DEM Parti Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan Adayı Serra Bucak: Kentimizi halkımızla birlikte yöneteceğiz

DEM Parti Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan Adayı Serra Bucak: Kentimizi halkımızla birlikte yöneteceğiz
DEM Parti Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan Adayı Serra Bucak ile adaylık süecini, kayyım politikalarını ve projelerini konuştuk. "Kentimizi halkımızla birlikte yöneteceğiz" diyen Bucak, eş başkanlık sistemine sahip çıkılması gerektiğini söyledi.

Bircan DEĞİRMENCİ


DİYARBAKIR - Ülke yeniden seçim atmosferine girerken; Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) merakla beklenen Diyarbakır adaylarını yaptığı ön seçimle belirledi. 12 kişinin aday adayı olduğu Büyükşehir Belediyesi için delegasyonun oylarıyla Doğan Hatun ve Serra Bucak eş başkan adayı olarak seçildi. Serra Bucak 2006 yılından itibaren kayyım atamaları öncesi belediye çalışmalarında yer aldığı için kenti iyi tanıyor. Siyasetle haşir neşir olan bir aileden geliyor. Bucak, 1966 yılında siyasi suikast sonucu öldürülen Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye'nin (KDP-T) ilk genel başkanı, hukukçu Faik Bucak'ın torunu. Babası ise HEP, DEP, HADEP içerisinde yer alan, haftalık Yeni Ülke Gazetesinin İmtiyaz Sahibi, hukukçu Serhat Bucak.

Yüklendiği ağır sorumluluğun bilinciyle, deneyimlerini kente hizmet için aktaracağını ifade eden Serra Bucak ile adaylık serüvenini, kayyım politikalarını ve projelerini konuştuk.

'BABAM POLİTİK FAALİYETLERİ SEBEBİYLE SÜRGÜN EDİLDİ'

Öncelikle ‘hayırlı olsun’ diyerek, sizi tanımayanlar için Serra Bucak kimdir? diye başlayalım.

"Aslen Siverekliyim. 1976 Diyarbakır doğumluyum. 1979’da ailem İstanbul'a göç ettiği için orada büyüdüm. İlk, orta ve lise eğitimimi İstanbul’da tamamladım. İstanbul’da büyümeme rağmen siyasetle iç içe olan yurtsever bir ailede yetiştim. 90’lı yıllar yurtsever hareketin de Türkiye metropollerinde ciddi bir örgütlenmesinin olduğu yıllardı. Her akşam ‘Bugün bize kim gelecek? Gazeteden kim gelecek? Partiden kim bizi ziyaret edecek? Hangi arkadaş bizim evde kalacak? Kürdistan'da da öyledir ya; ‘90'larda evlerimizde hep partili arkadaşlar oluyordu’ derler. Bizim de öyleydi. 1991’de babam yine politik faaliyetleri sebebiyle sürgün edildi. Almanya’ya gitti. Hakkında açılmış davalar vardı ve bir daha dönemedi."

'KÜRTLERİN KADERİDİR YA DAĞINIK AİLELER; ONUN SANCISINI ÇOK YAŞADIK'

Siz İstanbul’da mı kaldınız?

Annem ve erkek kardeşimle İstanbul’da kaldık. Annem Yurtsever Kadınlar Derneği’nin ilk yönetim kurulunda yer almıştı. Partiye gidip geliyordu. Yani hem siyasete hem kadın çalışmalarına ısınıyordu. Babam sürgün edilince o da artık kendi deyimiyle ‘ısınma sürecini’ bırakıp çocuklarına bakmaya ve tutunmaya başladı. 1995’te Bremen’e babamın yanına gittik. Ben orada üniversite okumaya başladım. Babam artık orada yaşıyordu. Yeniden bir buluşma yaşadık. Hani Kürtlerin kaderidir ya böyle dağınık aileler. Biz de onun sancısını çok yaşadık.

Nasıl bir hissiyattı?

"Kolay bir ruh hali değildi. Çok daha vahim, çok daha trajik şeyler var Kürt halkının yaşamında ama bizim nasibimize de bu kısmı düşmüştü. Ben öyle görüyordum. Uzun yıllar böyle hissettim. Belki Avrupa'da kalamayışımın sebebi de budur. Biz zorla götürüldük, babamın peşinden istemeden gittik. Çünkü Kürdistan'ı, Türkiye'yi seviyorduk. Yani öyle bir sosyolojimiz vardı. Siverek’i çok seviyorduk, çocukluğumuzdu, hep gidip geliyorduk. İstanbul'u seviyorduk, orada büyümüştük, gençlik sosyolojisi orada yerleşmişti. 10 yılın sonunda geri dönmemi de biraz ona bağlıyorum."

Üniversitede hangi bölümü okudunuz?

Bremen'de sosyal hizmetler uzmanlığı okudum. Sonra Köln Üniversitesi'nde Alman Dili, İtalyan Dili ve Pedagoji okudum. Uzun yıllar orada çocuk çalışmalarında yer aldım. Çocuk derneklerinde göçmen ailelerin çocuklarıyla çalıştım. 2006 yılında buraya dönmeye karar verdim. O yıllar belediyelerimizin hem çocuk çalışmalarının hem kadın çalışmalarının çok güzel olduğu yıllardı. Uzaktan takip edip gururlanıp mutlu oluyorduk ve bu sürecin bir parçası olmak istedim.

'DÖNME SEBEBİM DİYARBAKIR'DA YAŞAMAK İSTEYİŞİMDİ'

Dönme sebebiniz bu muydu?

Dönme sebebim Diyarbakır’da yaşamak isteyişimdi. Belki de meraktı. Sonuçta çok iyi tanımadığım bir toplumdu. Yurtsever bir ailede büyümüştüm ama hep uzakta yaşamıştım. O güne kadar edindiklerimi o coğrafyayla buluşturmak istedim. Benim için çok güzel oldu. Açıkçası 2015'e kadar ‘hep iyi ki geldim’ diye kendimi teyit ettiğim bir dönemdi. Çünkü çok öğretici bir süreçti benim için. Gerçekten Diyarbakır insana tarif edemeyeceğim kadar çok şey öğretiyor. Yanlış bildiğini doğru öğretiyor, eksik bildiğini tamamlıyor, idealize ettiğini ‘Dur bir bakalım gerçekçi bak’ noktasına getiriyor. O yüzden çok da memnundum bu karardan.

'DİYARBAKIR'DA EŞ BAŞKANLARLA ÇOK YAKIN ÇALIŞMA ARKADAŞI OLDUK'

Hangi alanlarda çalıştınız?

"Uzun yıllar burada da çocuk alanında çalıştım. Bağlar Belediyesi’nde eğitim destek evlerinde çalıştım. 2009-2010 yılları arasında Sabahat Tuncel’le birlikte Ankara’da çalıştım. 2014'te Kayapınar ve Büyükşehir’de meclis üyesi oldum. Büyükşehir'de eş başkanlarla çok yakın çalışma arkadaşı olduk. 2,5 yıl kadar kaldık ve ilk kayyım atandı. Sonra ben de en iyi bildiğim çocuklarla ilgili alana döndüm. Çocuk çalışmaları yürüten Sur’da hala aktif olan bir dernek kurduk. Kadın diplomasi komisyonundaydım. Son bir yıl da Yeşil Sol Parti İl Yönetiminde yer aldım."

'BOŞALAN ALANLARDA SORUMLULUK ÜSTLENMEK İSTEDİM'

Son yıllarda işten atılmalar, haklarında açılan davalar sebebiyle ülkeyi terk etmek zorunda kalanlar çok oldu gerçi. Sizin imkanlarınız da vardı, tekrar Almanya’ya gitmeyi düşünmediniz mi?

