaki çözüm iradesinin gücü ve kapasitesidir. Dolayısıyla toplum bütün yoğunlaşmasını Sayın Öcalan’ın gücünde aramakta ve bu meselenin çözümüne dair ortaya koyacağı çözüm önerileri, çözüm parametrelerine kilitlenmiş durumda. Elbette işin muhatabı konusunda devlet böylesi bir durumda önem kazanır. Esas olarak iktidarı çözüme zorlayabilecek, bu konuda da çözüm zeminine getirebilecek esas güç, halkın kendi gücüdür. Siyasi partilerin ve sivil toplum örgütleri, başta DBP olmak üzere Türkiye ile Kürdistan’daki bütün dinamiklerin ve kurumların temel görevidir. Bu sorunun çözümüne yönelik hem iradesini ortaya koyarak aynı zamanda iktidarı ve devleti çözüme zorlayan, adım atmaya zorlayan demokratik mücadelenin her yönüyle bütünlüklü bir şekilde geliştirilmesi gerekiyor.
Kürtlerin örgütlü mücadelesinin zayıfladığına dair bir algı yaratılıyor. İktidarın da bu noktadan yararlanarak, sorunu kendi açısından "çözüme" kavuşturmak istediği belirtiliyor. Buna dair neler söylersiniz?
Kürt halkı başta olmak üzere bütün demokrasi güçleri, iktidarın pompaladığı gibi güçsüz değil, tam tersine çok daha güçlü ve çok daha örgütlü bir şekilde hareket ediyor. Bugün Kürtler dünyanın dört bir yanından bu meselenin çözümüne dair irade beyanı ortaya koyarken, aynı zamanda demokratik mücadelesini de alanlarda ve sokaklarda yürütüyor. Bu mesele karşısında çıkmaza giren, bu meselenin artık kendisi açısından kaçınılmaz noktaya geldiğini her yönüyle görebildiğimiz bir iktidar karşımızda var. Dolayısıyla bu meselenin çözümü Kürt halkını ve çözüm isteyen kesimleri güçsüzleştirmez, tam tersine onları daha da güçlendirecek ve daha örgütlü hale getirecek bir durumdur. AKP, sanki Kürt halkı ve onların dostları çözümsüz ve çaresizmiş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Bunun doğru olmadığını, tam tersine halkın içerisine girdiğimizde ve herkesin tartıştığı esas meselenin Sayın Öcalan’ın bu konuda çok önemli bir tarihsel güç olduğu, meselenin çözümünde önemli bir inisiyatif aldığı tartışılıyor. Halk, Sayın Öcalan’ın pozisyonuna büyük önem veriyor ve mücadelesiyle de iktidarı ve devleti çözüme yaklaştırmaya ve somut adımlar atmaya zorladığını biliyor.
Meseleyi "silahları gömmeye" sıkıştıran bir yaklaşım da söz konusu. Bu "şart" ve bu yönlü açıklamalar çözümü hizmet ediyor mu?
İktidar bu süreci kendisi açısından “Terörsüz bir Türkiye” şeklinde ifade ediyor. Ancak tutuklama, gözaltı, kayyım atamaları ve bombalamaları bir araya getirdiğimizde aslında “terör” ve “terörizm” pratiğinin bu iktidar ve devlet tarafından gerçekleştiğini görmek mümkün. Kendileri diyor ya “Terörsüz bir Türkiye”, biz de “AKP’siz bir Türkiye” mi demeliyiz? Bu kavramlar bu meselenin çözümüne ilişkin ciddiyetten ve samimiyetten uzak bir durumu teşkil ediyor. İşi “PKK’nin silah bırakmasına” sıkıştıran bir durum var. Ancak bunun öncesinde onlarca yasal, anayasal adımlar atılması gerekiyor. İktidar, ülkenin en önemli meselelerine dair sorumluluk almaktan kaçınıyor. En insani, en hukuki meselelerde dahi sorumluluktan kaçan bir iktidar söz konusudur. Gelinen aşama itibariyle iktidar ve devletin gerekli adımları atması gerekiyor.
Nedir bu adım ya da adımlar?
lk somut adım Sayın Öcalan’ın özgürlük koşullarının sağlanmasıdır. Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin yasal ve anayasal adımlardır. Bu konuda Meclis’in önemli bir organ olabileceği, siyasi partilerin ve STÖ’lerin önemli bir rol oynayabileceğini biliyoruz. Bunun için devlet ve iktidar tarafından demokratik siyasetin önünde yargı ve devlet bariyerinin kaldırılması gerekir. Dolayısıyla iktidar bu meselenin çözümünde kendi sorumluluğundan kaçmamalıdır. Sayın Öcalan’ın tam da ifade ettiği çözüm parametreleri, çözüm önerileri iktidarın ve devletin önünde duruyor. Devlet ve iktidar bu meselenin çözümü ve çözümsüzlüğüne ilişkin karar vermesi gereken bir aşamada. Onun için diyoruz en sahici yöntem Sayın Öcalan’ın geliştirmiş olduğu çözüm önerileridir. Bunun dışındaki her yol bu meseleyi istismar etmektir. Bu meseleyi inkâr etmektir.
Kürtler hangi adımların atılmasını istiyor?
Kürtler, kendi temel hakları için mücadele ediyor. Kürtler, kendi coğrafyalarında dilleri, kültürleri, varlıkları ve örgütlenme hakkı dahil olmak üzere kendi coğrafyalarında özgür, demokratik şekilde var olmak istiyor. Bunun önünde devletin ve iktidarların engel olmaması gerektiği, kendi hakkına, hukukuna ve yürüttüğü bu mücadeleye saygı gösterilmesini bekliyor. Yine aynı coğrafyada bütün halklarla birlikte özgür ve eşit yaşamı arzuluyor. Bunun en önemli güvencesi inkâr politikasından vazgeçmektir. Kürtler kendi coğrafyalarında bir halk olarak, kendi diliyle, kimliğiyle, kültürüyle diğer halklar gibi eşit, özgür, demokratik bir şekilde var olmanın mücadelesini veriyor. Herkesten de bu temel haklara ve özgürlük çabasına saygı göstermesi ve kabul etmesini bekliyor. Bugüne kadar inkar, soykırım ve katliamlar denendi. Devletler tarafından yapılmadık, denenmedik hiçbir yol ve yöntem kalmadı. Kürtlerin sunmuş olduğu çözüm perspektifi çok tarihsel bir noktadadır. Sayın Öcalan’ın durduğu nokta çok tarihsel ve kritik bir önemde. Biz Sayın Öcalan’ın Ortadoğu’nun demokratik geleceğine yönelik ortaya koymuş olduğu perspektife inanıyoruz ve güveniyoruz. Halklar, Ortadoğu’da eğer bir çözüm olacaksa bu çözümün Sayın Öcalan’ın düşünceleri etrafında şekillenebileceğini söylüyor.
Çözüm noktasında Abdullah Öcalan'ın fiziki özgürlüğüne işaret ettiniz. Bu noktada yürütülen “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm” kampanyası da sürüyor. Kampanya ne aşamada, buna dair bir planlamanız var mı?
Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması için dünya genelinde önemli eylem ve etkinlikler düzenlendi. Bunlar halen devam ediyor. Son dönemde çözümün sağlanması noktasında en önemli hususun Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması olduğu ortadadır. Halklar bunun için mücadele ediyor. DBP’nin politikalarının esası da buna dayanıyor. Bugüne kadar önemli mücadele deneyimleri ortaya koyduk ve önümüzdeki süreçte de Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ile Kürt sorununun demokratik çözümü için daha kararlı bir mücadele hattına gireceğiz. Önümüzdeki hafta itibarıyla konferanslar, mitingler ve eylemlerle dünya gündemine bu konuları taşıma çalışmalarımız olacak. Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması mücadelesi hiç durmadı. Bu mücadele bütün dünyada büyüyor. Çözüm ikliminin ve atmosferinin itici gücüyle uluslararası aktörlerin Kürt sorununda söz sahibi olduğu bir gerçeklik var. Uluslararası alanda böyle bir gündem yakalanmışken, Sayın Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması noktasında önemli bir fırsat doğmuştur. Biz de bu noktada üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğiz.
Suriye'deki gelişmelerle devam edecek olursak, yakın dönemde Esad rejimi çöktü. Türkiye ve bağlı SMO da Kuzey ve Doğu Suriye'ye saldırılarını arttırdı. Siviller hedef alınıyor. Türkiye burada neyi amaçlıyor?
