DEM Parti şerh düştü: 10’uncu Yargı Paketi’nde en temel beklenti karşılıksız bırakıldı

DEM Parti, 10’uncu Yargı Paketi’ne muhalefet şerhi düştü. Şerhte, 'İktidar, siyasi mahpuslara karşı açık bir düşman ceza hukuku anlayışı benimsemekte' denilerek sürece dikkat çekildi ve 'En temel beklenti karşılıksız bırakıldı' vurgusu yapıldı.

DEM Parti şerh düştü: 10’uncu Yargı Paketi’nde en temel beklenti karşılıksız bırakıldı

Artı Gerçek - Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Adalet Komisyonu üyeleri Dilan Kunt Ayan, Zülküf Uçar ve Onur Düşünmez, 10’uncu Yargı Paketi’ne dair muhalefet şerhi düştü.

Kürt sorunun çözümü bağlamında devam eden tartışma ve gelişmelere dikkat çekilen şerhte, “Bu hem ortak geleceğe olan inancın toplumsallaştırılması hem barış adımlarının amacına ulaşmasının ön koşuludur. Sürecin zemini de bu esaslar üzerinden oluşmalıdır. Ancak eldeki kanun teklifinin bu gerekleri karşılamaktan uzak olduğu açıktır” denildi.

'EN TEMEL BEKLENTİ KARŞILIKSIZ BIRAKILDI'

Şerhte, siyasi tutukluların tahliyesi, “Barış için güçlü ve ikna edici adım” olarak nitelendirildi. Şerhte, “En temel beklenti olmasına rağmen karşılıksız bırakılmıştır. Sorunu tanımak ve çözüm için sorumluluk almak, barış arayışının kilometre taşıdır. İnfaz alanında bu tanımanın öncelikli muhatabı da siyasi mahpuslardır. Nitekim barış arayışlarının başarısız olmasında bugüne dek siyasi mahpuslara uygulanan ayrımcı norm ve uygulamalar başlıca sebeplerden biri olmuştur. Sorunun kaynağı bu gerçekliktir; çözüm ise bu ayrımcılığı aşmaktan geçmektedir” ifadelerine yer verildi.

‘BARIŞA ZARAR VERİR’

Şerhte, devamla şu ifadelere yer verildi;

“Barış arayışlarında kanuni düzenlemeler, barış iradesinin somutlaşması olmak zorundadır. Bu iradenin gücü, meşru tabanı ve garantisi de toplumsal katılım ve konsensüstür. Kanuni düzenlemelerin ayrımcı kuralları içermesi ölçüsünde barış iradesinin zarar göreceği her an akılda tutulması gereken bir gerçekliktir. Aylarca toplumda yaratılan adil ve eşitlikçi infaz düzenlemesi umuduna karşılık Meclis'e sunulan paketin toplumsal barış iradesini destekleyen bir yetenekte olmadığı ifade edilmelidir. Eldeki teklif siyasi mahpuslara yönelik ayrımcı yaklaşımın yanında toplumsal umut ve barış ilişkisini de göz ardı eden bir muhtevaya sahiptir.

TOPLUMSAL İRADEYE DAYANMALI

Kanunların en geniş toplumsal katılıma dayanması, demokrasinin genel bir ilkesidir. Barış süreçlerinde bu ilke alternatifsiz bir öneme ulaşmaktadır. Unutulmamalıdır ki barışı sağlayan siyasi özneler olsa dahi sürdürecek olan toplumdur. Bu sebeple toplumsal onay ve katılım, istikrarlı barış sürecinin gereği ve meşruiyet ölçütüdür. Kanun tekliflerinin hazırlanması da bu doğrultuda, toplumsal iradeye dayanmalı ve toplumsal beklentileri yansıtmalıdır.

Siyasi mahpusların tahliyesi, demokratik toplum ve barış sürecinin ivme kazanması ile özdeştir. Bu, retorik bir ifade olmanın ötesinde olgusal bir gerçekliğe işaret etmektedir. Nitekim siyasi mahpusların, demokrasinin ve onurlu barış stratejisinin uygulanma ve toplumda kök salma yöntemlerine dair güçlü bir yoğunlaşmaları söz konusudur. Özetle, demokrasinin teori ve pratiğine dair derin yoğunlaşmaları sayesinde siyasi mahpusların demokratik toplum inşasında merkezi bir katkısı olacaktır. Tahliyelerinin önemli bir gerekçesi de bu şekilde anlaşılmalıdır.