"Tabii son yıllar hepimiz için biraz çalkantılıydı. Zaman zaman sorguladığımız süreçlerdi. Ama yine de gidemedim, terk etmek istemedim, kaldım, devam ettim burada. Benim süresiz oturumum vardı ama radikal bir kararla gelmiştim, oturumu da yaktım. Oradaki makamlara da bildirdim. Orada daha rahat iş bulurdum, yeniden adapte olabilirdim. Ama çok kolay karar veremiyorsun. Karar vermiş arkadaşlar için de kuşkusuz kolay değildi. Ama ben kişisel olarak hep omuzlarımda bir borç hissettim. Sonuçta siyasal soykırım süreciydi. Bütün arkadaşlarımızı içeri aldılar. Kimisi bırakıldı ama çoğu halen cezaevinde. Gültan Kışanak gibi tutukluluk süresi bitmesine rağmen tahliye edilmeyenler var. Son 8 yılım hep bunların muhakemesini yapmakla geçti. Gitmek, kalmak, onlara layık olmak. Bir biçimiyle boşalan alanlarda bir rol, sorumluluk üstlenmek istedim. Ne kadar bunun hakkını verdik. O başka bir mesele. Sonuç olarak gitmedim ve her seferinde kendi açımdan da ailem açısından da burada kalma isteğimi güncelledim. KHK’larla işten atmalar herkesi bir tarafa savurdu. AKP de bu sonucu bekliyordu. ‘Aç kalsınlar, ağaç kabuğu yesinler.’ söylemleri boşuna üretilmedi. İnsanları ekmekle, işle terbiye etmeye kalktılar. Tabii ki bu süreçte savrulmalar olacaktı. Herkesin bir hayatı, bir yaşamı var. Kalabilen, tutunabilen, devam edebilenler oldu. Mesela alternatif bulabilen arkadaşlarla da zaman zaman karşı karşıya gelince çok mutlu oluyorum. En azından gitmediler, buradalar diyorum. Bambaşka bir şey yapıyorlar ama olsun. Bir de öyle bir durum var."

'İNADINA VAR OLMAK ZORUNDAYIZ, BAŞKA ÇAREMİZ YOK'

Malum ne yazık ki Kürt illerinde belediye başkanı olmak ateşten gömlek gibi. Kayyım atamaları, görevden alınmalar, tutuklanmalar, sürgün.. Ve siz bütün bunların bilinciyle aday oldunuz. Buna nasıl karar verdiniz?

"Yani tabi kolay bir karar değil. Uzun süre düşündüm. Ama birilerinin bunu devam ettirmesi gerekiyor. Birilerinin bu görev alanına gelmesi, bu eş başkanlık sistemine sahip çıkması gerekiyor. Yani inadına tutunmak, inadına var olmak zorundayız. Başka çaremiz yok. Üstelik bu şehir için, Diyarbakır halkı için hizmet etmek ve güzel projeler hayata geçirmek çok onur verici olacak. Bu sorumluluk bilinciyle başvuru yaptım."

'ÖN SEÇİM BİZİM İÇİN YANA OLDU'

Bir de ön seçim yapıldı bu kez. Biraz bu süreçten bahsedebilir misiniz?

"Partimiz özellikle genel seçimler sonrasında açığa çıkan eleştiriler, tartışmalar sonucunda ‘nasıl daha katılımcı ve çoğulcu bir demokratik anlayışla partimizin seçilmişlerini belirleriz’ diye bir yol haritası çizdi. Geniş katılımlı delegasyonla, ön seçimle bu işi yapmaya karar verdi. Aday adayı olan arkadaşlar ön seçim tarihine kadar 3-4 hafta Diyarbakır il ve ilçelerinde kendi çalışmalarını yürüteceklerdi. Tabii o çalışmanın da belli kriterleri vardı. Parti yöneticilerinin, kurum yöneticilerinin eşlik etmediği bir çalışma oldu. Gerçekten çok verimli bir süreçti. Ben çok keyif aldım, bütün arkadaşlarımızın da keyif aldığını düşünüyorum. Çünkü Türkiye siyasetinde olmamış bir şeyi hayata geçirdik. Bu kadar geniş bir delegasyonla bir ön seçime gitmek, insanlarla temas etmek, onlardan fikir almak, eleştirilerini dinlemek ve ihtiyaçları onların tespit etmesi çok önemliydi. Sadece siyaseten değil belediye hizmetleri açısından da bir sürü şey açığa çıktı. Bir ayna oldu bizim için. Sahada ne olup bitiyor? Mahallelerin, insanların, ilçelerin, köylerin neye ihtiyacı var? Bir kayyım gerçeği var. Büyük bir tahribat, yıpranmışlık var. E siz gelince yükünüz çok ağır, sorumluluğunuz ağır. ‘Bizim tespitlerimiz, olması gerekenler bunlardır’ şeklinde çok net mesajlar aldık. Bu beni çok mutlu ediyor. Çünkü önümüzdeki dönemde bu stratejik planlamayı açığa çıkarmak için bir yol haritamız var. Bunu daha fazla derinleştirmek, çoğaltmak lazım.

'HALKTAN ALDIĞIMIZ HEYECAN VE ÖNERİLERLE ÇALIŞMAMAK MÜMKÜN DEĞİL'

Belediyecilik anlamında en çok neden şikayetçilerdi? Hangi ihtiyaçlar öne çıktı?