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, özerkliğini kanıtlamış ve kültürel çoğulculuğu benimsemiş bir model. Bütün halkların bir arada yaşayabileceği bir yaşamı hayata geçirdi. Türkiye ise, bu modeli boğmaya çalışıyor. Bütün dünyaya, Şam yönetimini bunu kabul ettirmeye ve yeni bir rejim dayatmaya çalışıyor. Bu nedenle Rojava’ya saldırıyor, bu nedenle her türlü savaş ve diplomatik yolu deniyor. Bugün Suriye’nin nasıl bir yönetime sahip olacağı tartışılıyorsa, bunu uzakta aramaya gerek yok. Bütün inançların, dillerin ve kültürlerin bir arada yaşadığı Rojava modeli zaten mevcuttur. Eğer herkesin birlikte yaşamasını istiyorsak Rojava modelinin boğulması veya dağıtılması değil, bütün Suriye’ye yayılması ile özgür bir gelecek inşa edilebilir. Bütün dünya diplomasisi Rojava yönetimine özel bir anlam atfederken, buna düşmanlık besleyen yalnızca Türkiye ve AKP iktidarıdır. Rojava modeli, Türkiye için bir tehdit değildir. Aksine Türkiye halkları açısından daha da gelişebileceği, zenginleşebileceği ve Ortadoğu’da güçlü bir model haline gelebileceği ortadadır. Türkiye’nin ve AKP’nin oraya askeri saldırılar düzenlemesinin hiçbir ahlaki veya siyasi gerekçesi olamaz. Türkiye’nin bu savaş politikasını meşrulaştıracak hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Rojava’nın Türkiye için tehdit oluşturmadığını bütün Türkiye toplumuna anlatacağız. İktidarın “tek dil, tek mezhep, tek din” politikasını Rojava’ya dayatmaya çalışmasının sonuçlarını görüyoruz.
Saldırılara karşı “Rojava’yı statü, halklara özgürlük" kampanyası açıklandı. Partiniz de imzacılar arasındaydı. Kuzey ve Doğu Suriye’nin statüsünün tanınması neden önemli?
Rojava modeli, bütün halklar açısından çok önemlidir. Kobanê’nin DAİŞ’ten kurtarılması nasıl bütün dünyada yankı bulduysa, bugün Rojava’nın varlığının tanınması yalnızca Kürtler için değil, eşitlik isteyen herkesin sorumluluğudur. Bu sorumluluk her geçen gün daha da önem kazanıyor. Türkiye’nin ortaya koyduğu politikaların Suriye için bir gelecek vaat etmediği, aksine göç, katliam ve tehcir ile sonuçlandığı göz önünde. Biz DBP olarak ve beraber mücadele ettiğimiz diğer kurumlarla, özgür bir Suriye’nin kurulması gerektiğini anlatıyoruz. Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanması mücadelesini sürdürürken, “Rojava’ya statü ve halklara özgürlük” perspektifi noktasında da mücadelemiz devam edecek. Bütün halkların bu yönde olumlu yaklaşımları mevcut, bunu daha da geliştirmeyi hedefliyoruz.
Kuzey ve Doğu Suriye'ye saldırılar son dönemlerde arttı. Gazeteciler, tiyatrocular, çocuklar da katledildi. Uluslararası kurumların sessizliği söz konusu.
Bunun bir insanlık suçu olduğunu her yönüyle ifade ettik. Bunun için girişimlerde bulunacağımızı ifade edelim. Elbette bu yönlü çabalar ve girişimler var ancak mücadeleyi büyütmek gerekiyor. Buna karşı her yönlü demokratik mücadeleyi toplumsallaştırmak ve büyütmek gerekiyor. Bunun bir insanlık suçu olduğunu, kabul edilemeyeceğini, edilmemesi gerektiğine dair herkesin tepki vermesi gerektiği bir dönem. Söz konusu Kürt kadınları, gazetecileri, aydınları olduğu zaman bazı kesimler daha temkinli ve sessiz bir konumda duruyor. Fakat bugün Türkiye’deki aydınların, gazetecilerin, demokratik kitle örgütlerinin bile artık bu faşizm politikasından nasibini aldığını, dolayısıyla artık hiç kimsenin bu meseleden kaçınamayacağı bir atmosferi ve siyasi iklimi yaşıyoruz.