CESUR ADIMLARA İHTİYAÇ VAR

Barışın inşası cesur adımlara bağlıdır. Hükümet bu cesaret ve sorumluluğun öznesi olarak davranmak zorundadır. Eldeki teklif bu sorumluluğu yansıtmaktan uzaktır. İnfaz rejimine hakim olan ayrımcı anlayışın değişmesine dair bir öngörü taşımayan teklif, ceza hukukunda çözüm olarak ceza miktarını artırmayı önermektedir. Bu yönüyle cezalandırma yaklaşımına yaslanan asırlık refleksi sürdürmenin izlerini taşımaktadır. Çözüm ceza ile terbiye etmek değil, suç sebeplerini ortadan kaldırmak, ahlaki ve politik dönüşümü geliştirmektir.

BEKLENTİYİ KARŞILAMADI

Türkiye'de her infaz düzenlemesi kamuoyunda yoğun ilgiyle karşılanmakta; mahpuslar, aileleri ve geniş halk kesimleri bu tür yasal değişiklikleri adaletin yeniden tesisi yönünde bir fırsat olarak görmektedir. Bunun temelinde, Türkiye’de adalet sistemine yönelik derin bir güven bunalımı ve ceza adaletinde yaşanan yapısal kriz yatmaktadır. Toplumsal adaletin en fazla sorgulandığı yerlerden biri olan cezaevleri, toplum vicdanındaki adalet duygusunun aynası haline gelmiştir. İşte bu sebeple 10. yargı paketinin özellikle de ceza infaz sistemini etkileyen maddeleri büyük bir umutla beklenmiş ancak paket bu beklentiyi karşılamamıştır.

EŞİTLİK İLKESİ VURGUSU

Kovid-19 salgını döneminde çıkarılan geçici infaz düzenlemeleriyle, 31 Temmuz 2023 tarihinden önce cezası kesinleşmiş mahpuslara yönelik 3 yıl erken tahliye imkânı getirilmiştir. Ancak aynı tarihte dosyası henüz kesinleşmemiş olan mahpuslar, aynı suçu işlemiş olsalar dahi bu düzenlemeden yararlandırılmamıştır. Bu durum, hem hukuk devleti ilkesine hem de eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır. Anayasa'nın 10. maddesi uyarınca, kanun önünde eşitlik temel bir ilkedir. Aynı suçtan yargılananlar arasında yalnızca yargılamanın tamamlanma zamanına göre bir ayrıma gidilmesi, nesnel ve makul bir nedene dayanmamakta; benzer durumda olanlar arasında keyfi bir farklılık yaratmaktadır. Örneğin, aynı dosyada yargılanan sanıklardan biri cezası erken kesinleştiği için tahliye edilirken, diğerinin davası uzun sürdüğü için bu haktan mahrum kalması, eşitlik ilkesini zedeleyen açık bir ayrımcılıktır.

10. yargı paketiyle bu eşitsizliğin giderilmesi ve İnfaz Kanunu Geçici 10. maddenin 31 Temmuz 2023 tarihinden önce işlenen tüm suçları kapsaması beklenirken iktidar bu konuda bir adım atmamıştır.

EVRENSEL İLKELERE AYKIRI

Maalesef Türkiye’de çıkarılan hemen her infaz düzenlemesinde sistematik bir biçimde adli mahpuslar lehine genişletici hükümler getirilirken, siyasi mahpuslar bu düzenlemelerin dışında bırakılmaktadır. Bu durum yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasal bir tercihin ve zihniyetin sonucudur. Adli mahpuslar için erken tahliye, ceza indirimi ya da alternatif infaz yöntemleri tanınırken; düşüncelerinden, siyasal faaliyetlerinden veya kimliklerinden dolayı cezaevinde bulunan devrimciler, siyasetçiler, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve öğrenciler bu kapsamın dışında tutulmaktadır. Bu bilinçli ayrım, hukukun evrensel eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır.

DÜŞMAN HUKUKU UYGULANIYOR

İktidar, siyasi mahpuslara karşı açık bir düşman ceza hukuku anlayışı benimsemekte; onları toplumun dışına iten, hak ve özgürlüklerini sistematik biçimde reddeden bir “istisna rejimi” uygulamaktadır. Bu rejim, hukuk devleti ilkesini aşındırmakta; cezanın sadece suçla değil, kimlikle, muhalefetle ve eleştiriyle bağlantılı hale geldiği bir adalet krizine yol açmaktadır. Bu nedenle Türkiye'de çıkarılan infaz yasaları, adaletin değil, siyasi önceliklerin bir yansıması haline gelmiştir. Gerçek bir ceza adaleti reformu için, adli mahpuslara yönelik eşitliğe aykırı, siyasi mahpuslara yönelik de istisnacı ve dışlayıcı yaklaşımın terk edilmesi, hukukun kapsayıcı ve eşit uygulandığı bir rejimin inşa edilmesi zorunludur.

