'Sonuç ne olursa olsun iktidar da muhalefet de gidici'

AK Partili eski bakan Ertuğrul Günay, referandum sonrası yeni hareketler, yeni fikirler yeni genç insanların siyaset sahnesinde yer alacağını söyledi.

'Sonuç ne olursa olsun iktidar da muhalefet de gidici'

ANKARA - Artı Tv’nin Referanduma Doğru yayınında Artı Tv Ankara Temsilcisi Sibel Hürtaş’ın konuğu olan eski AK Partili Bakan Ertuğrul Günay, Anayasa değişikliğini değerlendirdi. Günay, "Referandum sonucu ne olursa olsun, iktidar da muhalefet de gidici" diye konuştu. Günay’ın Anayasa değişikliğine ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

- Zaman Gazetesi yazarları hakkındaki iddianame tamamlandı. Geçen haftalarda da Cumhuriyet Gazetesi iddianamesi kabul edilmişti. Ocak ve şubat ayları akademisyen kıyımı ile geçti, entelektüel kesim yurt dışına göçüyor. 15 Temmuz’u milat kabul edersek, hemen her gün temel hak ve hürriyetlere yönelik bir ihlalle uyanıyoruz. Türkiye’de ne oluyor, entelektüel soykırım yaşanıyor; bir cahiliye döneminden mi geçiyoruz?

CAHİLİYE DEVRİ

"Cahiliye devri daha uygun. Sadece entelektüel soykırımı değil hemen hemen toplumun her kesimine yönelik, düşünen, araştıran, okuyan ve sorgulayan insanlara yönelik bir baskı var ki bu da ancak cahiliyet anlamıyla açıklanabilir. Bir kötü dönem yaşıyoruz ama ben 15 Temmuz’u milat saymayı çok doğru bulmuyorum. Ondan önce gazeteler yargı kararı olmadan kapatıldı, yargıçlar ihbar almış bir savcı, ihbar aldığı için bir aracı durduran bir savcı meslekten çıkarıldı hatta tutuklandı. Tahliye kararı veren ya da iktidarın istediği kararı vermeyen bir yargıç tutuklandı. Ve o dönemde toplumun farklı kesimleri farklı tavırlar aldılar. O yargıçlar da o savcılar da geçmişte yanlış kararlar vermişlerdi oh olsun dediler. O gazeteciler de filan yanlış olayların karşısında sesini çıkarmadılar ‘oh olsun’ dediler. Almanya da yaşandığı gibi onu aldılar sustuk, ötekini aldılar sustuk sıra bize geldiği zaman da zaten itiraz edecek kimse kalmamıştı zamanını yaşıyoruz.
Ben hukukçuyum. Savcının, yargıcın kararı yanlış olur. Onların kararının yanlış olacağı için itiraz mercileri vardır. Üst mahkeme, karar düzeltme, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, uluslararası yargı gibi. Tüm bunlar yargıcın ve savcının kararının yanlış olabileceği varsayımından yola çıkar. Ama bir kararı yanlış diye savcının ve yargıcın bir tutuklama, görevden alma olmaz. Tutuklama olmaz. Dünyanın hiçbir hukuk devletinde. O olduğu zaman hukuk devleti sarsılmıştır.
Ama biz gelsin 15 Temmuz’da bu hukuksuzluklar herkese yayılsın diye bekledik. O zamana kadar da büyük ölçüde itiraz etmedik. Onun için de geçen hafta Cumhuriyet’e bugün Zaman Gazetesi’ne geldi. Bunlar geçmişte birbirlerinin ideolojisine de karşı yayınlar gibiydi. Ama şu anki haksız uygulama hepsini aynı kefeye dolduruyor.
Aslında bu geldiğimiz süreç 15 Temmuz’da da OHAL’den sonra başlamadı. OHAL’den sonra katmerleşti. Ama ondan önce Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi. Toplumun farklı kesimleri bunlar bizim siyaseten farklı olduğumuz kesimler ama olsun bunların hakkını savunmak durumundayız demedi. Siyaset de demedi. Maalesef geçmişten bu yana herkes kendi mahallesinin hukukunu savunduğu için şimdi topyekun bir hukuksuzlukla Türkiye yüz yüze geldi."

AK PARTİ KENDİSİNE İNANANLARI ALDATTI
- www.artigercek.com ‘da bir yazı kaleme aldınız. "Adalet ve Kalkınma Partili Arkadaşlarıma Açık Mektup" başlığını taşıyan mektubun 4. Maddesinde "Geçmişte, -28 Şubat'ta, 27 Nisan'da, benzer badirelerde- çoğulculuk ve özgürlükçülüğün erdemine inandıkları için, cesaret ve kararlılıkla hukukunuzu savunmuş olanlar, demokrat, liberal, demokrasi için size güvenmiş bir dolu insan şimdi ağır bedeller ödüyorlar" diyorsunuz. Öncelikle burada kendinizden de mi bahsediyorsunuz?

"Tabi… Türkiye de bir dolu insan Ak Parti’ye iyi niyetle kredi açtı. İyi niyet suç değildir. Aşağılanacak bir tavır değildir. İyi niyet esastır. Karşınızdaki insan ya ben şimdiye kadar muhafazakar kesimin bağnaz düşüncelerinden vazgeçtim, çoğulculuğa inanıyorum, Türkiye’nin AB’ye girmesine inanıyorum, demokrasiye inanıyorum derse; siz hayır inanmıyorum derseniz bu baştan kavga çıkarmak gibi olur.
Biz böyle diyenlere inandık. İnanarak, toplumda bir sentez belki yaratabiliriz. Belki yeni bir çözüm, çoğulculuk arayışı çıkar yükselir diye bekledik. Bunu ben de yaptım bir dolu liberal insan da yaptı demokrat insan da sosyal demokrat insan da yaptı. Ben geçmişte Anavatan Partisine, Doğruyol’a oy verenler kadar CHP DSP’ye oy veren insanlar da gördüm. Bir dolu insan… Yüzde 45’lere nasıl çıktı bu siyasi hareket? Buralardan çıktı.
Ama seçim kazanmak bu arkadaşlara sorumluluk yüklemek yani taç giyen baş ağır olur sözüne uygun olarak sorumluluk getirmek yerine bir kibir getirdi. Geçmişin mağdur kitleleri başkalarını beğenmeyen kibirli bir tavra doğru savruldular. Onlara demokrasi umuduyla destek vermiş insanları bir ölçüde aldanmış durumda bıraktılar. Asıl bence bu demokrat kesimler bu sözlere iyi niyetle inanmış olanlar aldanmış durumda kaldılar, aldatılmış durumda kaldılar. Ve öyle kalmakla da kalmadılar. Kalemleri ellerinden alındılar, kalemleri kırıldı. Yazamıyorlar, konuşamıyorLAR.

AK PARTİ KENDİSİNE DESTEK VERENLERE BEDEL ÖDETİYOR
Bu hapse atılanlar arasında benim 40 yıldır tanıdığım demokrasiyi sosyal demokrasiyi herkes kadar bildiğine inandığım insanlar var. 1980’den bu yana İslam kesiminde yazı yazan ve çok doğru düzgün yazı yazan insanlar var. Bu insanlara atfettiğiniz ne? Sizin iyi şeyler yapacağınıza inanarak, size destek vermişler. Bunlara bedel ödetiyorsunuz. Elinizi vicdanınıza koyun sizin hukukunuzu savundukları için mağdur edilen insanların şu anda hukukunu kim koruyacak. Siz sadece kendiniz için mi siyaset yaptınız. Türkiye’nin iyiliği, barış esenlik güvenlik için derdiniz yok muydu? Derdimiz var sözleriniz yalan mıydı? Masal mıydı? Anadolu’da patır patır sağda solda çocuklar kimisi askerlik görevini yaparken, kimisi sokakta yürürken çocuklar yok olup gidiyorlar, topluca."

İSLAMCI SİYASETİN İFLASI
- Aynı yazınızda, "Görünüşte mütedeyyin, muhafazakar kesimlerinden demokrat, değişimci, yenilikçi bir siyaset anlayışı çıkacağı umuduyla size verdikleri destekte yanılmışlık yaşadılar" diyorsunuz. "Muhafazakar kesimden demokrat olmaz" diye bir önyargı var, bunu söyleyenler Beyaz Türk ya da İslamafobik diye suçlandı yıllarca. Ama siz burada bir şeye daha dikkat çekiyorsunuz sanırım o da Dincilik ile Dindarlık arasındaki fark…

"Dindar ve dinci ayrımı yapıyorum. Şimdi biraz önce söylediğim kredi şuna dayanıyordu. İnsanlar kapalı olurlar ama kafalarının içi aydınlık olur. İslam düşüncesinde Ali Şeriati fevkalede mütedeyyin ama fevkalede ilerici görüşleri olan bir insan. Türkiye’den de niye böyle şeyler çıkmasın. Geçmişten bu yana mütedeyyin dünyadan gelmişler ama şimdi Türkiye’yi hem değerlerine saygılı hem de dünyaya açık bir yerlere taşımak istiyorlar. Böyle bir umut vardı ama arkadaşlar bu umudu çürüttüler. Bunu ben söylemiyorum. Bunu İslam kesiminde siyaset yapan ve şu anda bu tabloyu değerlendiren çok saygıdeğer aydınlar var onlar da söylüyor. İlahiyat hocaları, İslam entellektüelleri söylüyorlar. Siyasetle dinin bu kadar iç içe geçmesi İslamcı siyasetin iflası oldu.
Dini siyasete sokmanın iflası oldu ve bir anlamda dine çok zarar verdi. Peki dine çok zarar verdi de hala bu din lafını nasıl kullanıyorlar ağızlarında. Onlara ben dindar demiyorum, bu dini siyasette bu kadar acımasızca kullananlara dindar demiyorum. Dindar bence inançları olup da o inançlara uygun yaşayan mesela sakın yalan yere şahitlik etmeyin, sakın adaletten ayrılmayın, başkasının hakkını çiğnemenin vebali iki cihanda ödenmez emrine uygun yaşayanlar dindar. Fakat bırakın şimdi bütün bunları namazınızı kılın orucunuzu tutun sakalınızı bırakın dindar görünün gerisi önemli değil gerisi dünya diyenler bunlar da dinci.

SAMİMİ MÜSLÜMAN SİYASİ KAMPANYA’DA ALLAH’I KULLANMAZ
Siz bir Müslümanın bir siyasi kampanya da Allah’ın ismini duvara yazıp da önünde poz vereceğine ve bunu halkı kandırmak için kullanacağını düşünebiliyor musunuz? Bunu samimi bir Müslüman yapar mı? Yapmaz. Yapanlar dinci. Din adına neler yapıldığını Ortadoğu’da görüyoruz. Din adına adam öldürenler Müslüman mı? Değil. Din adına yalan söyleyenler de Müslüman değil. Din adına siyaset yapıp halkı aldatmaya kalkanlar da Müslüman değil.
Ben hukukçuyum şurada şu 18 maddeyi satır satır okudum. Ben bu işi biliyorum diyen bir bakan hoca kim varsa tartışmaya hazırım. Burada benim apaçık bildiğim bir kitap var. Meclis’te kitapçık yayınlamış. Bu sistemde Bakanlar Kurulu yok diyor. Billboardlarda da icracı hükümet diyor. Meclis’in yayınladığı bültende bakanlar kurulu yok diyor. Siz hangi hükümetten bahsediyorsunuz. Bunu billboardlarda yazıyorsanız yalan bu. Hem Allah’ın adını kullanıp hem bu yalanı nasıl söylüyorsunuz. Bunlar dindar değil. Bunlar dincilik. Dincilik işte din alıp satmaya diyorlar."

- İslamcı kesimin eleştirilerinden bahsettiniz. İslamcı kesim AK Parti’den uzaklaştı mı?
"İslamcı demeyelim samimi Müslüman diyelim. Samimi Müslümanlar içinde iki kesim görüyorum. Bir bu yapılanların artık ucunun kaçtığını yakışık almadığını bunun bir istismara gittiğini görenler var. Elleri vicdanlarında ne yapacaklarını ben bilmiyorum.

"SİZ KİMSİNİZ" DİLİ SAYGISIZCA
Bir de geçmişte öyle bir hoyratlık görmüşler ki, geçmişte öyle dışlanmışlıklar küçümsenmeler görmüşler ki bütün bu yanlışlara rağmen hala orada ayak diriyorlar. Gerçekten o dili ben de görüyorum. Bu kampanyada onu ben de gördüm. "İşte denize dökeriz siz kimsiniz." Siz kimsiniz dediğiniz insanlar işte dört seçimdir kazanıyorlar ve 20 milyon oy alıyorlar. Kimsiniz diye bir şey yok. Bu dil halka saygısız bir dil. Demokrasi dışı bir dil bu dili duyunca yanlışları görmesine rağmen ayak diriyor.

MUHALEFETİN ELİTİST TAVRI İNSANLARI AK PARTİ’YE YÖNELTİYOR
Niye 4 yılda bir seçim yapıyoruz. Oy verdiğiniz partiyi gözden geçirin diye. 1989’da Türkiye’deki belediyelerin yüzde 45’ini SHP kazandı 1994’te de Refah Partisi kazandı. Ne 1989’da bu varoşlar oy verirken CHP’ye birden bire sosyal demokrat oldular ne de oy verirken Refah’a birden bire şeriatçı dinci filan oldular. Öyle bir şey yok. İnsanlar daha iyi yaşamak istiyorlar. Hizmet, saygı istiyorlar. O yüzden Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy vermiş bütün insanlara "siz kimsiniz" derseniz bütün bu yanlışlara rağmen adam oradan ayrılmaz. Siyaset bu dili kullanamaz. Denebilir ki evet her partiye oy vermiş olabilirsiniz ama burada başka bir eşikteyiz. Bu CHP’nin, HDP’nin, MHP’nin işi değil. Bu Türkiye’nin işi. Sizin verdiğiniz oya ben çok saygı duyuyorum, yine oraya oy vermeye devam edersin yine bu tarafı beğenmezsen. Ki vatandaşın büyük bir kısmı da seçimlerde bu yüzden oy veriyor bu tarafı beğenmediği için; o tarafı çok beğendiği için değil. Siz o oya saygı gösterin ama burada 20 milyon insanı ikna etmeye çalışın. Ben bu dışlayıcı, küçümseyici dilin, bu elitist tavrın da hala birçok insanı Ak Parti’de tuttuğunu düşünüyorum. Bundan vazgeçmek lazım.

TÜRKİYE’NİN YERİNDE SAYMASININ NEDENİ MUHALEFET
Geçenlerde Artı Gerçek’te muhalefete bir yazı yazdım. Yani Türkiye’nin yerinde saymasının temel nedenlerinden biri de muhalefettir. Muhalefetin Türkiye’yi okuyamamasıdır. Kendisine dokunana değin bu yanlışlara yeterince karşı koymamış olmasıdır ve hala Türkiye’nin önüne bir umut koymamış olmasındandır. Yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğu bunun iktidarla muhalefet arasında bir seçim olmadığını, bunun devletleşen bir siyasi hareketle halk arasında bir yarış olduğunu görüyor. Bu iktidarla muhalefet arasında bir yarış olsa 75’e 25 çıkar.
Bu devletleşen bir siyasi hareketle, devlet benim kibrine, devlet benim tahakkümüne sığınmaya çalışan siyasi yapıyla halk arasında bir yarış. Yani evet denirse bu devlet anlayışı çöreklenecek halkın üzerine; hayır denirse iyi kötü biz bu demokrasi dediğimiz düzen içinde iyi kötü gitmeye ve demokrasi içinde yeni bir yol aramaya çalışacağız. Bereket versin ki böyle bir şey. Öteki olsaydı iktidarla muhalefet arasında sonuç baştan belli."

- Ama AK Parti kampanyayı iktidar muhalefet arasında, bir seçim havasında sürdürüyor.
AK Parti muhalefetten akıllı çünkü. Yoksa Eyy Kılıçdaroğlu diyor sürekli. Bir kere Cumhurbaşkanı bir parti başkanının adını niye söyler. Şu anda Anayasa’daki tarafsızlık yemini geçerli. Söylememesi lazım. Niye söylüyor? Sanki onunla kendisi arasında bir yarış varmış gibi görüntü yaratmaya çalışıyor. Böyle bir şey yok. Herkes bilsin buradan hayır çıkarsa Kılıçdaroğlu’na bir şey olacağı yok. Hayır çıkarsa yerinde de Evet çıkarsa belki koltuğu sallanır. Cumhurbaşkanı olacağı yok, Başbakan olacağı yok. Hükümetin gideceği yok. Ama iktidar böyle bir iktidar muhalefet çekişmesi görüntüsü verdiği taktirde kendisinin bundan yararlı çıkacağını biliyor. O da bir siyaset polemiği."

BAŞKANLIK KONUSU 2011 SEÇİMİ KAZANILDIKTAN SONRA GÜNDEME GELDİ
- AK Parti’de 2007-2013 yılları arasında siyaset yaptınız. Parti’de bu dönemde Başkanlık fikri var mıydı? Bu konu ne zaman gündeme geldi?

"2007-2013 arasında bulundum ve bütün resmi metinleri ezberden biliyorum. 2002’de çoğulcu demokrasi açıkça geçiyor; 2007’nin Anayasa değişikliği bölümünü de ben yazdım zaten. Katıldığım sırada bu konudaki şikayetlerimi söylemiştim. Sayın Erdoğan da buyurun bu konudaki görüşlerinizi yazın demişti. Siyasetin şeffaflaşması, finansının saydam hale getirilmesi, Anayasa değişikliği ama katılımcı bir Anayasa modeli ve Parlamenter demokrasinin gereği olarak Cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltılması. Bu 2007 bildirgesinde aynen bu cümlelerle var. 2011’de de rejim adı geçmiyor ama yine çoğulcu demokrasi yine hukukun bir korku aracı olmaktan çıkarılması, ceberrut devlet anlayışının geride bırakılması tüm terimler geçiyor. 1., 2., 3. seçimlerde başkanlık terimi hiç geçmiyor. 2011 kazanıldıktan sonra 2011-2012’de parti bunu resmi ağızdan çok söylemedi ama parti çevresinde birileri söylemeye başladılar. Partiye empoze edilmeye başlandı. Sanırım 2012 yazındaydı ben henüz bakandım, İzmir’de bir toplantıda, toplantıyı düzenleyenler sanki Başkanlık Türkiye’yi kurtaracakmış gibi çıkıp bir deklerasyon yayınladılar. Ben o toplantıdan çıktım, Bakandım ve bunun yanlış bir görüş olduğunu, partinin görüşü olmadığını, partinin şimdiye kadar ki görüşlerinin de çoğulcu demokrasi olduğunu anlatmaya çalıştım. 2013’ün başında ayrıldım ondan sonra yalnız Meclis’teki Anayasa Komisyonuna parti bunu götürdü. Ama ne zaman 3. seçimi de kazandıktan sonra ve sayın Erdoğan’ın 2014 seçiminde aday olmaya niyetlenmesinden sonra. Yani 2002-2007-2011’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’ye verdiği söz çoğulcu, parlamenter demokrasiydi. Başkanlık lafı tamamen sonraki yıllardaki konjoktürel gelişmelerle ortaya çıktı."

TÜM MİLLETİN BAŞI OLMAK VARKEN NİYE BİR PARTİNİN BAŞI OLMAK İSTİYORSUNUZ?
- 2007’de Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin önü açıldı. şimdi bir tarafta meşruiyetini halktan alan bir Cumhurbaşkanı diğer yanda da meşruiyetini halktan alan bir Parlamento var. İki gücün bir çatışmasının kaçınılmaz olacağını, sistemin tıkanacağını bu yüzden Başkanlık sistemi getirdiklerine yönelik bir gerekçe var. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği parlamenter bir sistem olamaz mı?

"Tabi olabilir. Avusturya’da böyle. Cumhurbaşkanını halk seçiyor, meclis de var ve parlamenter demokrasi. Sanıyorum Portekiz, Polonya da böyle. Avrupa’da böyle çok ülke var. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor ama Cumhurbaşkanı saygıdeğer, birleştirici bir üst konumda günlük siyasetin içinden çıkıyor cumhurbaşkanı olunca. Cumhurbaşkanı yukarıda birliği sağlıyor.
Biz de halk tarafından seçiliyor. Ne güzel bak halk tarafından seçilmişsin zaten. Bu yolu da muhalefetin 367 tıkanıklığı çıkardı. Parlamento içinden seçilmesinin önü kesilmeye çalışıldı o zaman halk seçsin dediler. Yani Türkiye’yi bu yola sürükleyen de muhalefetin geçmişteki yanlış adımları. O ayrı ama bence ne güzel halk seçsin ama sen hem Cumhurbaşkanı olacağım hem de partinin başkanı olacağım diye dayatma. Ben artık günlük siyasetin dışındayım. Beni millet seçti beni tüm millet seçti. Ben niye bir partinin adayı olayım. Seçildim bana oy verenler içinde o parti de vardı, bu parti de vardı dese cumhurbaşkanlığı makamı daha güçlü daha güzel daha birleştirici daha barışçıl olmaz mı? Bakın şimdi Türkiye’de bizim etnik farklılıklarımız var, inanç farklılıklarımız var. Kültür farklılıklarımız kemikleşmeye, artmaya başladı. Böyle bir yapıda devletin tepesindeki kişinin bir siyasi parti değil halk tarafından seçilmiş olması yani günlük siyasete karşı "Ben parlamento tarafından değil, ben tüm halk tarfından seçildim. Ben muhalefetin de iktidarın da başıyım" dese daha iyi değil mi?"