Onun için bu insanlık dışı uygulamalara karşı, kimin öldürüldüğüne ve yaşamını yitirenin kimliğinin ne olduğuna bakmamalı. Bir bütünen insanlık, toplumsal değerlerini her yönlü savunacak, koruyacak ve geliştirecek ortak bir mücadele duygusunu ortaya koymak gerekiyor. İşte zaman böylesi bir zamandır. Aksi bir durum, bu iktidara ve zihniyeti daha fazla cesaretlendirip, daha fazla bir teşvik noktasına taşıyor. Dolayısıyla aynı zamanda bu suçun bir parçası, ortağı haline getiriyor. Onun için insanlık suçuna hiç kimsenin iştirak etmemesi, hiç kimsenin bu yönlü teşvik edici, cesaretlendirici bir tutum içerisine girmemesi gerekiyor. Anti-demokratik uygulamalara, hukuksuzluğa ve savaş politikasına izin vermemek gerekiyor. Buna ilişkin kamuoyu oluşturmak, tepki vermek, tepkiyi büyütmek, örgütlü hale getirmek tüm toplumsal kesimlerin sorumluluğunda.
Saldırıların yaşandığı dönemde Kürt partileri ve örgütleri arasında birlik tartışmaları da gündemde. Kürt birliği neden önemli?
Rojava’nın statüsünün tanınması ve Sayın Abdullah Öcalan’ın belirttiği gibi 3'üncü Dünya Savaşı'nın merkezinin Ortadoğu olması, Kürtlerin birlikte mücadele etme gerekliliğini ortaya koyuyor. Kürdistan halkı açısından birlikte mücadele etme duygusu çok güçlüdür. Ancak Kürt örgütlerinin birlikte mücadele etme ve çalışma noktasında kimi eksiklikleri oldu. Gelinen aşamada hakların sağlanması için ortak çaba göstermenin önemi kavrandı. Birbiriyle çatışmak yerine, ittifak geliştirmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Bir yanda Kürtler açısından bir yüzyılı kaybetme tehdidi dururken, diğer yandan bu kaybı telafi etme fırsatı yanı başımızda duruyor. Bu durumun seyrini belirleyecek olan küresel güçlerin yanı sıra Kürdistan halkının birlik içinde özgürlüğüne sahip çıkma iradesidir. Bu iradenin büyümesi için daha çok adım atacağız. Kürdistan’ın her noktasında bu yönde adımlar atılıyor. Bunun daha planlı bir şekilde yürütülmesini arzuluyoruz. Bunun için de mücadele etmeye devam edeceğiz.
Birlik çalışmalarının olduğu dönemde Türkiye'den yetkililerin diploması trafiği de arttı. En son Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Federe Kürdistan Bölgesi'ni ziyaret etti. Bu çabalar başarılı olur mu?
İktidar, bütün gücünü Kürtler arasındaki birlik ve dayanışma potansiyelini dağıtmak, Kürtlerin mücadelesini zayıflatmak için harcıyor. Hakan Fidan’ın gece gündüz bu yönde yürüttüğü diplomasinin nedeni, Kürtleri aktör olmaktan çıkarmak ve güçsüzleştirmektir. Hakan Fidan başta olmak üzere bu stratejiyi savunanlar tarihi bir yanılgıya düşecekler. Bizim bu konuda eksikliklerimiz söz konusu. Bu politikanın zemin bulmaması için daha hassas davranmamız gerekiyor. Buna fırsat vermemek için elimizde yeterince olanak ve güç var. Türkiye’nin yok etme ve savaş siyasetinden geri adım atacağını sanmıyorum. Bütün gücüyle Kürtlerin örgütlü mücadelesini hedef alan politikalarına devam edecekler. Çünkü AKP iktidarının iç politikasını ve dış politikası bunun üzerine kurulu. Bugüne kadar başarılı olamadıkları gibi, Kürtleri dağıtma ve yok etme siyasetinde de başarılı olamayacaklar. Kürtler olarak birliğimizi sağlar ve kazanımlarımızı korursak, Türkiye’nin ve onu destekleyen güçlerin stratejik hesaplarını her yönüyle boşa çıkarırız. Bunun için gücümüz ve kapasitemiz var. (MA)