Onur Hamzaoğlu’ndan çözüm süreci açıklaması: İktidarın hem niyeti hem de uluslararası pozisyonu yok

DEM Parti MYK Üyesi Onur Hamzaoğlu, çözüm süreci tartışmalarına yanıt verdi: ‘Bu koşullarda iktidarın buna kapı aralayabilecek hem niyetinin hem de uluslarası ilişikler bağlamında pozisyonun olmadığın görüyorum.’

Onur Hamzaoğlu’ndan çözüm süreci açıklaması: İktidarın hem niyeti hem de uluslararası pozisyonu yok

Seda TAŞKIN

ANKARA - Seçimlere iki gün kala Türkiye siyaseti seçimlere kilitlenmiş durumda. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) kilit rol oynadığı yerel seçim öncesi, DEM Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Onur Hamzaoğlu ile yerel seçim sürecinden çözüm süreci tartışmalarına, yeniden kayyım atama riskinden muhalefetin izlediği siyasete kadar pek çok konuyu konuştuk.

Çözüm sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Hamzaoğlu, çözüm süreci olması için şartların olgunlaşması gerektiğini belirterek, iktidarın çözüm süreci konusunda hem niyetinin olmadığını hem de uluslararası anlamda da bir pozisyonunun olmadığını vurguladı. Hamzaoğlu, kazanılan belediyelere kayyım atama riskine karşı ise tüm muhalefetin itiraz etmesinin önemine işaret etti.

Onur Hamzaoğlu’nun sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:

Yerel seçimlerde iktidarın ya da muhalefetin başarılı olması durumu önümüzdeki dönemde siyasette nasıl sonuçlara yol açar?

İktidar şu an elinde olan belediyelerden, hele ki büyükşehir belediyelerini kaybederse bu sonuçların muhalefet ve halklar için 2023 mayıs ayında yapılan genel seçimlerin topluma ağır bir biçimde yansıyan moral bozukluğunu hafifletecek bir başlangıç olacağını düşünüyorum. Öte yandan, hazineyi neredeyse sıfırlamış bir hükümet ve yandaşları için kent rantlarına ulaşamama gibi temelde hedeflemiş olduğu ekonomik kaynaklara ulaşamamaya da yol açacağından, ekonomik, moral ve sosyal yönden zayıflatacağı bir dönemin kapısı aralanmış olacak diye tahmin ediyorum. Kazanılacak belediyelerde üzerinden kent olanakları toplumcu bir perspektifte doğru kullanıla bilinir ve toplumsal gereksinimler ve öncelikler doğrultusunda paylaşılabilirse, yürütülecek ekonomik ve sosyal politikalar aracılığıyla AKP-MHP iktidarına alternatif yaratabilmek için ciddi bir olanak sağlayacaktır.

Tabi bunu muhalefette programatik olarak yapabilecek DEM Parti başta olmak üzere, az sayıda sol ve sosyalist partiyi daha sayabiliriz. Onun dışında maalesef böyle bir durum yok. Çünkü dünya genelinde uzun zamandan beri devam eden iktisadi kriz var ve bu nedenle, ülkelerin ve hükümetlerin rıza aracı olarak refah artışını kullanma olanakları ellerinde kalmadı. Bunun yerine şiddeti değişik biçimleriyle kullanıyorlar. Örneğin, Orta Doğu'da İsrail devletinin Filistin halkına yönelik olarak uygulamakta olduğu açlıkla bile soykırım gerçekleştirme, kitlesel açlık yaratarak, gıda ambargosuyla, ateşli silahlarla sağladığını görüyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya bu süreci açıktan destekliyorlar.

‘MUHALEFETİN KAZANMASI YEREL DEVLETİ HAYATA GEÇİRME OLANAĞI SAĞLAR’

İktidar bu haliyle Türkiye'ye bu iç alanda da yoksullaşmanın, işsizliğin artma riskini getirecek. Yerel yönetimleri muhalefetin kazanması durumunda, yerel demokrasiyi hayata geçirmeyi ve kentin olanaklarını kent halkının tümüyle birlikte paylaşma olanağı sağlar bize. Bu bakımdan bu seçimler bir genel seçim değil, iktidarı değiştirmeyecek ama doğrudan doğruya ülkedeki genel yaşantıyı hem ekonomik olarak hem sosyal olarak hem demokrasi alanı itibariyle etkileyecek bir 31 Mart gününe doğru ilerliyoruz.

DEM Parti’nin kendi adayları ile seçime girmesini nasıl değerlendiriyorsunuz, seçmende nasıl karşılık buldu?

DEM Parti Türkiye tarihinde bir ilki gerçekleştirdi ve kentin tüm dinamiklerinin katıldığı bir aday belirleme süreci yaşandı. Hem eş başkan adayları hem de meclis üyeleri bu süreçlerde belirlendi. Bu dünya genelinde de Türkiye’de de doğrudan demokrasinin böyle bir süreçteki önemli adımlarından birisi. Belediyeler kazanıldıktan sonra yönetmede katılım mekanizmalarının tabandan itibaren nasıl işletilebileceğinin önemli bir göstergesidirr. Bu yıl, kentlerde son birkaç yılın en kalabalık, coşkulu mitinglerini, Newrozunu kutladık. Dilerim, halkın bu yönelimi, bu sahiplenmesi, bu coşkusu sandığa da aynı şekilde yansır. DEM Parti’nin doğrudan demokrasiyi hayata geçirmesiyle halklarla tazelenen ilişkinin bir ürünü/sonucu olarak bütün bunlar gelişmeye başladı. Bu durumun hepimiz için, kıymetli ve olumlu bir tecrübe olarak partimizin tarihine geçtiğini düşünüyorum.

‘ERDOĞAN’IN HÜKÜMETİN BAŞI OLMASININ ÖTESİNDE BİR ROLÜ YOK’

Seçim sonrası yeni bir çözüm süreci başlatılacağına yönelik iddialar gündeme gelirken, diğer yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise yeni operasyonların olacağını ve DEM Parti’yi muhatap almayacağını yönelik açıklamalar yapıyor. Seçim sonrası siz ne tür gelişmeler görüyorsunuz?

Dünya siyasi tarihinde ülke içi çatışmaların sonlandırılması ile ilgili aşamalar artık bir kural halinde belirlenmiş durumda. Hatta Türkiye, Filipinler'deki çözüm sürecinde kolaylaştırıcı rolü taşıyor. Peki çözüm süreci neyi içeriyor? Dört aşaması var bilinen; bunlardan ilki ateşkes, ikincisi müzakere, üçüncüsü antlaşma, dördüncüsü de bu antlaşma yapıldıktan sonra normalleşme süreci. Bunlar dört başı mamur sağlanabilirse bu boyut gerçekleşiyor. Burada muhataplık meselesi itibariyle ve bu muhataplıkları gerçekleştirirken bu süreci kimlerin kolaylaştıracağı meselesini ayrı ayrı ele almak gerekir. Bu muhataplık herhangi bir kişide ya da iktidarda şekil bulabilir, bulmayabilir. Ama sonuç itibariyle, yüz yılı tamamlamış bir Cumhuriyet’in ve uzun zamandan beri, yine aynı tarihsel süreçte yaşanmakta olan bir Kürt sorunundan bahsediyoruz. Ama müzakere sürecinin başlayabilmesi ile ilgili olarak gelişen süreç daha önceden de olduğu gibi muhataplarıyla muhataplarının karşı karşıya gelmesi. Bu bakımdan Türkiye'de Erdoğan isminin bu süreçlerde iktidardaki hükümetin başı olmasının ötesinde bir özel rolü yok. Devleti temsil ettiği ölçüde hangi isimse bu, o dönemde hükümet kimse, onun üzerinden anılabilir ve bu gayet doğal. Ama uzun zamandan beri AKP’nin hükümet olması özelliği ve AKP Genel Başkanı sıfatını yürütüyor olması nedeniyle bu isimle anılıyor.

‘ÇÖZÜM SÜRECİ İÇİN KOŞULLARIN OLGUNLAŞMASI GEREKİR’

Ama gerçek anlamda, uluslararası boyutu itibariyle de isimler üzerinden değil, doğrudan doğruya yapılar üzerinden giden bir durum. Bir tanesi o çatışmanın olduğu ülkenin devleti, bir diğeri de o ülkede, o çatışmanın tarafı olan diğer örgüt yapısı var. Bu süreçte DEM Parti gibi yapılar, meclisteki muhalefet ve sivil yapılar bu süreçlerde kolaylaştırıcı olabilir. Ama oturumları yürüteceklerin asli unsurlar olarak dünya örnekleri diyor ki önce karşılıklı olarak ateşkes ilan edilir, ateşkesin sağlandığı ortamda müzakere edilir. Birbiriyle muhatap iki yapı muhakkak müzakere eder. Ardından bu müzakerelerde bir sonuca ulaşılırsa anlaşma gerçekleşir. Anlaşmadan sonra da halklar bu yeni durumu içlerine sindirecek şekilde, kurumsal olarak bunu benimseyecek hale getirir. Yaşamın içinde bu sağlanır. Bunun sağlanabilmesi için öncelikle koşulların olgunlaşması gerekir. En azından bu seçim sürecinin böyle bir koşulu, iktidarın durumu itibariyle güçlendirdiğini, buna bir fırsat kapı araladığını görmüyorum. Çünkü özellikle Dışişleri Bakanı ve MİT Müsteşarı’nın hatta Savunma Bakanı’nın zaman zaman birlikte, zaman zaman ayrı ayrı güney sınırımızda, Irak'ta ülke ziyaretleri ve seçim sonrasında “… Suriye'yi benzer bir biçimde, Irak'ta da bir güvenlik bölge ilan edeceğiz ve bunun için mücadele edeceğiz, bunun için anlaşmalar yürütüyoruz” açıklamalarını değerlendirmemin temel verisi olarak ele aldığımı özellikle paylaşmak isterim.

