Serra Bucak: Kayyımlar halkta seçimlere karşı büyük bir güvensizlik yaratıyor

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Serra Bucak, "Kayyım atamaları halkta seçimlere karşı büyük bir güvensizlik yaratıyor" dedi. "İçi boşaltılmış belediye devraldık" diyen Bucak, kayyımların usulsüzlüklerin cezasız kaldığını anlattı.

Ensar ÖZDEMİR


DİYARBAKIR - Yeni bir çözüm süreci başlar mı tartışmalarını peş peşe kayyım atamaları ve belediyelere soruşturmalar izlerken, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Serra Bucak, kayyımların yarattığı tahribata dikkat çekti.

3 Haziran'da DEM Partili Hakkari Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış'ın yerine kayyım atanmasının ardından 31 Ekim'de kent uzlaşı ile seçilen CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer tutuklandı ve yerine kayyım atandı. Hemen ardından 4 Kasım'da bu kez DEM Partili Mardin Büyükşehir, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atandı.

İki kez kayyım atanarak seçilmiş başkanların görevden alındığı ancak 31 Mart 2023 seçiminde DEM Partili adayların yüzde 64'ün üzerinde oyla eşbaşkan seçildiği Diyarbakır'da, Van, Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti'deki atamalara büyük tepki var.

Eşbaşkan Serra Bucak, yaşanan sürece dair Artı Gerçek'in sorularını yanıtlarken, kayyım tahribatını, nasıl bir belediye devraldıklarını anlattı.

'ÖN SEÇİM VE KAMPANYA SÜRECİNDE KAYYIMLARLA MÜCADELE ETTİK'

- Hakkari ile başlayan, Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti ile devam eden kayyım atamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında bu konuyu ben bir parça geriye götürmek istiyorum, hem ön seçim hem seçim kampanya sürecimize. Çünkü kayyım atanma ihtimalinin bu kadar yoğun tartışıldığı, iki dönem kayyımların atanmış olduğu, sekiz yıllık bir süreç var burada. Bir hafıza oluşuyor, bir deneyim oluşuyor bu bölgede seçim sandığının başına giden ve oy kullanan halk açısından. Dolayısıyla biz ön seçimlerde ve seçim kampanya sürecinde de bununla ilgili kısmen mücadele ettik. Aslında seçimlerin manasız olmadığına ikna ettik birbirimizi karşılıklı. Bizim kitlemiz partisine oy verme noktasında elbette son derece kararlı bir kitle. Siyasi görüşü, partisinin politikalarını benimsiyor oluşu, destekliyor oluşu bir yana bir taraftan 'yeniden bir kayyım atanır mı?' endişesi oluşur diye tartışmamız, konuşmamız, birbirimizi ikna etmemiz, kitlemizi, halkımızı yeniden motive etmemiz diye bir şey var. Bu enerji çok önemli, çok kıymetli bir enerji bence. Bir halkın iki defa kayyım atanmasına rağmen bu inancını büyütmesi, az inancı olanın yanı başında olanı ikna etmeye çalışması bu o kadar kıymetli bir örgütlenme biçimi ki o yüzden geriye giderek anlatmak istedim.

'KAYYIM HALKLARIN İRADESİNE YÖNELİK TEHDİTTİR'

Ve sonrasında süreç Van’la başladı. Mazbatanın verilmemesi, Van’daki o muazzam direnişin buralara yansıması, yüksek bir moralle bu meselenin kısmen şimdilik sonlanması ama sistem durmadı. Hakkari ile devam etti. Maalesef Hakkari'de şimdilik sonuç aldı ve kayyım görevde. Dolayısıyla bütün bu kayyım atamaları en başta çok büyük bir enerji kaybı, halk içerisinde büyük bir güvensizlik yaratıyor, seçimlere karşı güvensizlik. Halk açısından ele aldığımda, seçime giden, oyunu kullanan, iradesini ortaya koyan, değişim isteyen, dönüşüm isteyen, hele hele gençler açısından değerlendirildiğinde 22 yıllık bir iktidar ve bizler seçim döneminde ve yedi aylık yerel yönetimler döneminde alanlarda, sahalarda gözünü açtığından beri bu hükümetle baş başa kalmış bir gençlikle birlikteyiz. Bu gençliğin sorunları var. Yani bu ülkede açlık var, yoksulluk var, geçim sıkıntısı var, eğitim problemi var. Sağlığa erişim problemi var.

