CHP’li belediyelere operasyon ve Kürtlere akıl verme konforu
Bugün DEM Parti’yi hedefe koyarak, çözüm süreci üzerinden Kürt hareketini kriminalize etmeye çalışanlar, aslında AKP’nin ve Erdoğan’ın bu operasyonlarla kurmak istediği ve muhalefeti karşı karşıya getirmeyi amaç edindiği siyasal hatla birebir örtüşmektir.

Özcan KIRBIYIK
Bugünlerde CHP’li belediyelere dönük anti-demokratik operasyonlar adeta bir sürek avına dönüşmüş durumda. Bu anti-demokratik operasyonların kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Hatta denilebilir ki; bu operasyonların yapıldığı kentlere bakıldığında, temel motivasyonlardan biri de muhalefeti karşı karşıya getirmek ve çelişkilerini artırmaktır. Zira, kırıntıları bile kalmamış olan ülke demokrasisini ortadan kaldırılma girişimi, sistematik ve güdümlü olarak işlemeye devam ettiğinin bir alametidir bu. Ancak bu durumu fırsat bilip, Kürt siyasal hareketine ve Kürt için bir hayat memat meselesi olan çözüm sürecine dönük üretilen nefret söylemi de gözden ırak tutulmamalı, dikkatle izlenmelidir. Bu da ulusalcı kesimlerin, ekseriyetle Kürtlere ve Kürt siyasal hareketine dönük seslenmelerinde, bazen aleni kimi zaman da zımni olarak görünür olan akıl verme, nefret söylemlerinde görülüyor. Çoğu kez bu hitap, CHP tabanındaki ve tavanındaki bazı kesimlerde, zamanla içselleştirilmiş ve normalleştirildiği belli olan bir “efendilik sendromunu”nun gösterisine de dönüşüyor. Bu kesimlerin, sosyal medya iletilerini ve köşe yazılarını okurken, kölesine içten içe öfke kusan efendinin tutumunu görmeniz bile mümkün. Gayet tabii Kürtlere yönelik bu retoriğin tarihinin Cumhuriyetle yaşıt olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü bu retoriğin kaynağında ‘devletin asıl sahibi’ olma hevesi yattığını ileri sürmek, abartı olmayacaktır. Kestirmeden söylemek gerekirse; köyleri, şehirleri yakılmış; dili, kimliği inkâr edilmiş; hafızası silinmeye çalışılmış Kürt halkının, altında buram buram ırkçılık kokusu gelen bu kesimlerin “demokrasi dersine“ ihtiyacı yoktur.
CHP belediyelerine operasyonlar sürerken, dikkat çeken şey iktidarın antidemokratik hamleleri olduğu kadar; eş zamanlı gelişen ve CHP’nin ulusalcı cenahından yükselen Kürt siyasetine yönelik bu katı/üstenci ses tonudur. Bu ses tonu, kimi zaman doğrudan, kimi zaman dolaylı; ama çoğu zaman pejoratif, küçümseyici ve kibirlidir. Bu tutum, yalnızca politik bir pozisyon değil, egemen ulus üstenciliğinin de dışavurumudur. Bu zaviyeden bakınca, kayyum pratiğini gündelik hayatının her anında yaşayan Kürtlere, “demokrasi nasıl savunulur” diye akıl verenlerin dili, çoğu zaman kölesine seslenen efendininkini andırmaktadır. O yüzden sonunda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim; bu konforlu efendilik pozisyonu ne demokrasi üretir ne de ortak bir siyasal zemin. Az önce belirttiğimiz gibi; kayyum siyasetinin teorisine de pratiğine de en hakim kitle Kürtlerdir. Bunun için de ulusalcı kimselerin televizyon ve köşe yazılarından yükselen ‘had bildirme ve akıl verme’ uğraşısına ihtiyaçları yoktur. Kürtlerin kayyumlara ilişkin bu deneyimi, sadece siyasal değil; aynı zamanda tarihsel ve toplumsal bir hafızaya da dönüşmüştür. Umumî Müfettişlikler’den ve Sıkı Yönetim dönemlerine kadar bu hafızanın en dramatik ve anlamlı örneklerini görmeleri mümkündür.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki; Kürt siyasal hareketi, “mağduriyet söylemi” üzerinden değil, beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ama köklü bir direniş geleneği üzerinden bugünlere geldi. Bugün DEM Parti’yi hedefe koyarak, çözüm süreci üzerinden Kürt hareketini kriminalize etmeye çalışanlar, aslında AKP’nin ve Erdoğan’ın bu operasyonlarla kurmak istediği ve muhalefeti karşı karşıya getirmeyi amaç edindiği siyasal hatla birebir örtüşmektir. Bu örtüşmeyi de yine en iyi görenler Kürtler ve siyasal hareketleridir.
CHP’li belediyelere yönelik adeta bir “sürek avına” dönüşen operasyonlar karşısında, bugün Kürt hareketi kendi meşrebince ve gayretince, eksik veya fazla, demokratik bir duruş sergilemeye gayret ediyor. Buna mukabil, iktidarın CHP’yi hedef almasıyla birlikte bazı CHP’lilerin veya destekçilerinin, gözlerini yeniden Kürtlere çevirerek “hesaplaşma” söylemleri üretmesi, muhtemel bir iktidar değişikliğinde dahi Kürt düşmanlığının CHP’de aynen devam edeceği kaygısını haber veriyor. Bu vaziyetin bir benzeri de son olarak Gezi direnişinde, aynı çevrelerce gündeme getirildiği de vakidir.
İttihat Terakki’den, tek parti dönemine kadar dayanan, devletin kutsallığını esas alan bu siyasal yaklaşım, insanı değil, devlet aygıtını yücelten bir anlayış olagelmiştir. Oysa devlet değil; insandır kutsal olan. Bu topraklarda mağduriyetin istismarıyla yürütülen siyasetin en tipik örneği 28 Şubat sonrası inşa edilen siyasal İslamcı mağduriyet anlatısı değil miydi? Hatta, CHP’nin mevcut genel başkan yardımcılarından Fethi Açıkel’in kaleme aldığı Kutsal Mazlumluğun Psikopatolojisi başlıklı makalesine dahi konu olan bir mesele bu.
Son kertede; DEM Parti’ye, Kürtlere ve çözüm sürecine “nefret objesi” muamelesi yapılarak verilen demokrasi vaadinden kimseye hayır gelmez. Bu yolun nereye çıktığı, yakın geçmişte defalarca tecrübe edildi. Aynı hatayı tekrar etmek, akıl kârı değildir. Kürtler ve siyasal hareketleri, yangınların içinden çıkarak bugünlere geldi. Kürt düşmanlığı üzerinden demokrasi ve gelecek kurul(a)maz.
Özcan Kırbıyık kimdir?
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi lisans, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji yüksek lisans programı mezunu. Çeşitli STK’larda hak temelli çalışmalar yapmanın yanı sıra muhtelif dergi ve gazetelerde; akademik ve yarı akademik yazıları yayınlanmakta.