Üstten maske uçakları kalkıyor, alttan kapı kapı döviz aranıyor

Londra’yı işaret ederek, ‘TL’ye saldırıyorlar, püskürteceğiz’ diyen hükümet, Londra’da döviz arıyor.

Bugünlerde swap konuşuyoruz. Kuru tutmak için 60 – 70 milyar dolar dövizi satıp rezerv torbasının dibi silkelendi. İhracat düştüğü, turizm durma noktasına geldiği için döviz gelirleri çok azaldı. Yabancı, doğrudan yatırıma gelmiyor. Borsaya, iç borçlanma senedi almaya da gelmiyor. Aksine satıp kaçıyor! Kaçıyor ama… Aylık 20 – 25, yıllık 210 milyar dolarlık ithalata nerden döviz bulunacak? Üretim ithalat bağımlısı! Diğer yandan Türkiye yüksek borçlu bir ülke. 170’i kısa vadeli 450 milyar dolar dış borcu var. Yabancı çıkışının, "batarsa batsın, alıcı buluyorsa satsın, bize ne" diyebileceğimiz tarafları var (mesela borsa) ama tamamı öyle değil… Mesela devlet iç borçlanma senetlerinde çıkışı karşılamak gerekebilir. Türkiye’ye döviz lazım. Üstten uçaklar dolusu maske gönderip Türkiye’nin ne kadar da güçlü bir ülke olduğu gösterisi yapılırken bir yandan da kapı kapı döviz aranıyor! Şu ana kadar bir tek Katar’la eski anlaşma revize edilebildi. Açıklaması şu: 

"17 Ağustos 2018’de imzalanan ikili para takası (swap) anlaşması tadil edildi. Tutarı 5 milyar ABD doları karşılığı TL ve Katar Riyali’nden 15 milyar ABD doları karşılığı TL ve Katar Riyali’ne yükseltildi. (…) Anlaşmanın temel hedefi yerel para birimleri üzerinden gerçekleştirilen ticareti kolaylaştırmak ve iki ülkenin finansal istikrarına destek sağlamaktır."

İki ülkenin ticaret hacmi 1.5 milyar dolar. Bu ticaret ulusal paralarla yapıldı diyelim. Üstü ne yapılacak? Katar Riyali ile dönüp Avrupa’dan, Rusya’dan, Çin’den ithalat ödenemez, borç ödenemez. Ne yapılacak? Kasada tutulup faizi ödenecek. Rezerve koyup, artmış gibi gösterilecek. Mesele yine algı. El parasıyla gösteri! 

***

Bir başka boyutu… "Swap yapıldı, yapılıyor" sızdırmalarıyla kur yönetimi... "Döviz bulundu" havası yaratıyor, kuru baskılama etkisinden yararlanıyorsun. Fakat bu sızdırmalardan yararlanan oldu mu, bilmiyoruz. Prof. Veysel Ulusoy’un tepkisi geldi aklıma:

Havuzun militanlarından söz etmiyorum. İktidarın ne yaptığından bağımsız olarak, bu, mesleğine saygısı olan ekonomi gazetecileri için önemli bir haber konusudur. Gerçek, teyitli bir bilgiye ulaşan elbette yazacak. Bu gazeteci yönünden böyle. Yazmak görevi. Ancak kamu otoritesi yönünden de görev ve sorumluluk var. Böyle girişimleri spekülasyondan uzak bir ciddiyetle yürütmek ve her türlü bilgiyi kamuoyu ile aynı anda paylaşmak… Yani şeffaflık! Bu beklenti doları 6.27’lerden 6.70 seviyelerine çekti. Etkisi bu! Peki bu bilgiyi yayan ve manipülasyon yapan hacıyatmaz oldu mu? Bilmiyoruz! Prof. Ulusoy’un dikkat çektiği de bu. 