‘İKTİDARIN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE TUTUNACAK DALI KALMADI’

Bu iktidarın uluslararası ilişkilerde tutunacak hiçbir dalı kalmadı, sıfırı tüketti. Yakın dönemde Rusya ile depoya kaldıracağı S-400'ler alacak kadar yakın bir ilişkisi vardı. Suriye üzerinden yürütülen faaliyetler, yine eş zamanlı olarak Suriye'deki iç savaşla beraber gündeme gelen göçmen sorunu ile ilgili Avrupa Birliği'nde Merkel üzerinden ‘bir depo ülke’, ‘göçmen depo eden ülke’ olması için karşılıksız çok ciddi mali yardımlar aldı. O yıllar, Türkiye'deki kişi başına düşen gayri safi milli hasılanın neredeyse en yüksek olduğu AKP dönemidir. Bütün bunlar esasında var olan uluslararası pozisyonu, bu iktidarın bir ticari yaklaşımla ‘iyi pazarladığını’ söylemek isterim. Ama geldiği aşamada, uluslararası ilişki alanında, görünüyor ki, Avrupa Birliği doğalgaz konusunda Rusya’ya bağımlı kalmak istemiyor. İkincisi ise, Orta Doğu'daki vekalet savaşları artık vekalet savaşı olmaktan çıktı. Biraz önce saymış olduğum isimler üzerinden de doğrudan savaşa dönüşmüş durumda ve özellikle Avrupa'ya doğalgaz, başta olmak üzere, fosil enerji kaynaklarının ulaştırılması konusunda Türkiye'yi dışlayan bir planlamanın da var olduğu Türkiye tarafından biliniyor.

‘İKTİDARIN ÇÖZÜM SÜRECİNE NİYETİ YOK’

Dış alanda, uluslararası ilişkilerde “kaybetmiş”, “dışlanmış” bir iktidarla yönetiliyoruz. İçeride bunu telafi etmenin yolunu şiddeti ve baskıyı artırmakta görüyor. Bu dönemde tabii ki halkların kardeşliği bağlamında bir barışı temel talep eden bir partinin üyesiyim. Bu anlamda asla bir tereddüdüm yok. Ama bu koşullarda iktidarın bunlara kapı aralayabilecek hem niyetinin hem de uluslararası ilişkiler bağlamında pozisyonun olmadığını görüyorum. Bu durum, bizim umudumuzu zayıflatmak değil, aksine bu iktidarın gidebileceğini ama yerine gelebilecek olan hükümetin tümüyle hem ülke içinde hem ülke dışında komşularımızla yeni bir sayfa açabilen, beyaz sayfayı bir barış sayfası olarak açabilen bir hükümet olabilirse anlamlı olacağının da ipucunu veriyor. En azından bu dönemde iktidar pek çok yerde kaybederse bu sonucu hep beraber görebilirsek, umutlarımızın da çok daha yakın tarihte gerçekleşebilme olanağını ortaya çıkabileceğini düşünüyorum.

DEM partinin seçim kampanyasını nasıl buldunuz?

DEM Parti seçim kampanyasını genel seçimlerde birinci ve ikinci olduğu illerde doğrudan demokrasi uygulamasını hem meclis üyelerinin hem de eş başkan adaylarının doğrudan halklar tarafından seçilmesiyle başlatmış oldu. Onun yanı sıra tabii ki en güçlü bir biçimde bütün yerellerde, o yerellerin özgünlüklerini ele alarak, örgütün bu döneme yönelik yoğun bir çalışma trafiği yarattığını, her yerde var olmaya çalıştığını söylemem gerekir. Tabii ki hükümet bu dönemde yerel seçimleri bir genel seçim atmosferine sokmaya çalışıyor. Bu bağlamda genel söylemlerle, elindeki medya olanaklarıyla bunu sağlamaya çalışıyor. Ama biz de buna alternatif olarak bir yerel seçimin özgünlüklerini de koruyarak her bir yerelde yaşanan sorunları nasıl çözeceğimizi, o kentin halklarıyla konuşup hatta tartışarak ortaya koyduğumuz mesajlarımızı paylaşıyoruz. Hem seçim mitinglerinin hem de newrozların hem nitelik olarak hem de nicelik olarak, başarılı olduğunu görüyoruz. Umuyorum ki 31 Mart günü sandıklarda başarımızı test etmiş olabileceğiz.

