Tutuklu gazeteci Aziz Oruç: En ağır acıları sınırlarda yaşadım

Tutuklu gazeteci Aziz Oruç: En ağır acıları sınırlarda yaşadım
Aziz Oruç: Biz kimsenin yanında ya da kimsenin karşısında değiliz. Gerçeklerin yanındayız. Kimseyi kötülemek, karşı durmak için değil, gerçekleri ortaya çıkarmak için yazıyoruz.

Türkiye, dünyada en fazla siyasetçi, gazeteci, yazar, hak savunucularını yargılayan, hapse atan ülkelerden birisi. Yargı bağımsız olmayınca hükümeti eleştiren herkes yargı tehdidiyle karşı karşıya kalabiliyor. Siyasetçiler parti faaliyetleri, milletvekilleri yaptıkları açıklamalar, gazeteciler yazdıkları yazı ve haberler, insan hakları savunucuları çalışmaları nedeniyle cezaevine atılıyor. İfade özgürlüğünün neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldığı Türkiye’de, demokrasi ancak direnenlerin mücadelesinde hayat buluyor.

Cezaevine girseler de demokrasi mücadelesinden vazgeçmeyen isimlerle bu mücadelelerini konuştuk. Tutuklu bulunan siyasetçiler, gazeteciler ve insan hakları savunucularının Türkiye gündemine dair görüşlerini, cezaevlerine dair sözlerini "İçeriden Söyleşiler" başlıklı dosyamızda aktaracağız.

Pandemi nedeniyle avukat görüşlerinin sınırlı olduğu, mektupların geç ulaştığı koşullarda tutuklularla söyleşi yapmak hayli zor oldu. Bu nedenle söyleşileri elimize ulaştıkça yayımlayacağız.


Derya OKATAN


ARTI GERÇEK- Aziz Oruç, mesleği nedeniyle cezaevinde bulunan gazetecilerden biri. Kamuoyu Oruç’u daha çok sınırlarda yaşadığı zorluklardan biliyor.

36 yaşındaki Aziz Oruç, gazeteciliğe 2012 yılında KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nda başladı. Pek çok Kürt gazetecinin yaşadığı tehdit ve davalarla karşı karşıya kalan Oruç, Diyarbakır’da yargılandığı bir davada "örgüt propagandası" iddiasıyla 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Devam eden başkaca davaları da olduğu için iki çocuğu ve eşini geride bırakarak Eylül 2017’de Irak Federe Kürdistan bölgesine yerleşti. Gazeteciliğe burada devam etti.

3 ve 2 yaşlarındaki çocukları ve eşiyle birlikte yaşayabilmek için Avrupa’ya gitmeye çalışan Oruç’un zorlu "umut yolculuğu" 7 Aralık 2019 tarihinde başladı. Önce İran üzerinden Ermenistan’a geçmeye çalıştı. Ancak sınır kapısında gözaltına alınarak İran’a teslim edildi. İki günü işkence ve yoğun psikolojik baskı ile geçen Oruç, 10 Aralık gecesi tel örgülerin arasından Türkiye tarafına atıldı.

Yaşadığı bu ağır günleri MLSA’ya gönderdiği bir mektupta anlatan Oruç, Türkiye’de 11 Aralık’ta gözaltına alındı. 8 günlük gözaltı sürecinin ardından tutuklandı.

11 aydır Van Patnos L Tipi Cezaevinde bulunan ve "örgüt üyeliği" suçlamasıyla yargılanan Aziz Oruç, 9 Kasım’da yeniden hâkim karşısına çıkacak. İddianamede "ülkeye yasadışı bir şekilde girmeye çalışması" ve daha önceki davaları "örgüt üyeliği"ne delil olarak gösteriliyor.

Aziz Oruç, sınırlarda yaşadığı işkence, kötü muamele, donma tehlikesi, ölüm korkusunun ardından Türkiye’de İçişleri Bakanlığı tarafından "terörist" damgasıyla yaftalandı. Yetmedi cezaevindeki insani olmayan koşulları kamuoyuna duyurduğu için hakkında disiplin soruşturması başlatıldı. Aynı konu nedeniyle eşi Hülya Oruç da gözaltına alındı. İki bebeği olduğu için tutuklanmadı ancak 11 gün ev hapsinde kaldı.

Tutuklu gazeteci Aziz Oruç, pandeminin de getirdiği kısıtlı imkânlarda, dar bir zaman diliminde Artı Gerçek’in sorularını yanıtladı.

Patnos Cezaevi, sık sık işkence ve kötü muamele iddialarıyla gündeme geliyor. İnsani koşulların iyi olmadığı da bilinen cezaevi koşullarına dair sorularımızı yanıtsız bırakan Oruç, tüm baskılara rağmen Türkiye’de gazeteciliğin geleceğine dair umudunu koruyor.

Tutuklu gazeteci Aziz Oruç’un Artı Gerçek’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

‘EN AĞIR ACILARI YAŞADIĞIM YER SINIRLAR OLDU’

İltica etmeye çalışırken çok zor günler yaşadığınızı biliyoruz. Sanırım sınırlara dair epey kelime biriktirmişsinizdir. Neler söylersiniz sınırlara dair?

En ağır acıları yaşadığım yer sınırlar oldu. Ermenistan’ı geçerken yakalanmam, işkence görmem, taciz edilmem, hukuksuz bir şekilde İran’a teslim edilmem, sınırın ucuna getirilip ölüme terk edilmem, sonra da Türkiye’de 10 ayı aşkındır cezaevinde yatmam… ‘Kaçak yollardan girdiğim’ söyleniyor hep. Bu çok üzücü bir durum. Devletlerin belirlediği sınırların çok anlamsız olduğunu, insanların istedikleri yerlerde yaşayabilmesi gerektiğini zaten biliyordum. Ama bir kez daha gördüm, sınırların ne kadar acı, ne kadar kötü, ne kadar zor olduğunu. Bizzat yaşayarak gördüm.

‘KİMSEYİ KÖTÜLEMEK İÇİN DEĞİL GERÇEKLERİ ORTAYA ÇIKARMAK İÇİN YAZIYORUZ’

Türkiye’de gazetecilik yapmanın çok ağır bedelleri olabiliyor. Bu bedeli ödeyen gazetecilerden birisi olarak Türkiye’de gazeteciliğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Doğrusu evet Türkiye’de gazeteci olmak çok çok zor. Daha önce de yazdığım yazılar, yaptığım haberlerden dolayı şu an tutuklu bulunduğum dava dışında da devam eden davalar var. Sadece ben değilim. Gerçekleri ortaya çıkarınca bedel ödüyoruz. Bu yazıların bir bedeli var. Yıllardır cezaevinde yatan gazeteciler var. Ama şu da bir gerçek; bu kadar kötü atmosfere rağmen gazeteciler yazmaya, çizmeye devam ediyor. Biz kimsenin yanında ya da kimsenin karşısında değiliz. Gerçeklerin yanındayız. Kimseyi kötülemek, karşı durmak için değil gerçekleri ortaya çıkarmak için yazıyoruz. Bu kadar baskı olmasına, bu kadar gazeteci tutuklu olmasına rağmen ben geleceğe umutla bakıyorum. Çünkü pes etmeyen bir gazetecilik gerçekliği var. Kimliği var, dili var, direnişi var. Bugün cezaevindeyim ama karamsar değilim. Gazetecilik ancak özgür, demokratik, adil, hukukun olduğu bir ortamda gelişebilir. Şu an böyle bir ortam yok ama Türkiye’de gazeteciliğin önemli bir yere geleceğine inancım sonsuz.

Hakkınızdaki iddianameyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nasıl değerlendireceğimi açıkçası bilmiyorum. Bir baba olarak bilmiyorum, bir gazeteci olarak bilmiyorum, kısmen hukukçu olarak –Adalet Yüksek Okulu mezunuyum- bilmiyorum. İddianamede örgüt üyeliği suçlamasına dair tek bir delil yok. Tamamen soyut iddialarla bana itham edilen suçlamalar var. İddianameyi açıp okuyabilirsiniz,‘gazeteci yazı yazmış, suç.’ 2016 yılında Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2 yıl 1 ay hapis cezası verdiği paylaşımlardan bir kez daha yargılanıyorum. Avukatlar mükerrer yargılama olduğunu söylüyor. 2011 yılında İzmir’de yargılandığım dava şu anda‘örgüt üyesi’ olmama delil olarak sunulmuş. Çalıştığım ajans, hatta çalışmadığım bir kurum birinin ifadesi nedeniyle delil olarak sunulmuş. Hiçbir şekilde savunacağım bir yönü de yok. Mahkemede de belirttim, 10 aydır tutukluyum. Yasal tedbirler uygulanarak çok rahat tahliye edilebilirim. Maalesef hukuk, adalet yerine getirilmiyor. 9 Kasım’da mahkeme var. Ne olur bilemiyorum. Umudumu koruyorum. İnanıyorum, zor da olsa, geç de olsa adalet yerini bulacak.

'KÜRT GAZETECİLER, BARIŞ TERKOĞLU VE PEHLİVAN'IN GÜNDEME GETİRİLDİĞİ GİBİ GETİRİLMİYOR' 

Tutukluluğunuz sürecinde meslektaşlarınızın, basın meslek örgütlerinin yaklaşımı nasıl oldu, dayanışmayı yeterli buluyor musunuz?

Açıkçası pandemiden dolayı dışarıdan çok fazla haber alamıyoruz. Cezaevinde sadece hükümete yakın televizyon kanallarını izleyebiliriz. Yeni Yaşam, Cumhuriyet, Birgün, Evrensel gibi gazeteler zaten cezaevine alınmıyordu, pandemide diğer gazeteler de veriliyor. Dayanışma çok çok önemli. Sadece benim için değil tüm gazeteciler için…Benim gibi gazeteciler, Kürt gazeteciler, özgür basında çalışan gazeteciler Barış Terkoğlu, Barış Pehlivanların gündeme getirildiği gibi getirilmiyor. Bu noktada eksiklik yaşanmış olabilir. Dayanışma çok önemli, umudumuzu arttırıyor.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar