'Yeni çözüm süreci'... Bülent Küçük: Barışın toplumsallaşması yüzleşmeyle mümkün

Akademisyen Bülent Küçük, PKK lideri Abdullah Öcalan, DEM Parti heyeti ve Cumhur İttifakı arasında başlayan süreci Artı Gerçek'e değerlendirdi. Küçük, "Barışın, kalıcı demokratik bir çözüme evrilmesi toplumsallaşmasına bağlı. Barışın toplumsallaşması adalet arayışla, yüzleşmeyle mümkün" dedi.

'Yeni çözüm süreci'... Bülent Küçük: Barışın toplumsallaşması yüzleşmeyle mümkün

Rojhat ABİ


DİYARBAKIR- MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 1 Ekim'de TBMM'nin açılışında DEM Parti yöneticileriyle tokalaşması yeni dönemin sinyalini verdi. Bahçeli, 22 Ekim'de grup toplantısında PKK Lideri Öcalan'a "Gelsin TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini açıklasın. Umut hakkından yararlanmasının önü açılsın" çağrısı yaptı. DEM Parti Urfa Milletvekili Ömer Öcalan, 23 Ekim'de İmralı'da PKK Lideri Öcalan ile görüştü. Öcalan, "Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim" açıklaması yaptı. Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder'den oluşan DEM Parti heyeti 11 Ocak'ta Öcalan ile görüştü. Ahmet Türk'ün de katılımıyla Meclis'teki siyasi partilerle görüşen heyetin önümüzdeki günlerde İmralı'da ikinci kez Öcalan ile görüşmesi bekleniyor.

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Akademisyen Bülent Küçük, Bahçeli'nin çağrısıyla başlayan süreci Artı Gerçek'e değerlendirdi.

'SÜREÇ SURİYE'DEKİ GELİŞMELER NEDENİYLE BAŞLADI'

- Bugün neredeyse bütün kamuoyunun gündeminde olan, hararetle tartışılan ve sonucunu herkesin merak ettiği Devlet Bahçeli’nin el uzatması ile başlayan sürece nasıl gelindi?

"Devlet Bahçeli'nin el uzatmasına ilişkin kerametin, Suriye'de yaşanan yeni gelişmelere bağlı olduğu ortaya çıktı. Suriye'deki Baas rejiminin çökeceği, oradaki örgütlerinin Halep'ten başlayarak Şam'a doğru ilerleyeceği ve 13 yıllık iç savaşın sonlanacağı, savaş sonrasında yeni Suriye'nin inşasında Türkiye'nin rolü, Kürtlerin statüsü ve nasıl bir Suriye inşa edileceğinin bu meseleyle doğrudan bağlantılı olduğunu retrospektif (geriye dönük) bir yerden baktığımızda anlıyoruz. Türkiye'deki Kürt meselesinin dinamiklerinden ziyade, daha çok bölgesel anlamda hem Türkiye'nin bölge politikası ve Suriye'nin iç savaşına müdahilliği hem de Rojavalı Kürtlerin oluşacak yeni Suriye’deki konumuna ilişkin olduğu ortaya çıkıyor."

Doç. Dr. Bülent Küçük
Doç. Dr. Bülent Küçük

'ÇÖZÜM SÜRECİ DEĞİL, NEGATİF BİR BARIŞ SÜRECİ'

- İmralı, DEM Parti, iktidar ve siyasi partiler arasında süren yoğun görüşme trafiğine ve yapılan açıklamalara bakarak sürecin gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Sürecin gidişatı daha çok Suriye ile doğrudan bağlantılı. Bu yüzden iktidar cephesinden bakıldığında Türkiye'deki Kürt meselesini, Kürtlerin taleplerini eşitlik ve demokrasi eksenli görmedikleri söylenebilir. Çünkü burada hem Bahçeli'nin yaptığı açıklamaları hem de Erdoğan ve Uçum'un açıklamalarına baktığımız zaman Kürt meselesinin zaten çözüldüğü varsayılıyor. 2013’teki demokratikleşme paketiyle birlikte Kürtleri inkâr politikasında sona gelindiğini, dolayısıyla Kürtlerin ülkede kendi dilleriyle eğitim gördüklerini, arta kalan meselelerin de terör ve şiddet meselesi olduğunu söyleyerek güncel sürecin şiddetin sonlandırılmasına dönük bir adım olduğuna dair bir resim ortaya çıktı. Dolayısıyla Türkiye'ye dair bir çözüm sürecinden ziyade Sırrı Süreyya Önder’in en son yaptığı açıklamadan yola çıkarak söyleyebiliriz ki bu bir çözüm süreci değil, bir negatif barış sürecidir. Çok anlamlı bir lehçe ile ifade edersek 'çözümsüz bir barış süreci' izlenimi veriyor."

'ŞİRKET-DEVLET OTORİTESİ DERİNLEŞİYOR'

- Nedir negatif barış evresi, mevcut atmosferde ne kadar uygulanabilir?

"Negatif barış ile şiddetin sonlandırılması, silahların gömülmesi ve bundan sonra siyaset alanının açılması üzerinden gelecek dönemde Kürt meselesine ilişkin meselelerin demokratik kanallar üzerinden tartışılabileceği, daha fazla demokratikleşme adımlarının atılabileceği yeni bir evreden bahsediliyor. Ama Türkiye'de antidemokratik rejimin inşası son 10 sene içerisinde bu kadar derinleşmişken, 2017-2018 sürecinde başkanlık sistemi ve sistemin sahip olduğu altyapıyla ortaya çıkan şirket-devlet otoritesi şu an demokrasinin tam aksi yönünde ilerliyor. Şu ana kadarki işaretler bize daha fazla demokratikleşmenin aksine daha fazla derinleşen bir otoriterlik durumu söz konusu olduğunu gösteriyor. Bu olayların bir boyutu. İkinci boyutu da Suriye’ye ilişkin olacak. Türkiye'nin Kürtlerin orada son 10 yılda inşa ettiği sivil demokratik kurumları ve kolektif haklarını ne ölçüde tanıyıp tanımayacağı etkili olacak."

'AKP, TÜRKİYE'DE UYGULADIĞI KISMİ TANIMA MODELİNİ ROJAVA'YA İHRAÇ ETMEYE HEVESLİ'

- Sürecin aktörlerinden olan Devlet Bahçeli ve iktidar tarafının reaksiyonlarını nasıl okumak gerekiyor?

"Devlet Bahçeli, bir konuşmasında ‘çeşitlilik içinde birlik olalım, Kürtlerin varlığı bizim zenginliğimizdir’ diyor. Bu yıllardır söylenen bir anlatıydı. MHP de nihayet bu liberal çizgiye geldi. Bu anlatı, Türkiye’de egemenin kimliğin ortak duyusunu ifade ediyor. Egemenin kendi ayrıcalıklı konumunu sorgulatmaksızın ötekinin antropolojik varlığını bir nevi folklorik bir zenginliğe tahvil etmesi ya da kolektif hakkı bireysel tercihe indirgemesi, ana dilde eğitim talebini seçmeli ders olarak tanıması gibi, ötekinin siyasi temsiliyetini yok sayması ve nihayet yapısal olanı depolitize etmesi anlamına geliyor. Ayrıca AK Parti, Türkiye’de Kürt meselesine ilişkin uygulandığı kısmi tanıma modelini Suriye'ye, Rojava’ya ihraç etmeye hevesli duruyor. Oradaki defacto modeli kendine kılavuz etmektense, orayı tasfiye etmeye endeksli bir siyaset. Bunda ne kadar muvaffak olur bilmiyoruz zira sahada çoklu aktörler söz konusu. Bu noktada sanki henüz netleşmemiş bir durum var."

'BARIŞIN KALICI ÇÖZÜME EVRİLMESİ SÜRECİN TOPLUMSALLAŞMASINA BAĞLI'

- Sürecin olası riskleri ve fırsatları nelerdir?

"Sırrı Süreyya Önder, yaptığı açıklamada "Biz şimdi bir barış sürecinden geçiyoruz, çözüm ise uzun süreli bir inşa sürecidir" dedi. Barışı her daim olumlu buluyorum elbette. Barışın sağlanması demokratik siyaset imkânlarını açma potansiyeli taşıdığı için önemli. Kapatılmış, kolonize edilmiş bütün kamusal mecralarının, sokağın, medyanın, herkesin sesini açacaksa, herkesin kendi fikrini beyan edebileceği demokratik bir ortamın kapısını aralayacaksa barış elbette çok önemli bir imkân. Fakat bu süreç ötekini nötralize ederek otoriterliği daha da derinleştirecekse, bu barışın araçsallaştırılması anlamına gelir. Bu risk güçlü bir ihtimal olarak mevcut ve eleştirel kesimlerin endişesi de bu güvensizlikten besleniyor. Hükümetin 2015 sonrasındaki icraatları, küresel ölçekteki demokrasi kaybı ve otoriterleşme de bu derin kaygıyı haklı çıkarıyor. Elbette ben şahsen bu süreçte silahların susmasından ve gömülmesinden müteşekkil olacak barış siyasetinin, uzun vadede bir çözüm siyasetine, bir toplumsal barışa, demokratik bir dönüşüme, Kürt meselesinin kalıcı çözümüne kapı aralamasını diliyorum. Sözü edilen barışın, kalıcı demokratik bir çözüme evrilmesi çözüm arzusunun seçkin siyasetin tekelinden çıkarak toplumsallaşmasına, yani herkesin müşterek talebine dönüşmesine bağlı. Böyle olursa siyaset buna kayıtsız kalamaz. Fakat böylesi bir atmosfer mevcut değil, maalesef."

'BARIŞIN TOPLUMSALLAŞMASI YÜZLEŞMEYLE MÜMKÜN'

- Kürt siyasi hareketinin de çok sık vurguladığı barışın toplumsallaşması nasıl mümkün olabilir? Ya da mümkün müdür?

"Mahiyetine henüz tam vakıf olmadığımız söz konusu siyasi barış projesi, toplumsal rıza oluşturulmaksızın sonuç versin isteniyor. Cumhur İttifakı’nın, kurduğu siyaset veyahut çerçevesini çizdiği barış paradigması, kestirmeden hızlı şekilde sonuçlansın isteniyor. Dolaysıyla barışın toplumsallaşması gibi hükümetin bir beklentisi yok gibi görünüyor. Toplumsallaşma demokratikleşme talebini görünür kılacağı için belki de bundan uzak duruluyor. Çünkü barışın toplumsallaşması, adalet arayışıyla, yüzleşmeyle, toplumun bizzat kendisiyle barışmasıyla ilgili bir şey. Barışın toplumsallaşması ancak adalet arayışıyla beraber barışın bizzat kendi içerisinde çeşitli toplumsal grupların birbirleriyle barışabileceği yeni bir atmosferi gerektiren bir şey. Halbuki şu andaki çözümsüz barış projesi toplumsal bir barışı içermiyor veyahut da ona ihtiyaç duymuyor gibi görünüyor."

'YURTTAŞLARIN REJİME GÜVENİ KALMAMIŞ'

-Peki, 2013 ve 2015 yılları arasındaki çözüm sürecine dönüp bakarsak ne gibi farklılıklar gözlemliyorsunuz?

"Kürt tarafında da Türkiye'nin batısında da 2013’tekine benzer bir pozitif atmosfer yok. Yurttaşların siyasete veya bu rejime inancı, güveni kalmamış. Çünkü daha öncesinde verilen her söz büyük bir felaketle topluma geri dönmüş. Ama rejim de toplumda kendisine olan inancı daha da azaltmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Çünkü barışın toplumsallaşması nihai olarak sivil toplumun bu sürece müdahil olması demek. Demokrasi taleplerinin hükümeti zorlaması ve rejimi dönüştürmesi imkânı demek. Demokrasi talebinde bulunan yurttaşlar açısından barış süreci bir demokratik dönüşüm imkânı anlamına gelirken, rejim açısından barışın toplumsallaşması, rejimin gücünü sarsacak onu dönüştürecek bir risk anlamına geliyor. 2013-2015 sürecinde böyle olmuştu. Bu yüzden bu sefer kestirmeden bir sonuca varılsın isteniyor."

'Yeni çözüm süreci'... Bülent Küçük: Barışın toplumsallaşması yüzleşmeyle mümkün - Resim : 2

'KAYYIM ATAMALARI BARIŞIN TOPLUMSALLAŞMASINI SABOTE EDİYOR'

- Gündemdeki barış görüşmeleri sürerken bir yandan DEM Partili Akdeniz Belediyesi’ne kayyım atandı. Rojava’ya yönelik saldırılar devam ediyor. Barış ya da çözüm süreçlerinde yaşanan bu gelişmeleri nasıl ele almak gerekiyor?

"Kayyım atamaları aslında barışın toplumsallaşabilme ihtimalini de sabote eden bir hamleye dönüşüyor. Burada asıl mesele müzakere ettiği tarafı zayıflatmak, talepleri düşürmek, aşağıya çekmek, ötekinin siyaset yapma gücünü ve mücadele azmini azaltarak masaya oturtmaya çalışıyor. Burada şaşılacak bir durum pek yok. Dünya deneyimlerine bakıldığında bu çifte stratejiye rastlıyoruz. Mücadele ile müzakere birlikte ilerliyor. Fakat bunun ölçüsü kaçtığı zaman süreç sürdürülemez hale gelebiliyor."

DEVLETİN ÇİFTE STRATEJİSİ

- O halde buna devlet stratejisi diyebilir miyiz?

"Elbette. Karşı tarafı zayıflatmak için masaya en zayıf haliyle oturtmak ve kendilerinin en güçlü olduğu şartlarda ötekini barışa zorlamak stratejisi. Devlet, bundan dolayı baskıyı daha fazla sıkılaştırarak daha fazla belediyeye kayyım atayarak ve Suriye’deki vekil grupları Rojava’da seferber ederek karşı tarafı müzakere masasında da daha az kazanıma razı gelmeye zorlamak istiyor. Tüccar devlet mantığı bu şekilde işliyor; hak, hukuk, hakikat, adalet değil. Mesele ötekini saf dışı bırakmaktır, aza razı bırakmaktır. Sosyal Darvinist bir mantık, güçlünün hayatta kalacağı zayıfın ise saf dışı bırakıldığı şirket devlet aklı. Devletin burada çifte stratejisi var. Kendisini mümkün olduğu kadar güçlü kılarak Kürt siyasetini Türkiye’de bir barışa zorlayıp ama aynı zamanda da Suriye'de olabilecek gelişmeye karşı de önlem almak üzere olan bir siyaset. Dolayısıyla, böyle yaparken nasıl oluyor da şöyle yapıyor değil. Tam da böyle yaptığı için de şöyle yapıyor demek lazım. Devletin rasyonalitesini bu çifte strateji üzerinden görmemiz lazım. Bir paradoks bir ikircik olarak değil, birbirini tamamlayan çifte bir strateji."

BÜLENT KÜÇÜK KİMDİR?

Doçent Doktor Bülent Küçük, 1991’de ODTÜ de başladığı sosyoloji eğitimine Berlin Humboldt Üniversitesi’nde devam etti. Burada siyaset bilimi ve sosyoloji alanlarında yüksek lisans ve doktora çalışmalarını 2007'de tamamlayan Küçük, bir süre Sabancı Üniversitesinde doktora sonrası araştırmacı olarak bulundu. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesi olan Küçük, siyaset sosyolojisi, kültürel çalışmalar ve medya, çok kültürlü yurttaşlık gibi konularda dersler veriyor. Küçük’ün ulusal ve uluslararası indeksli dergi ve kitaplarda yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunuyor.

barış dem parti mhp akp PKK Lideri Abdullah Öcalan