İNFAZDA ADALET YOK

Teklifin 19. maddesiyle İnfaz Kanunu’nun 108. maddesinde değişiklik yapılarak, ikinci defa tekerrür halinde koşullu salıverme yasağı kaldırılarak ¾ koşullu salıverme imkanı getirilmektedir. Koşullu salıverme yasağının kaldırılması, cezanın tümünü içeride çektirme yönündeki katı infaz mantığını yumuşatmakta, hükümlünün yeniden topluma kazandırılması ilkesini esas almaktadır. Ancak bu düzenleme yine sadece adli mahpuslara yönelik olup Terörle Mücadele Kanunu’ndaki tekerrür halinde koşullu salıverme yasağı düzenlemesi olduğu gibi durmaktadır. Hükmünün kaldırılmaması ve bu Kanun kapsamındaki suçlarda koşullu salıverme yasağının devam etmesi ikili bir hukuk işletildiğini göstermekte ve siyasi mahpusları infazda adaletin ve eşitliğin dışında bırakmaktadır.

VİCDANA AYKIRI

Teklifin 20. maddesiyle İnfaz Kanunu’nun 110. maddesindeki özel infaz usullerinden konutta infazın uygulama alanı genişletilmiş fakat yine Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar dışlanmıştır. Çünkü 110. maddenin 9. fıkrasında bu madde hükümlerinin, ‘Terör suçları ile örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçlarından ya da örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlardan mahkûm olanlar’ hakkında uygulanmayacağı yazıldı ve bu fıkrada herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu ayrım, açıkça hukuka, insan haklarına ve vicdana aykırıdır. Bu eksik düzenleme, aynı yaş grubunda olan mahpuslar arasında yalnızca isnat edilen suçun ‘siyasiliğine’ göre farklı bir infaz rejimi öngörerek, yaşlı siyasi mahpusları insanlık dışı bir ayrıma tabi tutmaktadır.

SİYASİ MAHPUSLAR YAŞLANMIYOR MU?

Yaşlı mahpuslar için konutta infazın uygulama alanının genişletilmesi başta sağlık hakkına erişim olmak üzere temel insan haklarına uygun ve her zaman dile getirdiğimiz bir değişikliktir. Fakat bu değişiklik yapılırken siyasi mahpusların dışlanması, akıllara şu soruları getirmektedir: Siyasi mahpuslar yaşlanmıyor mu? Aynı yaş grubundaki adli mahpus için insani olan, siyasi mahpus için neden uygulanamaz? Bu soruların hiçbirinin hukuki ve ahlaki bir cevabı yoktur. Bu nedenle bu düzenleme, insan onurunu esas alan ceza hukukuyla bağdaşmamaktadır.

ALARM VERİCİ TABLO VAR

Cezaevlerinde hasta ve yaşlı mahpusların uygun tedaviye erişememesi, yaşam hakkını tehdit eden bir durumdur. Son yıllarda artan cezaevi ölümleri, özellikle yaşlı ve hasta siyasi mahpusların durumu, bu konuda alarm verici bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Partimizin Şırnak milletvekili Newroz Uysal Aslan’ın Adalet Bakanlığı’na verdiği soru önergesine aldığı cevapta, 515 günde 1.026 mahpusun cezaevinde yaşamını yitirdiği öğrenilmiştir. Bu cevap, her gün en az iki mahpusun cezaevinde yaşamını yitirdiğine dair korkunç gerçeği bizlere göstermiştir.

Bir cezanın vicdaniliği, onu veren toplumun ahlaki eşiğiyle doğrudan bağlantılıdır. Hiçbir vicdan, 80 yaşını geçmiş bir insanın, sırf siyasi kimliği veya inancı nedeniyle cezaevinde tutulmasını haklı bulamaz. Bu noktada devletin ahlaki sorumluluğu, cezalandırma pratiği ve güvenlik bahanelerini geçerek, insan onurunu ve yaşamı koruma yükümlülüğü haline gelmelidir.

İNSAN ONURUNA AYKIRI

Türkiye ceza adalet sisteminde siyasilere uygulanan ve ölünceye dek infaz edilen ağırlaştırılmış müebbet hapis, yalnızca bir ceza türü değil, hukukun içinden doğmuş bir istisna rejimi, bir tür yaşarken çürütme sistemi haline gelmiştir. Bu cezanın infaz biçimi, idamın zamana yayılmış hali olarak görülebilir ve insan onuruna tamamen aykırıdır.

Alman hukukçu Günther Jakobs'un kavramsallaştırdığı düşman ceza hukuku, hukukun belirli kişilere ‘vatandaş’ gibi değil, ‘düşman’ gibi davranması anlamına gelir. Bu anlayışta kişi artık hak süjesi değil, sadece tehlike kaynağıdır. Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet cezası infaz edilen ve ölünceye dek cezaevinde kalması istenen siyasi mahpuslar, bu düşman hukukunun nesneleri haline getirilmiştir. Devlet, bu kişileri hukuki muameleye layık bireyler olarak değil, sistemin bekasına tehdit oluşturan özneler olarak tanımlar. Bu nedenle onlara uygulanacak infaz rejimi de hukuki değil, siyasi ve cezalandırma amacıyladır. Türkiye’de de siyasi ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüleri, devletin tecrit altında tutarak yok etmeye çalıştığı birer beka tehdididir.

CEZA ÜST SINIRI KALKTI

Teklifin 20. maddesiyle maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği Adli Tıp Kurumu raporuyla tespit edilenler için, daha önce var olan 5 yıllık ceza üst sınırı kaldırılmış ancak bu sefer de ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüleri bu düzenlemenin kapsamı dışında bırakılmıştır.

MÜEBBET ALANLAR DIŞINDA TUTULDU

Yani ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü, hastalığı hangi derecede ve ne olursa olsun, cezaevinden çıkamayacak, ölümün kıyısında dahi olsa sevdikleriyle vedalaşamayacak ve cenazesi cezaevinden çıkacak demektir. Bu düzenleme, tüm hasta mahpuslar için cezanın üst sınırının kaldırılması nedeniyle lehe olsa da istisna tutulan ağırlaştırılmış müebbetler açısından büyük bir ahlaki sorun taşımaktadır. Cezaevinde kalamayacak derecede hasta mahpusların tahliye edilmemesi, ölünceye dek cezaevinde tutulması yaşam hakkının dolaylı ihlali anlamına gelir.

KÜRTLERE UYGULANIYOR

Teklifin 20. maddesiyle yukarıda değinildiği üzere maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği Adli Tıp Kurumu raporuyla tespit edilen hasta mahpuslar için konutta infaz usulü getirilirken, bu hak ‘toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmama’ şartına bağlanmıştır. Uygulamada özellikle Kürtler ve siyasi mahpuslar bakımından keyfi bir uygulama aracıdır. Bu kavram, ideolojik bir süzgeç işlevi görerek, hasta mahpusların tedavi ve yaşam haklarına yönelik sistematik ihlallerin meşrulaştırılmasında temel dayanak haline gelmektedir.

BİNLERCE HASTA MAHPUS VAR

Teklifin 20. maddesiyle getirilmek istenen düzenleme İnfaz Kanunu’nun 16. maddesine atıfla aynı usulün izleneceğini belirtmektedir. Hasta mahpusların cezasının konutta infazı için hastalığın mahpusun hayatı için ‘kesin’ bir tehlike oluşturması gerekliliği yerine yalnızca “tehlike oluşturması” yeterli görülmelidir. ‘Kesinlik’ ibaresi sebebi ile Adli Tıp Kurumu’nun mahpus hakkında ‘Cezaevinde Kalabilir’ şeklinde raporlar düzenlemesi nedeniyle tahliye olamayan binlerce hasta mahpus vardır.

ÇOCUKLARIN ALEYHİNDE

Daha önce doğrudan çocuk eğitim evinde barındırılan hükümlü çocuklar artık doğrudan kapalı ceza infaz kurumuna gönderilecek, kapalı ceza infaz kurumundan çocuk eğitim evine geçmek için çocuk mahpusların iyi halli olması aranacaktır. Mevcut düzenlemede hükümlü çocuklar, kapalı cezaevine göre dış dünya ile iletişim, kişisel alan, sosyal ve kültürel etkinlikler, eğitime erişim gibi imkanların daha mümkün olduğu çocuk eğitim evlerinde tutulurken teklifle kapalı cezaevlerinde tutulmanın öncelenmesi, çocuk hakları açısından açıkça bir geriye gidiştir. Öte yandan çocuk hükümlülerin çocuk eğitimevlerine geçebilmeleri, idare ve gözlem kurulunun vereceği ‘iyi hal’ raporuna bağlanmıştır.”

YARIN MECLİS'TE GÖRÜŞÜLECEK

Öte yandan 10. Yargı Paketi, yarın Genel Kurul’da görüşülmeye başlanacak. (MA)

dem parti yargı paketi muhalefet şerhi