- Cumhurbaşkanı Partili olursa ne olur?
"Türkiye bu güvenceden vazgeçmiş olur işte. Partili derken şöyle diyorlar. Bundan önceki Cumhurbaşkanları partisiz miydi? Evet tabi inançları vardı. Özal partisiz değildi. Ama oraya çıktıktan sonra partisiz oldu. Ben Özal’ın partisiz olduğunu yaşadım. Yani önüne gelen bir konuda ANAP’ı korumak için değil onun dışındaki dengeleri de gözetmek için çaba sarf etti. Hatta ANAP’ın da iyi olmadığını görünce ya ben burayı bırakıp gidip parti kuracağım dedi. Ben burayı kanırta kanırta ANAP için kullanacağım demedi. Gerekirse burayı bırakıp parti kurarım ve günlük siyasete tekrar girerim. Çünkü Başbakanlık daha icracı, Cumhurbaşkanlığı daha yukarıda. Sayın Özal bu saygıyı gösterdi. Demirel de yapmaya çalıştı büyük ölçüde. Sezer bunu yapabildi mi? Zaten siyasetin dışından gelmişti.
Ben artık milleti temsil ediyorum, bir milleti değil deseydi Erdoğan, daha yukarı çıkmaz mıydı? Erdoğan emeğiyle geldi, muhtar bile olamaz dediler Cumhurbaşkanı oldu. Şimdi illa ben parti başkanı olacağım demese, getirdiği başbakanı göndermese… Arkadaşlar ben aldım bir partiyi buralara getirdim, artık Türkiye’nin bütününün de partisiz yurttaşlarının da cumhurbaşkanıyım dese daha saygıdeğer olmaz mıydı?

ERDOĞAN SURUÇ’TAN SONRA MUHTARLARI DEĞİL LİDERLERİ TOPLAMALIYDI
Ankara’da garda 100 kişi öldü değil mi? Güneydoğu’da Suruç’ta kaç kişi öldü. O olaylarda muhtarları toplayacağına parti başkanlarını toplasaydı ve deseydi ki "Bu ülke hepimizin. Bir barış konuşması yapın" deseydi. Daha saygıdeğer konuma, barıştırıcı bir konuma, kendisi ve ülke için de daha hayırlı bir konuma gelmiş olmaz mıydı?
Siz cumhurun başkanını bu maddelerle daha yukarı çıkarmıyorsunuz partinin başkanı yaparak daha aşağı çekiyorsunuz. Parti parça demek. Bir parça demek. Toplumun bir kesimidir. Cumhur bütündür. Siz partinin başkanı yaparak onu bütünden koparıyorsunuz. Bir parçanın başkanı yapıyorsunuz. Artık onun bütün ülkeyi, milleti temsil ettiğine kimseyi inandıramazsınız.
Ben ne AK Partiliyim ne de CHP’liyim. İkisine de dönüp bakmaya ne niyetim var ne gayretim var. Öteki partileri zaten bir tarafa koyuyorum. Siyasi hayatımın önemli bir kısmı da bağımsız geçti. Ama bir şey var ben 12 Eylül’ü gördüm. Demokrasi herkese lazım."

EVET ÇIKARSA HEMEN ERKEN SEÇİME GİDİLİR
- Referanduma çok az bir süre kaldı. Pazar günü sandıktan Evet çıktı diyelim, Pazartesi günü ne olacak?

"Sayım sonuçları açıklandı diyelim. Hemen iki madde yürürlüğe giriyor. Bunlardan biri Cumhurbaşkanının partili olmamasını engelleyen hüküm ortadan kalkıyor, Cumhurbaşkanı hemen gidip Adalet ve Kalkınma Partisi’ne üye olacak. AKP’dekiler tası toprağı toplayacak sayın Yıldırım da yıldırım hızıyla koltuğu devretmeye, genel başkanlığı devretmeye hazırlanacak. İkincisi de HSYK’daki düzenlemeler. Orada da hemen var olanlar istifa edecek, yeniler atanacak.
Bir partili olunacak iki yargı burada sağlama bağlanacak.
Öbür hükümler seçimden sonra. Seçimler ne zaman? Bana sorarsanız Evet çıkarsa bir sene içinde olacak. Çünkü öbür maddeler ilk seçimden sonra uygulanacağı için sayın Erdoğan onu uzatmayacak. Yani makul bir süreyle seçime gidilecek.
Şimdi Meclis’ten Hükümete girenlerin milletvekilliği düştüğü için bence 25 bakanın 5’i Meclis’ten diğerleri dışarıdan olacak.
Bakan sayısı kadar aşağı yukarı yardımcı olacak. Bir hiyerarşi karmaşası olacak. Aynı işe bakan yardımcılarla aynı işe bakan bakanlar arasında bir sürtüşme çıkacak. Bir Bakanlar Kurulu olmadığı için kim daha etkili, yetkili net olmayacak. Hiçbiri de etkili olmayacak zaten bir tek sayın Cumhurbaşkanı yetkili olacak. Bakanları da yardımcıları da o atayacak.
Şimdi Bakanlar için Meclis güvenoyu veriyor. Yeni sistemde böyle bir şey yok. Bakanları da yardımcıları da güvenoyu yok. Tüm karar yetki insiyatif tek kişide olacak.
Bizim siyasi kodlarımız Hükümet’e alışmış. Ben siyasette şunu gördüm, bir jandarma onbaşısına yaklaştığından daha fazla bir siyasetçiye halk yaklaşır. Çünkü ona oy verdiği için ona yaklaşır. Yeni sistemde bu yaklaşma olmayacak. Çünkü yeni sistemde halkın oy vermediği kişiler Bakan sıfatını taşıyacakları için halk onları tanımayacak. Tanısa da ulaşamayacak. Çünkü onlar da Meclis’e ve millete karşı değil Cumhurbaşkanına karşı sadece sorumlu olacaklar.

HALKTAN KOPUK SİSTEM
Bu halktan kopuk bir sistemdir. Şimdiki sistemde bakanlar sözlü soruyla, yazılı soruyla, gensoruyla, güvenoyuyla Meclis’e hesap verirler. Meclis’teki vekili halk seçtiği için doğrudan doğruya halka sorumludurlar. Ama şimdi ki sistemde soru yok, güvenoyu yok. Millete karşı sorumlu değil. Halktan kopan bir siyasi yapı çıkacak ortaya. Halkla bağı olmayan bir yapı çıkacak. Bunun ne kadar vahim bir şey olduğunu biz anlayacağız.
Artık bir kişinin iradesi ferman olacak. Çünkü o bir kişi tek başına parti başkanı olarak Meclis’i de büyük ölçüde tayin edeceği için Meclis’i de her an feshedebilirim kozunu da elinde bulundurduğu için o Meclis’in de herhangi bir itiraz ileri sürmesine engel olmuş olacak. Suskun bir demokrasi dekoru halinde bir Meclis, hiçbir fonksiyonu olmayan adı Bakan bir takım insanlar, kerameti kendinden menkul insanlar, şimdiye kadar görmediğimiz halkın devre dışı olduğu bir yeni modele geçmiş olacağız.

KİMSE BU YETKİLERİ ALDIKTAN SONRA GERİ VERMEZ
Ne olacak? Bugünlerde diyor ki bir danışman, "O yanlış olursa değiştiririz" diyor. Kim olursa olsun bu yetkileri eline aldıktan sonra kimseye vermez.
Bakın 1982 Anayasasında Cumhurbaşkanına verilen yetkiler aslında parlamenter demokrasiden biraz fazla. Çünkü Kenan Evren’e göre yapılmış. Evren gidince bu yetkiler azaltılır dedik. 1990’da gitti 1991’de yeni hükümet geldi. Önce Özal çıktı, Demirel çıktı Sezer bile o yetkilerin azaltılmasından bahsediyordu Anayasa Mahkemesi Başkanıyken fakat oraya çıkınca yetkilerine sahip çıktı. Ve o yetkileri azaltamadık bugüne kadar. 1983-2017’ye kadar azaltamadık. Şu sistemde bile cumhurbaşkanının yetkilerini parlamenter sistem sınırlarına çekemedik. Kaç kere de bunu vaad ettik.
Şimdi oraya çok daha etkili, yetkili, halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı bu kadar yetkiyle geldikten sonra Meclis’i de feshetme hakkı varken kimse kimseyi kandırmasın artık bunu değiştiremeyiz. Türkiye çok tekin bir ülke değil 2008’deki yargılamalara bakın 2018’dekilere bakın.

BU SİSTEMDE BAŞKA BİRİ GELSE AKP’NİN 15 YILDA YAPTIĞINI 15 GÜNDE KAZIR
Devletin tepesine bambaşka biri gelirse AKP’nin 15 yılda yaptıklarını 15 günde kazır. Bütün bürokrasiyi, bütün devlet üst kademelerini tek başına değiştirebileceği için. Olduğu gibi bu sistemi kazır. Bu yanlış. Bunu Erdoğan da kullansa yanlış, başka biri de kullansa yanlış."

CUMHURBAŞKANI İNSAN HAKLARI SINIRLAMASI OLMAKSIZIN KARARNAME ÇIKARIR
- En çok tartışılan konulardan biri Cumhurbaşkanının kararname çıkarma yetkisi…

"Bu da çok vahim bir düzenleme. Şimdi OHAL ilan edilirken Bakanlar Kuruluna Cumhurbaşkanı başkanlık ediyor. Şimdi Bakanlar Kurulu olmadığı için Cumhurbaşkanı tek başına OHAL ilan ediyor. Sıkıyönetimi kaldırdık diyorlar ama sıkıyönetim koşullarında bir yeni OHAL getiriliyor. Yani asayişle ilgili güvenlikle ilgili koşullarda da cumhurbaşkanı yine OHAL ilan edebiliyor. Şimdi MGK’dan görüş alınır. O bile yok.
Bu ağırlaştırılmış OHAL asayiş güvenlikle ilgili OHAL’de Cumhurbaşkanı hiçbir kısıtlama olmaksızın kanun hükmünde kararname çıkarıyor. Nedir o kısıtlama temel özgürlüklerle ilgili cumhurbaşkanı düzenleme yapamaz. Ama bu ağırlaştırılmış halde OHAL ilan ederse o sınırların hiçbirine bağlı kalmaksızın, düşünce özgürlüğü toplantı özgürlüğü insan hakları konusunda sınırlama olmaksızın kararname çıkarır diyor. Kanun kuvvetinde tek başına kararname çıkarabilir diyor. Şu anda Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı kararnamelerin sınırı var.
Bunların olmadığını söyleyen biri varsa her platformda tartışmaya hazırım. Bunların hepsini TBMM’nin kitapçığından okuyorum. Tamamını buradan aldım, devletin resmi belgesi. Bunlar son derece vahim. Yönetilemez bir devlet çıkacak ortaya.

18 YAŞINDA ÖN SEÇİM KAZANACAK DELİKANLININ ALNINDAN ÖPERİM
- Sıkıntılı olsa da işleyen bir Parlamenter süreç vardı. Ama bugün çok farklı düzenlemeler var…

Bizim parlamenter sürecimizin tek yanlışı var seçim sistemi. 1977’de ön seçime girdim. Kazandım."

- Ve bu dönemde en genç milletvekili olarak Meclis’e girdiniz. Şimdi bu pakette milletvekilliği için 18 yaş düzenlemesi var. Bu düzenlemeye ne diyorsunuz?
"Eskiden Anayasamızda milletvekili olmak için 30 yaş vardı. Ben yaşımı büyütmüştüm milletvekili olmak için. Sonradan düşündüm de yanlış yapmışım. Tam gün ülkenin her şeyine vakıf olmaya çalışacağınız bir alan. Tecrübe, bilgi, donanım, soğukkanlılık istiyor. 30 yaş iyiydi. 25’e çekildi, olabilir. Şimdi 18’e indiriliyor. Türkiye’de 18 yaşında ön seçime girip de kazanacak delikanlının ben alnından öperim. Görmek istiyorum. Zannetmiyorum. Bir iki tane ağanın çocuğu tanınmış birinin çocuğu listeye konulacak onlar böylece askerlikten de kurtulmuş olacak. Bunlar makyaj. Halkta da incinme oluyor. Benim çocuğum askere gidiyor cepheye. Sen hangi hatırlı kişinin çocuğunu vekil yapacaksın diye kaygı düşüyor. 25 kalsın. 18 yaptılar diye kıyameti koparmıyorum ama bunun ciddiyetine inanmıyorum.
Bugün 550 Meclis. Bu sayı 600’e çıkıyor. Zaten Bakan Meclis’ten seçilmeyecek. Ambalaj olarak makyaj olarak katılmış bu düzenlemeler. Samimi değil.
Ben bu parlamentoda 10-15 sene bulundum. Bir kere kürsüye çıkmayan arkadaşlar biliyorum, bir soru önergesi vermeyen arkadaşlar biliyorum. Kütüphanenin yerini bilmeyenler biliyorum. Yemekhaneyi herkes biliyor. Bu sayıyı 400’e indirin fonksiyonel olsun.
Bak asgari ücret 1400’e çıktı 1500’e çıkaramadınız. Niye bu sayıyı arttırıyorsunuz. Benim vekilliğimde Meclis’te sekreter, oda yoktu. Şimdi hepsinin sekreteri, odası, üç çalışanı var. Bu milletin üzerinde bir yük. Neden bunu yükseltiyorsunuz. Siz Meclis’te milletvekillerine soru sorma hakkını vermiyorsunuz bunu neden kaldırıyorsunuz."

BU SİSTEMDE CUMHURBAŞKANI YARGILANIR; YENİSİNDE YARGILANAMAZ
- En az bu kadar popüler başka bir konu da Cumhurbaşkanının yargılanması konusu…

"Çok metaneli bir konu. Bugünkü Anayasa’da gerçek olmayan bir bilgi var. Cumhurbaşkanı sadece vatana ihanetten yargılanır başka suçtan yargılanamaz. Bu tamamen yanlış. Cumhurbaşkanı her suçtan yargılanır. Anayasa şöyle görmüş cumhurbaşkanı suç işlemeyecek derecede yasalara saygılıdır. Onun için özel bir düzenleme yok. Önüne gelen cumhurbaşkanını suçlamasın diye ağır bir suçtan ağır bir mekanizma koymuş. Yoksa Cumhurbaşkanı bir yanlışlık halinde trafikte adam ezse yargılanmaz mı? Böyle bir şey yok. Vatana ihanet dışındaki suçlarda Cumhurbaşkanı yargılanır.
Şimdiki düzenleme böyle değil. Cumhurbaşkanlığı bütün makamı sırasında tüm eylem ve işlemlerinden suçlayabilmek için ister rüşvet ister adam öldürme olsun haşa böyle bir suç işlemez de bunlar için önce 301 vekilin önerge verilmesi lazım. Bu öneriyi 360 vekilin ciddiye alması lazım. Komisyonun kurulması komisyonun çalışması bunun da 400 vekilin kabul etmesi lazım ki Cumhurbaşkanının vatana ihanet değil herhangi bir suçtan yani orada çalışan birisine sinirlendi elindeki vazoyu kaldırdı kafama vurdu ağır biçimde yargılandı, böyle bir iddiadan bile yargılanması için 301-360 ve 400 üyenin onay vermesi lazım. Görev bittikten sonra bütün bu mekanizmaların işlemesi lazım. Hatırlayın sayın Gül kayıp trilyon davasında hemen gidip ifade verdi. Yeni dönemde böyle bir şey olmayacak. Eskiden böyle bir iddia var ise aynı sayılarla sevk edilecek.

TANIDIĞIM ERDOĞAN, EŞİNİ YARDIMCISI YAPMAZ
Azerbaycan’da başkan eşini danışman olarak atadı. Benim tanıdığım Erdoğan bunu yapmaz ama yarın bir Cumhurbaşkanı gelip de eşini danışman olarak atarsa buna bir engel yok. Atayabilir.
Amerika’da yardımcının kim olacağı seçime girerken belli. Biz de öyle bir şey yok. Cumhurbaşkanı yardımcılarını kendisi atıyor. Sayı da belli değil. İsterse bakan sayısı kadar, her bakan kadar yardımcı atıyorum diyebilir.
Yardımcılarından birine de vekalet verebiliyor. Cumhurbaşkanına yardımcı vekalet ediyor ve cumhurbaşkanının tüm yetkilerini kullanıyor.
Bugünkü Cumhurbaşkanı vekili TBMM başkanı. Halkın seçtiği bir kişi. Bu teklife göre kim olacak? Cumhurbaşkanının yardımcılarından birisi olacak ve Cumhurbaşkanının kısa uzun ayrılıklarında tüm yetkilerini kullanacak. Böyle bir şey olabilir mi? Hani milli irade?

2017’DE KENAN EVREN REJİMİNE MAHKUM MU OLACAĞIZ?
Dünyada başkanlık sistemleri var. Türk tipi dediğiniz zaman Azerbaycan’da Türkmenistan’da olan gibi daha demokrasiye geçmemiş, geçme yolundaki ülkelerin yeni modelleri geliyor. Biz 1876’dan beri anayasayla uğraşıyoruz, 150 yıldır. 1900’lerin başından beri çok partili sistemi deniyoruz. 1946’dan beri düşe kalka bedeller ödeyerek ayakta tutmaya çalıştığımız demokrasi var. Bütün bunları çöpe mi atacağız. Bütün bu kadar insanın darbelerde mağdur olmuş olan insanların emekleri çöpe mi atılacak. Biz 2017’de Kenan Evren rejimine mahkum mu olacağız?"

AK PARTİ ARTIK TÜRKİYE’YE YENİ BİR ŞEY VAAT ETMİYOR
- Peki biraz atmosferi değiştirelim. Hayır çıkarsa ne olacak?
"Şu geldiğimiz eşiği hiç yakıştıramıyorum bunca yıllık demokrasi hayatımıza . Ben tüm seçimlerin haklı ve doğru bir mantığı olduğuna inandım. 1946’da çürümüş bir tek parti iktidarı vardı. Çöreklenmiş bir yük haline gelmiş. Halk geldi iktidarı değiştirdi.
1960’da darbe oldu. Darbeyi hak etmeyen bir kriz yaşandı. 1965’de Demokrat Parti geleneği yüzde 52-53 oyla sel gibi geldi. Halk iradesine sahip çıktı.
1970’e geldi. Ecevit partiyi halkçılaştırdı. 1973’te 12 Mart’ın baskısına rağmen halkçı hareket iktidara geldi. Kenan Evren Anayasası yüzde 92 oy aldı ama iki sene sonra bir partiye işaret etti o parti üçüncü oldu, aradan başka bir parti ANAP 1983’te birinci oldu.
2002’de partiler çürümüştü. Yeni bir umutla AK Parti çıktı ortaya. AK Parti artık Türkiye’ye yeni bir şey vadetmiyor. Demokrasi, ekonomik gelişme, sosyal adalet umudu vermiyor.
AK Parti aşağı doğru iniş sürecinde. Burada toparlanırsa belki yeniden bir partiye dönebilir. Şu anda kişisel bir şeye döndü kişisel bir odağa döndü. Bu eşikte de halkın tıpkı 65’teki 73’teki gibi sahip çıkması, burada iktidarın bir fren yapması ve ondan sonra yeni hareketlerin önünü açması lazım.

EVET DE ÇIKSA HAYIR DA ÇIKSA HEM İKTİDAR HEM MUHALEFET GİDİCİ
Buradan evet de çıksa hayır da çıksa bu iktidar da bu muhalefet de gidici. İktidar kadar muhalefet de gidici bu muhalefetle olmuyor. Yeni hareketler çıkacak. Sosyal medyada yeni insanlar çıktı gencecik insanlar, yeni fikirler. Ben halkın bir fren yapacağını düşünüyorum.
16 Nisan sabahtan akşama kadar geçecek süreç çok önemli.
Çünkü Sayın Erdoğan, vermemek istiyor. Kendine göre haklı. Ben ötekiler niye her şeyi ona vermek istiyor onu anlayamıyorum. Ben sayın Erdoğan’ın o çabasını anlıyorum da sayın Yıldırım niye vermek istiyor. Onu anlayamadık. Halk da ya iktidar değişmeyecek, sen zaten cumhurbaşkanısın. Ama bu kibire bir fren yapalım. Benim 50’den beri tanıdığım Türkiye insanı bunu yapar. Eğer bu yapılmazsa iki yere fatura çıkarırım bir muhalefete bir de sandıkta oynama ihtimaline."

referandum Ertuğrul Günay muhalefet İktidar Gidici