Hangi alana baksanız bir sorunlar yumağı. Elbette bunun en tepesinde Kürt sorununda ısrar edilen bir çözümsüzlük siyaseti, güvenlikçi politikalar üzerine bu güvenlikçi politikaların bir başka versiyonu olan yerel yönetimlerde kayyım atama siyasetini sürekli gündemde tutma. Bu sürekli bir tehdit halinde aslında, halklara yönelik bir tehdit. Bugün yarın atanabilir, iki ay sonra atanabilir. Oysa ki burada bir halk gerçeği var. Burada ifadesini, iradesini ortaya koymuş bir halk gerçeği var. Oturup sorunların çözümünün siyasette, parlamentoda, yerel yönetimler çatısı altında, demokratik siyasette, kentlerde, kent uzlaşı dediğimiz geniş platformlarda, sivil toplumda, halkla ve tarafların hepsiyle birlikte çözülebilir.

Bu açıdan kayyım atamalarını nasıl değerlendirdiğim sorusuna verecek cevabım; bu halkın enerjisine, bu halkın iradesine, bu halkın değişim dönüşüm isteğine, arzusuna yapılmış bir gasp olarak değerlendiriyorum. Halk derken sadece Kürt halkını da kastetmiyorum. Sekiz yıldır belki bizim bölgemizde, bizim partimizin kazandığı belediyelere kayyımlar atanıyor olabilir. Ama kimse sanmasın ki buradaki bu gasp hali, bu antidemokratik, bu akıl almaz hukuksuz mesele batıya yansımıyor. Elbette yansıyacak, yansıyor da.

'HALK, KAYYIM ATAYACAKLARSA BİR DAHA SEÇİM YAPMASINLAR DİYOR'

serra-bucak.jpg

İlk kayyım atamalarında da biz bunu her zaman söyledik. 2016 yılında kayyumlar atandığında bizim siyasetimiz bunu çok net söyledi. ‘Bugün bizde başladı yarın size gelecek’. İşte Türkiye’nin en prestijli üniversitesi Boğaziçi’ne kayyım atacak bir noktaya getirdiler. Benzer bir siyaseti orada devam ettirdiler.
Demeye çalıştığımız şey şu; bu sürdürülebilir bir şey değil. Bu sürdürülebilir bir sistem, bir yol değil. O zaman bir daha yerel seçim yapmasınlar. Halkımızın da düşüncesi bu, 'bir daha yerel seçim falan yapmasınlar' diyorlar. Seçim varmış gibi, demokratik bir ülkede yaşıyormuşuz gibi, hukuk devletinde yaşıyormuşuz gibi düşünmeyelim. Sokaklarda da görüyoruz insanlar son derece meşru, demokratik hakkını dile getiriyor. Başka türlü nasıl dile getirsin ki. Seçimde dile getiriyor, sandıkta dile getiriyor. 'Sonuçlara bakarak kendine bir yol haritası çıkar' diyor iktidara. Ama iktidarın cevabı sürekli aynı olunca, sürekli tekrar eden bir cevap olunca o zaman sokaklarda, alanlarda yan yana durmak, örgütlenmek, direnmek ve bunu mümkünse Türkiye’nin ve dünyanın gündemine koymak dışında başka da bir seçenek kalmıyor. Ve bunu da devam ettireceğiz.

'KAYYIMLARIN USULSÜZLÜKLERİ CEZASIZ KALIYOR'

- Sayıştay’ın 2023’ü denetim raporuna göre Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi kayyımı 271 taşınmazdan kira almamış, 4 taşınmaz dernek ve vakıflara tahsis edilmiş. Buna benzer birçok usulsüzlük raporda yer alıyor. Siz kayyımdan nasıl bir belediye devraldınız? Kayyımlar nasıl bir tahribat yarattı?