Yeniden kayyım atanma durumuna karşı hem muhalefet cephesi hem de DEM Parti neler yapmalı?

AKP iktidarı kayyımı bir siyasi araç olarak gündeme getirdi ve başarısızlıklarına yeni bir sayfayı eklemiş oldu. Yolsuzluklar, hırsızlıklar, israf, kayırmacılıkla beraber halkın/seçmenin iradesini gasp etmeyi halklara yaşatmış oldu. 2016 yılında ‘Anayasaya aykırı ama” diyen, dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki uygulamalar günümüzde de devam ederse iktidarın siyasi eğiliminin önünde yalnız kalmış oluruz. Ama hem kazanılacak belediye başkanlığı sayısı hem de oy oranı olarak bir başarı elde edebilirsek, 31 Mart'taki sandığa yansıyan bu iradeyle doğrudan ilişkili olarak ve beraberinde muhalefetin de ortak tutum ve dayanışmayla birlikte davranması halinde iktidarı durdurmanın mümkün olacağını düşünüyorum.

Dolayısıyla kayyım tartışması, yapar mı, yapamaz mı meselesinden öte, daha zamanımız olan şu son 2 günü, hem DEM Parti'nin hem de muhalefetin nasıl değerlendireceğini, daha sonra görev alacakları belediyelerin başına halkların iradesini gasp etmek hedefiyle bir uygulama geldiğinde hep birlikte, kimin başına gelirse gelsin, hep birlikte bunun demokrasiye aykırı olduğunu, bunun halkların iradesini gasp etmek olduğunu haykıran ve buna yönelik tutum alan bir boyut sağlanabilirse anlamlı bir karşı koyuş olacağını düşünüyorum. Bu dönemde hem DEM Parti'nin tecrübesi itibariyle hem DEM Parti'ye oy veren halkların tecrübesi itibariyle her bir belediye için ülke genelinde örgütlü bir mücadele ile karşı koyacağını umut ediyorum. İktidarın ilk girişiminde böylesi bir tutum örgütlenebilirse hem geri adım atacağını hem de sonrası için önceki yıllarda olduğu gibi kolayca cesaret edemeyeceği öngörüsüne sahibim.

DEM Parti’nin bileşenlerinden bazılarının kendi adaylarına oy istemelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun 2011 genel seçimlerindeki başarısının hemen sonrasında bu yapının ana unsurları tarafından toplumsal alanı örgütleyebilmek hedefiyle Halkların Demokratik Kongresi (HDK) kurulmuştu. HDK, toplumsal alanı örgütlemek bakımından sadece siyasi yapı, siyasi partilerle değil, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, kadın örgütleri, gençlik örgütleri, inanç grupları ile birlikte akademisyenler, sanatçılar, edebiyatçılar vb. den oluşan bireylerle Türkiye’de barış, demokrasi, toplumsal eşitlik ve refah içinde hep birlikte yaşanabilecek bir ülkeyi yine hep birlikte yaratabilmek için bir araya gelmişti. Bu amaçla kurulan HDK, siyasi alandaki varlığını yaratabilmek için 2012 yılında, bir kongre partisi olan Halkların Demokratik Partisi'ni (HDP) kurdu. HDP Türkiye’nin ilk kongre partisidir. HDP, 2023 yılından itibaren yoluna DEM Parti olarak devam ediyor. Başka bir ifadeyle, DEM Parti de öncülü HDP gibi bir kongre partisidir ve pek çok parti ve yapıların yanı sıra bireyleri de kapsayan birleşenlerden oluşmaktadır.

DEM Parti, başka bir partide olmayan bu yapısal özellikleri gereği, seçim sürecini ön seçimler yaparak doğrudan demokrasiyi hayata geçirmeye çalıştığımız tarihten başlayarak, nisan ayının ilk günlerine kadar olan seçim sürecini kendi organlarında tüm bileşenlerinin katılımıyla; sadece sorduğunuz konuyu değil, sürecin tümünü bütün yönleriyle değerlendirecektir. (HABER MERKEZİ)