"Şöyle, aslında çok olması gereken tespitler, ihtiyaçlar. Mesela Çarıklı'ya gittik. ‘Biz Mardin'den gelirken şehrin girişiyiz, bir nevi kentin aynasıyız. Çarıklı'nın çehresinin güzel olması, kanalizasyonun bu şekilde akmaması gerek’ diyerek, bir takım güzelleştirme, bakım onarım çalışmaları istiyorlar. Kadınların, çocukların gidebileceği, nefes alabileceği, yaz akşamları oturabileceği yeşil alanlarımız yok. Neden bizim genç kızlara istihdam alanı yaratmak için atölyelerimiz yok? Neden yerel ekonomiyi canlandırmak için kendi yerel ekonomi politikalarımız yok? Son sekiz yıldır bir kayyım gerçeği var. ‘Biz o kayyımla bir araya bile gelmiyoruz. Belediye binasından içeri bile giremiyoruz. Biz hangi ihtiyacımızı belirtelim ki? Bağıvar'da da kanalizasyon, altyapı problemleri var. ‘Birçok defa iletmeye çalıştık. Bizi duyan yok. Bizimle irtibat kuran yok. Eskiden böyle miydi? Hiç olmazsa mahalle meclislerimiz vardı. Hem mahallede yaşayandık, hem o mahallenin sözcüleriydik ve bunu yerel yönetimlere doğrudan aktarabiliyorduk.’ diyorlar. İşte bu mekanizmaların yeniden daha güçlü, çok daha geniş katılımla hayata geçmesini sağlamalıyız. Hep birlikte oturup kafa yorduk, tartıştık. En çok istedikleri şey bilgi paylaşımı. Yapılan ve yapılacak işlerden haberdar olmak. Aslında kent hizmeti, belediyecilik dediğin şeyin aslı bu. Olabildiğince yurttaşa enformasyon vermek. Gençler daha çok dijital kanallardan, sosyal medya aracılığıyla bilgi alır. Ama daha yaşlı kesim nasıl alır? Halk buluşmalarıyla enformasyon alır. Daha katılımcı, şeffaf ve dürüst bir şey istiyorlar. Bu da beni çok heyecanlandırdı. Çünkü onlardan aldığımız bu heyecanla, bu önerilerle çalışmamak mümkün değil.

'TOPLUMUN DOKUSUYLA OYNADILAR, İÇ BARISI BOZDULAR'

Kayyımlar belediye çalışanları içerisinde de büyük bir tahribat yarattı. Bu iç barışı nasıl sağlayacaksınız?

"Gerçekten ciddi bir yıpranmışlık var. Mesele sadece borçlanmalar değil, sadece oraya yerleştirilen bu kentle, bu halkla bir duygu, fikir, düşünce bağı olmayan insanların orada olması da değil. Belediye çalışanları arasında da bir deformasyon var. Bu da bize şimdiden yansıyor. Yani bir sürü kırılmışlıklar var, haklının, haksızın, yaşın- kurunun bir arada yandığı durumlar var. Bir toplumun dokusuyla oynadılar, iç barışı bozdular. O yüzden o iç barışı, o çalışma barışını tahribatların içine gömülmeden tekrar ve gecikmeden yakalamalıyız. Yönümüzü de halka, sivil topluma, kurumlara dönerek yapmalıyız."

"Sivil toplum ve kurumlar da bu yönüyle çok önemli bir yerde duruyorlar. Her zaman katılımcılığı esas alan bir kent. Sonuçta biz, bizden öncekilerin yarattığı bir mirasa geliyoruz. 1999 yılından ilk kayyıma kadar süre gelen bir paradigma var, demokratik yerel yönetimler anlayışı var. Bu anlayışın yarattığı sosyal, kurumsal, dil, kültür ve sanat alanında değerler var. Dolayısıyla böyle kıymetli bir deneyim var. Bunun üzerine inşa etmemiz, koymamız gerekenler var."