O kadar çok usulsüzlük var ki hangi birini sırlayalım. Yani yedi aydır yazdığımız, söylediğimiz, raporlarımız, buradaki denetimlerimiz... Kimi denetimlerimiz savcılıklara da yansıdı. Suç duyurusunda da bulunduk kimi usulsüzlüklerle ilgili. Kayyım döneminde burada kimi daire başkanlıklarında yürütülen usulsüzlüklerle ilgili. Maalesef o kadar tekinsiz bir ülke yarattılar ki insanların sorguladığı ama sorgulamasını sonunda bir yere varamadığına kanaat getirdiği bir yolsuzluk sistemi. O kadar ki ipin bir ucu var diğer ucunu bulamıyorsunuz. O kadar ustalaşmışlar bu yolsuzluk ve talan meselesinde. İpin ucu var ama öbür ucu yok. Öbür ucunu bulmak için insanlardan gazetecilerden, araştırmacılardan, yerel yöneticilerden, halktan büyük bir enerji bekleniyor yine. Yani bu da büyük bir enerji kaybı. Çıkardık biz; raporlar var, sonuçlar var ortada ama ne oldu bunun bir cezası yok. Sürekli bir cezasızlık politikası ile karşı karşıyayız. İktidarın yaptığı, iktidarın menfaatlerinin olduğu kayyımların eliyle yapılan her şeyde bir sonuçsuzluk var. Bir yargıya taşınmama hali var, hukukun işletilememesi hali var. Böyle olunca da elbette o bahsettiğim güven, inanç tekrar yeniden azalıyor ve 'ortaya çıkarsak ne oluyor' diye bir algı oluşuyor.

'MUHALEFETİN BELEDİYELERİNE HER AY MÜFETTİŞ YOLLANIYOR'

Mesela bir örnek vereyim; Sayıştay raporu var; 2023’ü inceledi, denetim yaptı. Ancak yüzeysel bir araştırma bu. Asla derine inme yani asla olması gereken daire başkanlıklarını incelemeye dönük bir denetim değil. Usulen yapılmış bir şey.

Bulgular ortaya konulmuş ve küçük kınamalar yapılarak neticelendirilmiş. Biz buna hakikaten bir Sayıştay raporu diyemeyiz. Sayıştay'ın içerisindeki yapılanmanın da farkındayız. Oradaki dönüşümün de farkındayız. O değişim dönüşüm pozitif bir değişim dönüşüm değil. İktidarın yarattığı bir değişim dönüşüm özellikle 31 Mart 2024 seçimlerinden sonra iktidarın kazandığı belediyelerde o döneme kadar yapılmış işlemleri usulen inceleyen, mümkünse incelemeyen ama muhalefetin almış olduğu belediyeleri didik didik eden her ay her ay müfettişler yollayan didik didik eden bir süreci yaşıyoruz biz burada.

'ASIL BİZ KAYYIM SÜRECİYLE İLGİLİ MÜFETTİŞLERİ GÖREVE ÇAĞRIYORUZ'

Yedi aydır seçildik, daha geçen hafta DİSKİ'den gitti. Bir usulsüzlük bulamadı. Birkaç küçük şey bulmuş o da kayda değer şeyler değil. Yani düzeltilebilecek küçük hatalar, evraklarla ilgili falan. Bu hafta tekrar geldi. Bu hafta burada tekrar Sayıştay müfettişini karşıladık, buyur ürettik, oda verdik kendisine. yani bu süreci biz yaşayacağız belli. Muhalefet belediyelerine yaklaşımları bu. Kendi dönemlerini bitirene kadar Sayıştay kıskacı altında bunu yapıyorlar. Belediyeyi devraldığımızda aslında çok isterdik ki bizim müfettiş çağrılarınıza cevap versinler. Biz geldiğimiz günden beri dedik ki 'asıl biz müfettişleri göreve çağırıyoruz. Sekiz yıldır kayyım sürecini gelip irdelemesinler, açıklasınlar bu halka anlatsınlar'.

'KAYYIMIN DEVRETTİĞİ 44 TAŞINMAZI HÂLÂ GERİ ALMAYA ÇALIŞIYORUZ'

Bizim 44 tane taşınmazımızı devretmişler başka kurumlara. Üstelik biz gelir gelmez ilk mayıs meclisinde buna itiraz ettik. Buna dair bir yürütmeyi durdurma kararı çıktı ve şu an mahkemeye taşındı ama bize geçmedi bu taşınmazlar. Yani bizim olan, bu halka ait olan şey bize verilmedi.

Devegeçidi Piknik Alanına bu halkın ihtiyacı var. Bu halkın ihtiyacı Elazığ’daki çocuk kampı. Bu halkın ihtiyacı diğer taşınmazlar. Ama ne yaptılar hepsi o kurumlarda kalmaya devam etti. Buna dair de bir tespit yok mesela. Gidip demiyor ki ‘bu kurumun buna ihtiyacı var mı?’ Mesela Milli Eğitimin bu taşınmaza ihtiyacı var mı? Halk Eğitimin var mı? Elazığ’daki Özel İdarenin var mı? Yine bu Sayıştay‘ın raporunda dört adet taşınmaz var, bunlar dernek ve vakıflara devredilmiş. Biliyorsunuz ki dernek ve vakıflara bir tahsis söz konusu olamıyor. 271 taşınmazdan kira alınmamış. Bunun gibi son derece keyfi usulsüzlükler yapılmış. Kimisinden kira almıyor, kimisini dernek ve vakıflara devrediyor ve bunun sorgusu suali yapılmıyor.

'İÇİ BOŞALTILMIŞ BİR BELEDİYE DEVRALDIK'

Biz çok yoğun tahribatlı bir belediye devraldık. Biz içi boşaltılmış bir belediye aldık. Tam manasıyla içi boşaltılmış. Yani kendi envanterine, hiçbir şeyine sahip çıkmayan bir akıl bu. Kendi hizmet binasındaki hiçbir envantere, hiçbir masa sandalyeye sahip çıkmayan bir zihniyet bu.

Personelinin kullanacağı bilgisayara sahip çıkmayan. Bizlerin 2015’lerde kurmuş olduğu kreşlerimize gittik mesela, onların açılışını yapacağız. Bakım, onarım, tadilattan geçireceğiz. Bütün malzemelerimiz ve envanterimiz çöp içindeydi. Biz ne kurmuşsak, onlar gelene kadar biz ne inşaa etmişsek o halinden eksi üçlere kadar düşürmüşler bütün kurumları.

'DİSKİ 8 YILDA KANAL TEMİZLİĞİ DAHİ YAPMAMIŞ'

DİSKİ'de mesela, sekiz yılda bir kanal temizliği dahi yapılmamış, tek bir kanal ihalesi yapılmamış. Arkadaşlarımız kanal temizliğine başladığında gördüler ki kanallarda o kadar yoğun, o kadar yıllara sahip bir çöp birikintisi var. Ki zaten bu çok belli oluyordu o kanal taşmalarından yağmurlardan sonraki birikmelerden ve apartmanların özellikle koku şikayetlerinden. Biz bunu birçok semtte, birçok mahallemize tespit ettik. Şehitlik’te, Huzurevleri'nde birçok yerde tespit ettik. Özellikle birinci katların bütün kanallarının tıkalı olduğunu gördük. Biz geldiğimizden beri kanal temizliği yapıyoruz. Yani bir bütün olarak çok yoğun bir tahribat yarattılar. Hiçbir bakım, onarım, tadilat işlerini üstlenmediler.

'BÜYÜK BİR VURGUN YAPTILAR, BİZİ 3.5 MİLYAR TL BORCA SOKTULAR'

Büyük vurgun yaptılar. Bütün bunları görüyoruz. Bizi 3.5 milyar TL borca soktular. Halen o borçları geri ödüyoruz. Gelen krediler, fonlar var. Bunlarla ne yapılmış bilmiyoruz. Mesela doğalgaz kombi alımı için bir Avrupa Birliği fonuna başvurulmuş o para nereye gelmiş, nasıl gelmiş, nereye gitmiş, kombiler nerede kime dağıtıldı bütün dairelere sorduk ne bir evrak var ne bir kayıt.

'KAYYIM DEMEK DESPOT BİR REJİM DEMEK'

Yoğun bir tahribat var. Aynı zamanda insanların zihninde de yoğun bir tahribat var. Aslında en çok mücadele etmemiz gereken şey bu. Bir korku atmosferi yaratılmış. Bir biat kültürü yaratılmış, sorgulamıyor. Buradaki personelimiz hiçbir şeyi hiçbir şekilde sorgulamıyor. Yeniden eğitimlerimizi yapmaya başladık. Ulaşım şoförlerimizden tutalım Kadın Politikaları Dairemize kadar farkındalık çalışmaları, eğitim çalışmaları, toplumsal cinsiyet, kurum içi kapasite geliştirme çalışmaları. Çünkü kayyım demek aslında despot bir rejim demek. Burada tek adamlık demek. Biri genel sekreter, bürokrasisi yapısı beş adamla bir kenti yönetmeye çalışıyorlar. Geri kalan her şey, bütün bu bina, bütün bu ek binalar, bütün o personeller hiçbiri bu kentin çalışmasına, hizmetine, fikir değiştirmesine müdahil olmuyor, dahil edilmiyor. Kimseden düşünmesi, öneri sunması tavsiye sunması istenmiyor.

'KAYYIMA KARŞI TEPKİLERİ OLUMLU BULUYORUZ AMA DAHA DA BÜYÜTÜLMELİ'

- Kayyım atamalarına karşı muhalefet partilerinin ve demokratik kitle örgütlerinin tepkilerini yeterli buluyor musunuz?

Bu ülke çok zor bir ülke. Tek bir sorunumuz yok ki, pek çok sorunumuz var. Bu çoklu sorunlarımızın aslında tek bir kaynağı var, bunu çok iyi biliyoruz. Antidemokratik bir sistemle yönetiliyoruz. Hukuku tanımayan bir sistemle yönetiliyoruz. Değişim dönüşüm istemeyen, değişim dönüşümün önünde engel olan bir iktidarla yönetiliyoruz. Dolayısıyla bu ülkenin tüm halkları, tüm muhalefeti; demokrasi isteyen, hukukun üstünlüğünü isteyen, seçilmişlerin varlığının önemini vurgulayan herkesin pek çok sorunla karşı karşıya olduğu bir süreç yaşıyoruz. Yani sivil toplumdan tutalım meslek odalarına kadar, demokratik kitle örgütlerinden vakıflara derneklere kadar, yerel yönetimlerden siyasetçilere kadar, kadın örgütlerinden kadın hareketlerinden yine başka alanlara kadar hangi alana baksak kocaman bir sorun. Dolayısıyla bu kayyım meselesindeki bir araya geliş, yan yana geliş elbette istediğimiz noktada değil çünkü enerjimiz bölünüyor parçalanıyor.

Ancak bir önceki yıllara göre kıyasladığımızda 2016'da ilk kayyımlara atandığında CHP'nin böylesi bir tepkisi olmamıştı. Böylesi bir duruşu yoktu. Aksine kendi kabuğuna çekilen, kendini korumaya alan, kendini korurken de sekiz yılın sonunda kendisinin de korunamaz olduğu, kendisinin de dokunulmaz olmadığı ortaya çıkan bir süreç oldu. Esenyurt süreci var mesela, başka süreçler var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin üstündeki büyük baskılar var. Bugünü değerlendirdiğimizde evet diğer partilerin ses çıkarıyor olması, diğer partilerin içerisinden de bu sistemin sürdürülebilir olmadığı, antidemokratik olduğu, seçimle gelenin ancak seçimle gidebileceği gibi söylemlerin yürütülüyor oluşu, Türkiye Belediyeler Birliği’nin geçen hafta tüm parti liderleriyle birkaç tanesi hariç bir araya gelmesi, bu konuyu konuşuyor olması, bu konunun Meclis gündemine getiriliyor olması, Meclis çatısı altında konuşuluyor olması parti genel merkezlerinde konuşuluyor olması elbette önemli bir şey. Bunun kıymetli buluyoruz. Dün biz Samandağ’daydık, Samandağ depremde büyük hasar görmüş bir ilçe. Orada geniş bir uzlaşıyla Türkiye İşçi Partisi kazandı. Kazanır kazanmaz da başta çöp arabaları çekildi, deprem dönemi onlara hibe edilen araçlar çekildi. Birden bire bakanlıklar bu araçları geri çektiler ve başkanın kendi ifadesidir diyor ki; ‘biz aylarca çöp toplayamadık'. Biz Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olarak bir çöp aracı hibe ettik oraya. Ben hep diyorum biz aslında çok büyük bir muhalefetiz, çok büyüğüz aslında. Kitleler olarak çok büyüğüz, sadece örgütlenmemizi ve yan yana gelmemizi örgütlememiz lazım. Bu yüzden bu tepkileri geçmişleri yıllara göre olumlu buluyorum, pozitif buluyorum ama bunun biraz büyümesi, geliştirilmesi gerekir. Hepimiz böyle düşünüyoruz Ancak bir daha büyütebilirsek, içeride ve dışarıda sesimizi duyurabilirsek, uluslararası alanda devletlerin, halkların, uluslararası örgütlerin dayanışmasını buraya çekebilirsek o zaman başarılı olabiliriz.

'İKTİDARIN ARTIK BİR KARAR VERMESİ GEREKİYOR'

- MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin PKK lideri Abdullah Öcalan'a çağrısının ardından yeni bir çözüm süreci başlar mı tartışmaları yaşandı ancak hemen ardından kayyım atamaları geldi. AKP- MHP iktidarının bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İktidarın artık bir karar vermesi gerekiyor. Çünkü çok uzun yıllardır bu ülkeyi istikrarsız bir iktidar yönetiyor. İstikrarsızlıktan kastımız tam da bu. Bir hafta önce bir şey söylüyorsunuz, on gün sonra bambaşka bir pratiğin içerisine giriyorsunuz. Ya da iktidarın 'ben istikrarlı bir barış politikasını nasıl yürütebilirim?', 'bu ülkede istikrarı, sürdürülebilir bir barışı nasıl inşa edebilirim?' diye topluma kulak vermesi gerekiyor. Bu çok zor değil. Kendi siyasi emellerinin, kendi siyasi çıkarlarının, kendi siyasi geleceklerinin ötesinde bir dahaki seçimde hangi koltuğa seçileceklerinin hesabını yapmanın ötesinde bir şey var. Siyaset insanı olmak, bir ülkeyi yönetiyor olmak. Bunu artık tırnak içinde söylüyorum, yönetemediklerini düşünüyoruz, net ortada.

Bir ülkeyi yönetiyor olmak aynı zamanda bu ülkenin topluluklarına kulak vermek anlamına gelir. Ancak iktidar tam tersi kendi içine kapanmış, bu ülkede olabildiğince kutuplaştırıcı siyaset yürüten, olabildiğince düşmanlaştırmayı körükleyen, olabildiğince hakları birbirine kırdırmak için provokasyonlara açık bir süreç yürütüyor ve bu doğru bir süreç değil.

'SÜREÇ DOĞRU BİR YOL HARİTASIYLA YÜRÜMELİ'

Bu sebeple bizim partimiz diyor ki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çatısı altında tüm partilerin de içinde olduğu geniş bir uzlaşıyla önce bu sorunlarımızı masaya yatıralım. Başta Kürt sorunu, başta Türkiye’nin demokratikleşme sorunu, hukukun, hak ve özgürlüklerin yeniden ele alınması ve bu yol kurulmadığı takdirde elbette böyle yalpalanmalar olacaktır. Siz korkak olduğunuz zaman, cesaret edemediğiniz zaman sorunların tanımını doğru koyamadığınız zaman sorunların yol haritasına dair bütünlüklü, katılımcı bir politika ortaya koyamadığınız zaman, taraflar eşit görmediğiniz zaman çünkü bu ülkenin barışa gideceği yolda, çözüm üretebileceği yolda herkes bir taraftır. Bütün siyasi partiler, bütün sivil toplum, kadın örgütleri, kadınlar bu sürecin öznesidir mesela. Bütün bunları bütünlüklü ve geniş değerlendiren bir siyaset bir hafta böyle söyleyip öbür hafta bunu yapmaz değil mi. Demek ki burada çıkarcı bir anlayış var. Burada bir ülkenin sorunu çözmeye yönelik hedefi olmayan bir anlayış var. Bu ülkenin sorunundan ziyade kendi bekası, iki partinin bekasını düşünen bir anlayış var. Bu süreci böyle değerlendiriyoruz. Umarız bu tutumdan vazgeçer iktidar. Umarız halkların çok ihtiyacı olan az önce bahsettiğimiz bütün sorunların ana kaynağı olan bu çatışma halini bir çözüme kavuşturur, bu kutuplaşma halini bir çözüme, onurlu bir barışa doğru evrilir ve doğru bir yol haritasıyla ilerler.

'KAYYIM KADIN KAZANIMLARINA, KADININ EŞİT TEMSİLİNE YAPILMIŞ BİR DARBEDİR'

- Kayyımlar aynı zamanda eşbaşkanlık sistemi ve kadın kazanımlarına da darbe anlamı taşıyor. Kayyım protestoların ön safında da kadınlar var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu hep böyleydi. Bizim geleneğimizde kadınlar hep ön saftadır. Onlar direnişin hep en önündeler ve hep en doğru, en net cümleleri kuranlardır. Kayyımlar 2016’da atandığında da ilk annelerimiz buraya gelip 'hakkımızı helal etmiyoruz' demişlerdi. Hâlâ aynı noktadalar, hakkımızı helal etmiyoruz. Evet bu bir hak çünkü bir toplum olarak bir irade açığa çıkarmak, o toplumun beklentileri çerçevesinde örgütlenmek. Bu örgütlenmenin en önemli taşıyıcıları kadınlardır, annelerimiz, bizler, genç kadınlar. Böyle bir kültürel aktarım var. Bu politik ve kültürel aktarımın taşıyıcısı kadınlar. Her alanda kadınlar bir öznedir ve en önde yer alıyorlar. Dolayısıyla kayyım protestolarında da bu böyle, ön safta kadınlar var. Zaten kayyım başlı başına kadın kazanımlarına, kadının siyasette ve yerel yönetimlerde eşit temsiline yapılmış bir darbedir. Biz böyle değerlendiriyoruz çünkü nereye kayyım atarsanız bir kadın eşbaşkan var. Orada eşbaşkanlık sisteminin getirdiği bir kadın perspektifi var. Aslında siz bu kadın perspektifine erkek bir atanmış, erkek bürokrat atayarak zaten orada kadının sözünü, eylemini yok etmiş oluyorsunuz.

'KAYYIMLAR İLK ÖNCE KADIN KAZANIMLARINI YOK ETTİ'

Bizim kurduğumuz kadın sistemi ya da eşbaşkanlık sisteminin kendisi sadece iki insanın bir araya gelip temsil ettiği bir oluşumdan öte, daha büyük manada yerel yönetimlerle ve toplumla kadın perspektifi ile kent inşasıdır. Kadınların sözünün olduğu, toplumda var olduğu, kendi ihtiyaçları için, talepleri için korunaklı güvenli şehirler yaratabilmek için bir sistem. Dolayısıyla kayyımla birlikte bunun da önüne set çekilmiş oldu. Biz sekiz yıl boyunca bunu gördük. En önce kadın kazanımlarımız yok edildi. İlkadım İstasyonlarımız kapatıldı, şiddet hattımız kapatıldı. Alo Şiddet Hattı'na bir kadın hangi şehirden telefon açıyorsa açsın Diyarbakır Büyükşehirde biz bunu bilecektik. Batman'dan da Mardin’den de onu getirecek, İlkadım İstasyonuna yerleştirecek, bir yaşam kuracak, bir yaşamı kurtarmak için ilk adımı atacaktık. Bunları gelip kapattılar. Ne oldu, son 10 ayda 357 kadın öldü. Bu korkunç bir rakam. Her ay 40 kadın neredeyse yaşamdan kopartılıyor erkek şiddetiyle. Bu devletin tüm mekanizmaları çöktüğü için bunu yaşıyoruz. Devletin bütün mekanizmaları kadına yönelik şiddeti durdurmak bir yana failleri koruduğu için bu noktadayız. Dolaysıyla kayyım aynı zamanda kadın sistemine kadın eşbaşkanlık sistemine de vurulmuş büyük bir darbedir ve büyük bir baskı aracıdır.

Öne Çıkanlar