Bu swap arayışı; maske uçakları, jestler, mektuplar eşliğinde, kötü bir üslupla sürüyor. ABD’ye sağlık malzemesi eşliğinde gönderilen ve "Türkiye’nin, ABD'nin güvenilir ve güçlü bir ortağı" olduğu hatırlatılan mektupta, Kongre ve ABD basınının salgın sırasında Türkiye’nin sergilediği dayanışmanın da etkisiyle, ilişkilerin stratejik önemini daha iyi kavrayacağı beklentisi dile getiriliyor. Bu arada S-400 aktivasyonundaki gecikmeleri (veya geciktirmeleri de) buna bağlayan analizler okuduk. Derken, bu kez swap görüşmeleri yapılan bir başka ülkeye, Japonya’ya jest geliyor… Başakşehir Şehir Hastanesi’ne "Çam – Sakura Hastanesi" adı veriliyor. Çam, Türkiye’yi, Sakura ise Japonya’yı temsil ediyor. Sakura bir tür kiraz çiçeğiymiş. Japon Başbakan Abe açılışa davet ediliyor, katılıyor… 

Aslında bu tür jestlerin karşı tarafta mütebessim ifadelere yol açtığı muhtemeldir. Anlamsız olduğu için anlamlı bulunur! Çünkü sadece gerçekten ihtiyacı olan yoksul, çaresiz ülkelere yardım gönderilse idi, burada sıkıntısı çekilse dahi anlamlı olurdu. İşte o dayanışma olurdu. Sen kalk, ABD’ye, İngiltere’ye maske gönder! Bunlar parası olan ülkeler, zenginler. Pandemide trilyon dolarlık paket açan ülkeler! 

İşin başka bir boyutu var… Dünyanın 50 ülkesine sağlık yardımı göndererek, ne kadar güçlü olduğumuzu göstermişiz!.. Yani Almanlar, İngilizler bir baktılar bizim maske dolu uçaklar havalimanında! Gözlerine inanamadılar. "Vaaay be, dediler, biz öyle bilmiyorduk, Türkiye meğer ne kadar da güçlüymüş!"

Oysa ki, Türkiye bu "hedayeleri" göndermeden önce de sonra da kişi başına geliri 9 bin dolar olan, 750 milyar dolarlık bir ekonomidir. Pandemide vatandaşlarının cebine ancak bin lira (yani 150 dolar!) koyabilen bir ülkedir. 

Kredi sigorta primleri 600 puanın üzerindedir!

Kredi derecelendirme kuruluşlarına göre "yatırım yapılamaz" notu olan, bütçesi açık veren bir ülkedir. Hazinesinin borç çevirme oranı yüzde 300’e çıkmış bir ülkedir.

İyimser tahminle 10 milyon insanı işsizdir!

Merkez Bankası’nın kasasındaki net rezervleri eksidedir. İthalata döviz bulamadığı için gümrük duvarlarını ha babam yükseltmektedir. İçerdeki yabancı yatırımcı aylardır her fırsatta satıp çıkmaya çalışmaktadır. Birçok ülke ile "bize birkaç aylık dolar verebilir misiniz" görüşmeleri (swap) yapmaktadır… Manzara budur! Kapısı çalınan o ülkelerde otoriteler, yetkililer, bilinçli kamuoyu, yatırımcıları buna bakar, maske dolu uçaklara bakmaz! 

Bak şimdi sanki iktidarları döneminde ithalatı 50 milyar dolardan 210 milyar dolara çıkaran başkalarıymış gibi… İthalat yasaklarını da "milli" satış sepetine koydular. "Türkiye’nin ithalat cenneti yapılmasına izin vermeyeceklermiş." 

20 Nisan’da 3 bin, 11 Mayıs’ta 400’ün üzerinde ürüne ek gümrük vergisi getirilmesinin ardından, dün de 859 ürüne daha yüzde 30’a kadar ek gümrük vergisi getirildi. Böylece son bir ayda ek gümrük vergisi getirilen ürün sayısı 4 bin 500’ün üzerine çıkmış oldu. (Dünya Gazetesi)

Döviz yok, ithalat yapamıyoruz demiyorlar… Tablo buyken, kalkıp "ithalat cenneti olamayacağız" gibi laflar edilirse içerde seçmeni kandırayım derken elaleme komik düşer. 

Krizlerin yükünü en fazla yoksullar çekiyor. Sağlıklı, gelir dağılımı düzgün, yoksulluğu yenmiş, sadece ekonomik olarak büyüyen değil aynı zamanda demokrasisini, özgürlüklerini, refahını da büyüten bir ülke olmak önemli. Türkiye buna yaklaşmıyor, her gün uzaklaşıyor.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi