Bir bidon elden ele

Bu çok söylendi, ama yine söyleyelim: 1915’ten, 1938’e, oradan 1955 ve 1992’ye ve daha da günümüze uzanan bir hat var: bir şiddet, linç, saldırı ve evet, ‘cezasızlık’ hattı

Bir bidon elden ele

Ahmet ERGENÇ

Bu feci çağrışımlı başlığı kullanmak ve Cansever’e ayıp etmek (“bir karanfil elden ele”) istemezdim ama son zamanlarda yaşanan şeyler, böyle feci ve tatsız metaforlar kurmaya itiyor insanı. Hemen söyleyeyim: bu metafor bana değil, sevgili yazar arkadaşım Mehmet Mahsum Oral’a ait. 2 Temmuz’da Madımak Katliamı ve diğer şiddetler hatırına, şöyle yazmış: “Bu ülkede bir benzin bidonu elden ele, omuzdan omuza, zamandan zaman, insandan ormana dolaşır durur.”

Bu ülkedeki linç kültürü, kundaklama eğilimi ve cezasız bırakılan şiddetler ancak bu kadar acı ve poetik bir şekilde ifade edilebilirdi. Bu yazıda biraz o ‘bidon’u, ülkenin şiddet tarihinde bir dip akıntı gibi duran ve ‘zamandan zamana’ serbest (bir suçlunun serbest dolaşması gibi serbest) dolaşan o metafor ve o gerçeği konuşmak istiyorum.

Önce, 2 Temmuz’la başlayalım, tam 33 yıl önce, yaşanan o feci olayla. Pir Sultan Abdal şenlikleri için Madımak otelde bulunan yazarlar, şair ve müzisyenler ‘radikal’ İslamcılar’ın saldırısına uğradı. Ve 35 kişi yakılarak öldürüldü. ‘Yakılarak’ lafı, sanırım olayın vahametini vurgulamak için, sık sık tekrar edilmedi. Öldürüldüler, ‘yakılarak’ öldürüldüler. Daha fecisi olabilir mi? Burada derdim acıyı kanırtmak değil, o şiddetin boyutunu tekrar hatırlatmak. En kötü ölüm biçimleri arasında, sanırım, yanarak ölmek en başlarda geliyordur.

Madımak olayında bu alevler kadar can yakıcı olan bir şey daha vardı: Madımak’ta kullanılan o bidonlar, yakılan o ateşler için hiçbir zaman resmi bir özür dilenmedi, Madımak otel bir utanç müzesi ya da hafıza anıtına dönüştürülmedi, Madımak otelinin önüne o faciada ölenleri hatırlatacak ve sonraki faciaların önlenmesini sağlayacak bir heykel dikilmedi. Yani Madımak, toplumsal hafıza açısından, hiçbir şekilde bir utanç vakası olarak kayda geçirilmedi. Hatta Tansu Çiller’in zamanında söylediği o korkunç şey ülkede Madımak’a bakışın ifadesi ve sembolü oldu: “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir."

Madımak Katliamının sorumluları hiçbir zaman tam anlamıyla yargılanmadı: tıpkı 6-7 Eylül, ya da ondan önceki Dersim Katliamı ya da Ermeni Soykırımı gibi. Bu çok söylendi, ama yine söyleyelim: 1915’ten, 1938’e, oradan 1955 ve 1992’ye ve daha da günümüze uzanan bir hat var: bir şiddet, linç, saldırı ve evet, ‘cezasızlık’ hattı. Yani, bu ülkede eğer ‘öteki’ addettiğiniz kişilere (aslında Türk-İslam sentezi dışında kalan herkes, böyle bir ‘öteki’ konumunda bulabilir kendini, her an) şiddet uygularsanız, yasalar sizi korumasa bile, rahatsız etmez. Cezanız yoktur, gidebilirsiniz, yasalar askıya alınmıştır.

Bu hat, ülke tarihini kat eden bu şiddet hattı günümüze de uzanıyor. Bir bidon elden ele, maalesef. Bunu en son LeMan’a yapılan saldırılarda gördük: rahatsız edici bir şekilde Madımak kalabalığını andıran bir grup ‘radikal İslamcı’ Hz. Muhammed’e dair olduğu iddia edilen bir karikatür nedeniyle, taş ve sopalarla LeMan dergisinin binasını bastılar, binadakilere ve etrafta bulunanlara saldırma girişiminde bulundular, tekbir getirdiler, tehditler savurdular vesaire.. Dini hassasiyetleri bahane ederek açıktan saldırı ve tehditte bulunan ve ayrıca nefret suçu işleyen bu kalabalığa polis neredeyse hiç müdahale etmedi. Bu da tanıdık değil mi? Ayrıca bu aynı kalabalık, her fırsatta her gösteriye kapatılan İstiklal Caddesi’nin orta yerinde namaz kıldı, bir gövde gösterisi gibi: kime karşı, neye karşı?

Burada birkaç soruyu sanki Türkiye’ye yeni düşmüş gibi, bu tür şiddet, linç girişimi ve nefret suçlarının ‘normal’ olduğunu bilmiyormuş gibi soralım: Hassasiyetlerinin zedelendiğini hisseden her grup böyle bir linç girişiminde bulunabilir mi? Yoksa bu linç girişimi hakkı bazı ‘radikal’ İslamcı gruplara mı aittir sadece? Mesela, diyelim ki bir yayın organı Hristiyanlık değerlerini hafife alan bir yayın yapsa, Türkiye’de Hristiyanların da böyle bir eylem yapma hakkı var mıdır? Ya da Alevilerin? Ya da Musevilerin? Türkiye bütün inançlara eşit mesafede duran seküler bir ülke midir? Yoksa Anayasa'da yazdığının aksine ‘bazı’ inanç grupları kayırılır, korunur ve onlara her türlü şiddet uygulama hakkı verilir mi?

Bu soruların cevaplarını biliyoruz tabii, devlet dersinde öldürülenleri de, linçe uğrayanları da, yakılanları da, hapse atılanları da. Bütün bunların arkasında Slavoj Zizek’in ‘sistemik şiddet’ dediği şeyin, yani sistemin kendisinde var olan bir şiddet ihtimali olduğunun da, ‘bazı’ gruplar için ‘istisnai hal’ uygulandığını ve o bazı grupların yasalardan muaf olduğunu biliyoruz. Bunun da, bu eşitsizlik şiddetinin de bir devlet geleneği olduğunu biliyoruz. Ama yine de sanki bilmiyormuş gibi bu temel soruları sormaya devam edelim, kötü cevaplara ve elden ele dolaşan o bidona da alışmadan. Bilmiyormuş gibi, ısrarla.

Her şey bu kadar karanlık değil bu arada. LeMan’a yapılan saldırıdan iki gün sonra Saraçhane’de, İmamoğlu ve diğer İBB üyelerine yapılan 19 Mart baskınlarının 100’üncü günü için bir miting yapıldı: 100 karası. Evet, iyi bir kelime oyunu. Oradaydık, sadece CHP değil, birçok sol yapı da oradaydı. Bir nevi 1 Mayıs gibi bir hissi vardı, alternatif 1 Mayıs: özgürlük talepleri, eşitlik ve adalet isteği, sanki ‘iyi bir şeyler olacakmış’ gibi bir his, bir kalabalık. Bidonlara karşı böyle bir kalabalık da var: bir karanfil elden ele. Neden olmasın?