"Örneğin Kent Konseyi çok işlevseldi, birçok alan temsil ediliyordu. Yeniden bu sivil alanlarla birlikte projeler üretip, hayata geçirip denetimini de sağlayabilmeli, o mekanizmayı yeniden kurmalıyız. Ve bu mekanizma için sivil toplum, meslek odaları, sendikalar çok hazır. Çünkü belediyeler gasp edilmişken, o belediyede seçilmişler, halk adına bir şeyleri yapamıyorken, bu sivil toplum devreye girmiş. En son depremde bunu yaşadık. Çok çabuk mobilize oldular. Bu dayanışma, üretme, beraber olma ağı daha önceki süreçlerde de açığa çıktı. Şimdi o potansiyelin üzerine bir biçimde belediye çalışmalarıyla o köprüyü kurup doğru ilerleyebilirsek başarabiliriz. İki kayyımdan sonra zorlu bir süreç bekliyor bizi ama öte yandan da şanslıyız. Çünkü bu kadar öneri sunmaya, fikir üretmeye hazır bir toplum var."

'HALK İÇİN GÜZEL ÇALIŞMALAR YAPILACAKTI, SEKTEYE UĞRAMASI ÜZÜCÜ'

Siz Gültan Kışanak ve Fırat Anlı döneminde meclis üyesi olarak çalıştığınız için sürecin yakın tanığısınız. Hangi projeler askıya alındı?

"Kentin birçok yapısıyla toplantılar yapıp stratejik planlar yapmıştık. Arıtma tesisleri, çevre, ekoloji politikaları, ana dilde kreş çalışmaları, kadın istihdamını artırmak için neler yapılacağına ilişkin projelerimiz vardı. Üstelik Ezidilerin soykırıma uğradığı, göçlerin başladığı, Rojava'da İŞİD’e karşı verilen bir mücadelenin olduğu, Kobani olaylarının yaşandığı zorlu bir siyasal atmosferdi. Ama buna rağmen o iki buçuk yılda bütün belediyelerimizin canla başla ortaya koymak istediği projeler vardı. Gelinen aşamada halk için güzel çalışmalar yapılacaktı ve bunların bu kadar uzun yıllardır sekteye uğraması, askıda kalması çok üzücü."

'KAPSAYICI, KATILIMCI, ÇOĞULCU BİR YERDE DURMAMIZ GEREKİYOR'

Bunları tekrar devreye sokacakmışsınız?

"Elbette. Bunların üzerine inşa edip güncelleyerek ilerleyeceğiz. Şu an üzerinden bir 8-9 yıl geçti. Ne istiyor insanlar? Çünkü insanlar değişiyor, dönüşüyor. Mesela gençlerin talepleri neler? Biz gitgide bu yeni nesli anlamakta, onların ihtiyaçlarını anlamakta zorlanıyoruz. Bunu sahada çalışırken de fark ettim. Genç arkadaşlarla bir araya geldik. Çok güzel önerileri var, bizim onların taleplerine, ihtiyaçlarına olabildiğince cevap verebilmemiz lazım. Bu sebeple de projelerimizde bir güncellemeye gitmemiz lazım. Alt yapı, ulaşım, bunlar zaten olması gerekenler ve en iyisini yapmak için çabalayacağız. Osman Baydemir döneminden beri süregelen hafif raylı sistem bu kentte olması gereken bir proje. Belki onu daha da geliştirerek, büyüterek yapmalıyız. Çünkü bu kent gitgide büyüyor. Ciddi bir trafik ve ulaşım sorunu var, Diyarbakır’ın ihtiyaçları çok fazla. Kapsayıcı, katılımcı, çoğulcu, olabildiğince herkese ses verebileceğimiz bir yerde durmamız lazım. Sokak hayvanlarının barınması meselesine, ekoloji ve çevreye, kadın alanlarına, çocuk- gençlik alanlarına olabildiğince kulak verip hepsini bir arada eşit büyütebilmeliyiz. Yapacak işlerimiz çok birikmiş ve inanıyorum ki bir güç birliği, bir dayanışma da açığa çıkacak. Bunu da yeniden canlandırabilmenin yol yöntemlerini bulabilmeliyiz."

'BARINMA İHTİYACINA CEVAP OLABİLMELİYİZ, BU YEREL YÖNETİMİN GÖREVİ'

6 Şubat depreminden sonra kentte bir de barınma sorunu var.

"Depremden sonra görüyoruz yıkımlar var bu şehirde. Binalar yıkılıyor. İnsanların barınma sorunu var. Ev kiraları çok arttı. Ekonomik kriz çok derin. Yoksullukla mücadele diye de bir sorunumuz var. Tek başına belediyelerin altından kalkacağı bir şey mi? Elbette değil. O yüzden merkezi hükümete çağrı yapıyoruz. Bizi karşılarına almasınlar. Bizimle kutuplaştırıcı siyaset gütmesinler. Tam tersi bizi yerellerde destekleyen, inisiyatif veren bir yerde olsunlar. Mesela 2016 öncesinde belediye olarak birçok sürecin içindeydik. Ama şimdi ne yaptılar? Her şeyi merkezi hükümetin birimlerine, ilgili şehirdeki dairelerine bıraktılar. Hayır, biz bu işin katılımcısı olmak istiyoruz. Yerel yönetimler demek çok seslilik demek. Bir belediye, bu komisyonların bir parçası olmazsa nasıl bir kent anlayışıyla hareket edebiliriz? Dolayısıyla o komisyonların o merkeziyetçi anlayışından çıkması lazım. Yoksa bu sorunları çözemeyiz. Barınma da bu sorunlardan bir tanesi. Bir yandan evler yıkılıyor, bir yandan konut ihtiyacı var. Birlikte el ele vererek, akılcı bir politika üreterek özellikle de dar gelirli insanların konut ihtiyacına, barınma ihtiyacına cevap olabilmeliyiz. Bu sadece yerel yönetimlerin görevi değil. Bu sebeple diyorum, o ayrıştırıcı dilden, o ayrıştırıcı siyasetten artık vazgeçmeleri gerekiyor. "

'YEREL YÖNETİM PARADİGMAMIZDA KATILIMCILIK ESASTIR'

Katılımcı belediyecilik için yöntemleriniz ne olacak?

"Bizim yerel yönetimler paradigmamızda katılımcılık esastır. Halkın muhakkak bu süreçlerde yer alması gerekiyor. Bunu gerçekleştirmek için yenilikçi yöntemler bulabilmeliyiz. Bunun için de ayda bir defa halka açık gün yapma fikri var. O halk toplantılarında bütün önerileri, ihtiyaçları, şikayetleri birebir dinlemek. Bu aslında çok da yeni değil. Bunları yeniden canlandırmak lazım. Sonuç alıcı hale getirmek lazım. Yani bir mahalle gelip o halk toplantısında bir şeyleri dile getirdiğinde üç tane problemi varsa iki tanesinin çözülmesi onlar için bir umuttur. Dikkate alındıklarını, sözlerinin dinlenip gerçekleştiğini görürler. Dönüp o zaman bu siyaseti de daha güçlü savunabilirler. Hem mahalledeki hem kentteki örgütlülüğün, bir araya gelmenin önünü açar, hem de biz başarılı bir yerel yönetimler anlayışı yakalayabiliriz."

'ONARIM HİZMETLERİNİ TAMAMEN BIRAKMIŞLAR'

HDP belediyeciliği ile kayyım dönemi arasında kentte şehircilik anlamında nasıl bir fark görüyorsunuz?

"Şehirde şu çok dikkatimi çekiyor. Bizim kentlerimiz bakılmıyor, onarılmıyor. Her şeyimiz kırık dökük. Bir şey başlatıyorlar, yarım yamalak bırakıyorlar. Çünkü ya kendi ihale ettikleri kişilerle ya da şirketlerle sorun yaşıyorlar. Kimse, ‘ben şu çukuru açtım, kapatayım. Bu kaldırımı yüksek yaptım, yanlış oldu, gideyim tadilatını yapayım’ derdinde değil. Dikkat edin, özellikle 6 Şubat depremi sonrası bu yıkılan binalar, özellikle Bağlar, Huzurevleri, Kayapınar’ın birtakım yerlerinde kent estetiğine dair o kadar çirkin bir şey ortaya çıkıyor ki. Bizim dönemde de eksiklikler vardı ama böyle değildi. Çünkü bakım onarım olmazsa senin yeni kurduğun şey, tabii ki tahrip olur. Sen onu sürekli onarmak zorundasın. Şimdi tamamen bırakmışlar onarım hizmetlerini. Bazı yerlerde kaldırımdan sokağa, sokaktan kaldırıma geçmenin imkanı yok. Çok işgaller var. Caddelerimizin, sokaklarımızın herkes için yaşanır hali olması lazım. Sadece oradaki esnafın işgal ettiği bir kaldırım olabilir mi? İnsanlar yol yürüyemiyor. Bizim dönemde de sıkıntılıydı, şimdi daha fazla."

"Bir de şehrimiz çok kirli. Temizlik anlayışı bırakılmış bir tarafa. Bizim dönemde caddeler, sokaklar temizdi, çöpler çok güzel toplanıyordu. Şehrin görünen yerlerine özen gösteriliyor. Ama diğer yerlerde biz gezip, görüyoruz. Bağlar, Huzurevleri, Şehitlik, arka sokaklarda şehir adeta kendi haline terk edilmiş. Bunu da göreve gelince bir an evvel gözden geçirmeli ve doğru projeler yapmalıyız. Diclekent’in ana caddesi bu kadar ışıklıyken, Bağlar’da karanlık sokakların olması doğru değil. Kent hizmetinin eşit, adil yürütülmesi lazım. Tam tersi dar gelirli semtler için daha çok çalışmalar üretmemiz gerekiyor. Oralarda daha çok parklara, yeşil alanlara, mesire alanlarına ihtiyaç var. Çünkü insanların ekonomik kriz sebebiyle sürekli dört duvara hapsedilme durumu var. Bu da bir sistem siyaseti. İnsanlar evlerde olsun, dışarıyı görmesin, birbiriyle temas etmesin, konuşmasın. İnsanlar ne kadar az bir araya gelir, temas ederse o kadar az siyasete dair muhalif ses çıkar. Kimse bir yere kımıldayamıyor. Bazı alanları bu kentte yaşayan halkın ihtiyaçlarına göre düzenlemeliyiz."

"Mesela Dicle Nehri kenarı, şu an gasp edilmiş, bütün o işletmeler oraları parsellemiş durumda. Cebinde, o semaverdeki çayları içecek paran yoksa oralara oturamıyorsun. Bizim 2014'te ve öncesinde bisiklet yolları yapmak, yürüyüş yolları yapmak, oraları düzenleme projemiz vardı."

'BAŞLATILAN PROJELERİ TAMAMLADILAR, SONRA KENDİLERİNE MAL ETTİLER'

HDP’li belediyelerin başlattığı ve kayyımların tamamladığı projeler de oldu.

"Partimizin anlayışı zamanında yapılan işler var. Bir de başlatılan projeler vardı. Onlar tamamladılar sonra kendilerine mal ettiler. Hevsel Bahçelerine bakan yürüyüş yolunu biz başlatmıştık. Millet Bahçesi adını verdiler. Kültür ve Kongre Merkezi olan ÇandAmed yine öyleydi. Biz yaptık, kurduk, tamamladık. Adını, çehresini, içeriğini değiştirdiler. Kendi paradigmaları, kendi ideolojileri doğrultusunda, ‘iyi aile nasıl olunur, iyi kadın ailede nasıl rol üstlenir, nasıl biat eder?’ şeklinde seminerlerin yapıldığı, insanlara bir yaşam anlayışının dayatıldığı, profesör sıfatıyla liyakatsiz insanların burada kendi dünya görüşlerini, kendi anlayışlarını yansıtmaya çalıştığı bir yere dönüştürdüler. Yeniden kendi kültürümüzle, kendi yaşam felsefemizle, kendi politikamızla, siyasetimizle bir an evvel o kent hizmetlerini bir araya getirmeyi amaçlıyoruz. 2019'da Selçuk Mızraklı ve Hülya Alökmen eş başkanlarımız yönetime geldiklerinden hemen kısa bir süre sonra film festivali yapıldı, ilçelere tiyatrolar götürüldü. Yine kendi binalarımızı, mekanlarımızı, sinema salonlarımızı kullandık. Yani yeniden, hızlıca. Çünkü bunun altyapısı var. Çünkü kayyımlardan sonra kendi kurumlarımız ayakta kaldı. Kültür-sanat kurumlarımız, kadın kurumlarımız. Bu süreçte de bir sürü şeyi yine inşa edip, bir deneyimi yine derinleştirdik, geliştirdik. Dolayısıyla o konuda şüphemiz yok. El birliğiyle, güç birliğiyle onların üstesinden gelebiliriz."

'KAYYIMLARIN AÇTIĞI YOZ İLİŞKİLER AYYUKA ÇIKTI'

2019 yerel seçimlerinde HDP kayyımın gitmesi için çaba sarf edip yönetimi devraldıktan bir süre sonra yine kayyım atandı. Bu durumun tekrarlanma kaygısını taşıyor musunuz?

"Bu gayrimeşru bir şey. Kürt halkı açısından bunun gayrimeşru olduğu biliniyor. Bence artık Ankara da biliyor bunu. Çünkü bu kayyımların pratiği, onların açığa çıkarttığı yoz ilişkiler, para ilişkileri, borçlar, yaptıkları, ettikleri ayyuka çıktı. ‘Biz sırf Kürtler seçilmesin, seçtiği yeri yönetmesin diye bu aygıtı keşfettik ama bu aygıt bizim elimizde patladı, ayağımıza dolandı, bize itibar kaybettirdi’ diye düşünen bir akıl var bence orada. Biz de hem bu aklın farkında olup hem de kendi öz gücümüze dayanarak hareket edeceğiz."

"Mesela ön seçimlerde bu da çok öne çıktı. ‘Biz kendi seçtiğimiz yerleri bu sefer teslim etmeyeceğiz’ denildi. Bu söylemi daha da yükseltmeli, seçim kampanyası sürecinde daha da güçlü kılmalıyız. Ve uluslararası kamuoyunda buna dönük birtakım çalışmaları olmalı. Uluslararası alanda Kürtlerin siyaseti nedir? Kürtler ne talep ediyor? Yerinden yönetim niye bu kadar önemli? Yerel demokrasi neden bu kadar önemli? Yerel demokrasinin zarar görmemesi, gasp edilmemesi için neler yapılmalı? Bu yönüyle buradaki siyasetin, uluslararası siyasetin hep birlikte bu sesi yükseltmesi lazım. Bir nehirde birden çok defa yüzülmez. İki defa yüzdüler ve çok derinlere battılar. Bunu üçüncü defa yapabileceklerine inanmıyorum. Buna cüret etmemeleri gerekir. Çünkü bu sefer bu kadar kolay olmayacak. Hiçbir zaman kolay değildi, hep itiraz ettik, günlerce protesto ettik. Hepimiz bu sürecin içinde yer aldık. Ama bir biçimiyle kırdılar bunu. Bu hükümet 2014’ten beri çok yönlü bir baskıyla geldi."

'KAYYIMLAR YOLSUZLUĞUN, USULSÜZLÜĞÜN, BORCUN İÇİNE BATTI'

"Tabii ki bu sistemin baskıcı yöntemleriyle tek başına Kürt siyaseti olarak mücadele edebilmek mümkün değil. Keşke bu kayyım meselesiyle ilgili biraz batının da yüzünü buraya doğru çevirebilsek. Mesela Boğaziçi Üniversitesi'ne bir darbe gerçekleşti ve halen de sürüyor. Batının yaşadığı oydu. Bizim yüzlerce belediyemiz elimizden alındı. CHP'li belediyelere bir hamle yapmak istediler. Yapmadılar, vazgeçtiler. Orada bir anlaşma mı oldu, ‘Bunu da yaparsak çok mu ileri gitmiş oluruz’ diye mi düşündüler bilmiyorum. Yani Türkiye'nin doğusuna cüret edebildikleri şeyi Türkiye'nin batısında yapmadılar. İyi ki de yapmadılar. O ayrı bir mesele. Ama bunun sadece Kürtlerin mücadele etmesi gereken bir şey olmadığını başka çevrelere kavratmak lazım. Bu devletin bir aygıt keşfetmiş olması korkunç bir şey. Kayyım eğer bir yolsuzluk ve usulsüzlük yapmışsa şirkete atanır. Aylarca müfettişler belediyede inceleme yaptı. Şeffaf bir yönetim olduğu için hiçbir şey bulamadılar aksine kasalarda para buldular. Bu halk için yapılacak projeler için ayrılmış bütçeydi. Kendi kayyımları yolsuzluğun, usulsüzlüğün, borçların içine battılar. Parsel parsel arazi sattılar, taşınmazlarımızı sattılar. Dolayısıyla bu kadarının artık hem Türkiye siyasetinde, hem Ankara'da, hem uluslararası alanda görünmesi gerekiyor."

"Biz de artık bu saatten sonra bu alanları sonuna kadar savunacağız. Olduktan sonraki savunmadan bahsetmeyelim. Öncesinde savunacağız. Öncesinde ciddi politikalarla, güçlü bir belediyecilik ve hizmet iddiasıyla geleceğiz. 31 Mart'ta seçime gittiğimizde bu halkın en yüksek oranda desteğini alacağız. Bu Ankara'ya da, yeniden böyle bir yöntemi denemek isteyenlere de bir cevap olacak."

Öne Çıkanlar