Öteki 'Karadeniz'
Cumhuriyet tarihi boyunca, binlerce yıllık bu kültür ve kimlikler de inkar edilmiş, asimilasyon politikalarıyla da yeni bir ‘Karadeniz’ kimliği, kültürü, müziği vs. oluşturulmaya çalışılmıştır.

Kadir GÜNEY
Karadeniz, tarih boyunca çok farklı etnik ve kültürel gruplara ev sahipliği yapmış bir bölge olmuştur. Antik dönemlerden itibaren Pontos Rumları, Lazlar, Hemşinliler, Gürcüler ve Ermeniler gibi halklar bu coğrafyada kendi dillerini, inançlarını ve geleneklerini sürdürmüştür. M.Ö. 100'den bu yana bu topraklarda bulunan Pontoslular, 8. yüzyıla dayanan Hemşinliler ve M.Ö. 8. yüzyıla dayanan Lazlar, Osmanlı'nın son dönemlerinde artan milliyetçilikle birlikte asimilasyona maruz bırakılmıştır. “Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Karadeniz'de yaşayan halkların kimliği yok sayılmış, Rumlar, Lazlar, Hemşinliler gibi toplulukların farklılıkları ve dilleri inkâr edilerek "Karadenizlilik" adı altında tek tip bir kimlik yaratılmaya çalışılmıştır. 1
SÜRGÜN YA DA ASİMİLASYON
Bu toprakların binlerce yıllık yerlileri sürgünlere mecbur bırakılmıştır. Cumhuriyet döneminde "tek dil, tek millet" ideolojisi çerçevesinde farklı etnik kimlikler tek tipleştirilmeye çalışılmıştır. Bölgede yaşayan Rumlar sürgüne zorlanmış, bu süreçte açlık, hastalık ve saldırılar nedeniyle birçok kişi hayatını kaybetmiştir. Hayatta kalanlar ise kendilerine yabancı gelen topraklara göç etmek zorunda kalmıştır. "1921'de Samsun'dan Kavak'a sevk edilen 766 kişilik Rum kafilesi, Canik Dağları'nda
eşkıyanın saldırısına uğramış; birçok Rum öldürülmüş, yaralanmıştır." 2
Sürgün ve baskılara rağmen anavatanlarını terk etmeyenler asimilasyona maruz bırakılmış, dillerini ve geleneklerini unutturularak "Türk" olarak yaşamaya zorlanmıştır. Bu süreç, bölgenin kimliksizleştirilmesinin ve yeni bir kimlik yaratılmasının temelini atmıştır.
DİLLERİN YASAKLANMASI
Yeni cumhuriyet, bölgede yaşananların hafızalarından geçmişte yaşananları tamamen silmeye çalışmıştır. Latin alfabesini zorunlu kılan Harf Kanunu ile birlikte, başta Karadeniz bölgesi olmak üzere ülkedeki tüm dillerin yasaklanması yoluna gidilmiştir. O zamana kadar anadillerinde konuşan Hemşinliler, Lazlar ve Rumlar, yeni bir dille tanışmak zorunda kalmıştır. "Türk ulus kimliğinin temelini oluşturan "Türk", aslında "Türkçe konuşan" şeklinde değerlendirilmiştir. Bu dilsel ulusçuluk, beraberinde diğer konuşulan dillerin yok olmasını getirmiştir." 3
1959 yılında çıkarılan "Ad Değiştirme Komisyonu"kararıyla bölgede konuşulan Rumca, Lazca ve Hemşince il ve yer isimleri Türkçeleştirilmiştir. Yapılan her hamle orada yaşayanları, yaşananları unutturmak için yapıldı. Yapılan hamleler sonrasında kültürler, gelenekler diller yok olma tehlikesi altında.
YENİ DİLE ALIŞMA: ‘KARADENİZ ŞİVESİ’
Binlerce yıldır farklı diller konuşan halklar, “çağdaşlaşma” adına tek dil ve tek millet anlayışıyla
Türkçe konuşmaya, yazmaya ve öğrenmeye zorlanmıştır. Türkçe dışında eğitim alma imkânı
bulamamış, anadillerine dair materyal, gazete ve kitap çıkaramamış, dolayısıyla okuyamamışlardır.
Türkçe konuşma zorunluluğunun bir sonucu olarak ise her halkın kendine özgü bir “Türkçesi” gelişmiştir. Bu süreçte, her halkın konuştuğu Türkçe, kendi dil yapısının izlerini taşımış ve bölgelere göre farklı telaffuz biçimleri ortaya çıkmıştır. Ancak bu farklılıklar görmezden gelinmiş ve bölge insanları tek bir Türkçe konuşuyor gibi gösterilmiştir. Örneğin Karadeniz bölgesinde yaşayanların dilleri, sadece “uy”, “aha”, “haçan” gibi kelimelerle sınırlandırılarak temsil edilmiş ve bu bölgenin halkı genellikle “komik” ve “saf” olarak tanıtılmıştır.
İktidarların uyguladığı tek tipleştirme politikaları, dil üzerinden hayata geçirilmiş ve bu durum medya aracılığıyla topluma servis edilmiştir. Karagöz-Hacivat oyunlarındaki Laz karakterinden günümüzde skeç programlarındaki “şive komedisine”, Temel fıkralarından “Temel” filmlerine kadar bu algı yaygınlaştırılmıştır. Burada “Temel” ve “Laz” olarak tanıtılan yeni karakter oranın çok dilliliğini, çok haklılığını görmezden gelen bir tutumla yapılmıştır. Temel karakteri, “Laz” olarak gösterilse de aslında orada yaşayan Rumlar da kastedilmektedir. Karagöz, Hacivat ve Laz Karakteri Tek tipleştirme sürecinde, farklılıkları yok sayılan ve yalnızca “Türklük” kimliği üzerinden yeniden şekillendirilmeye çalışılan yeni “Karadenizli” imajı, her alanda topluma empoze edilmiştir. Bu algının topluma aktarımı, Karagöz-Hacivat gibi geleneksel gölge oyunlarına kadar uzanmaktadır.
Kökeni tam olarak bilinmese de 14. yüzyılın başlarından itibaren sahnelenen Karagöz-Hacivat oyunlarında, her yöre insanı bir karakter aracılığıyla temsil edilir. Ancak, Karadeniz halkları bu oyunlarda yalnızca “Laz” kimliği üzerinden yanlış bir şekilde yansıtılmıştır. Laz karakteri, “hızlı konuşan”, “çabuk öfkelenip hemen sakinleşen”, “eğlenceli ancak aceleci” tavırlarıyla tanınırken, sahneye “hareketli”, “enerjik ve biraz saf” bir karakter olarak çıkar. Bu anlatılan yüzlerce yıldır Karadeniz’de oluşturulmaya çalışılan yeni kimliğin özellikleriydi.
FIKRALARLA ALGI
"Osmanlı toplumu ve yaşam tarzının aynası olan Karagöz oyununda yer alan Laz karakterinin, Türk fıkra geleneğine Cumhuriyet döneminde eklenen Temel’in atası olduğuna ve her ikisinin de Karadeniz erkeğinin kişileştirilmiş formu olduğuna şüphe yoktur." 4
Fıkralar, masum hikâyeler olarak anlatılsa da şu şekilde de tanımlanabilir:
"Fıkralar insanların, mesleklerin, beldelerin, milletlerin özel veya genel vasıflarını yansıtan, mazinin ve geleneğin taşıyıcısı olan kültürel birer belgedir"5 Bu perspektiften bakıldığında "Temel" karakterinin masum bir figür olarak ortaya çıkmadığı anlaşılmaktadır. "Laz" karakteri ile yaratılan algının devamı niteliğinde "Temel", "Dursun" gibi karakterler üretilmiş, isimleri değişse bile özellikleri aynı kalmıştır.
Fıkraların temel kişisi "Temel"dir; Fadime onun eşi ya da sevgilisi, Dursun, İdris, Cemal ise yan karakterlerdir. Temel fıkralarında Karadeniz halkı genellikle "komik", "kafası az çalışan", "mantıksız düşünen" ya da "pratik zekâlı" biri olarak sunulmuştur. 6
Bu masum görünen fıkralar, zamanla Karadenizlileri ötekileştiren bir araç hâline gelmiştir. "Başlangıçta dar bir bölgenin kendi mizah anlayışı içinde anonim olarak üretilen fıkralar, Doğu Karadeniz’den İstanbul’a büyük çapta göç yaşandığı 1950-1970’li yıllarda yazılı kültüre geçerken el değiştirerek Karadenizlileri ötekileştirme aracı olarak kullanılmıştır" 7
Örneğin:
Temel, askere giden arkadaşına mektup yazar: "Dursuncuğum, hiçbir işum olmadıği içun
sana rahetça bu mektubu yazayirum. Fekat yazacak bir şey aklıma gelmaduği içun de
mektubumu burada keseyirum."
SİNEMADA “KARADENİZ”
Fıkralar ve gölge oyunlarından sonra, Karadenizli kimliği sinema ve televizyon aracılığıyla da şekillendirilmiştir. "Türk sinemasının ilk yıllarında gayrimüslimler genellikle 'kötü kadın' ve 'mürebbiye' rollerinde görülmüştür. Örneğin Ahmet Fehim’in 1919 yapımı Mürebbiye filmi, Muhsin Ertuğrul’un 1933 yapımı Cici Berber ve 1938 yapımı Aynaroz Kadısı filmleri bu anlayışa örnektir" 8
Yaratılmak istenen yeni kimliğe karşı eski kimlikler kötü gösterilmek zorundaydı ve öyle de oldu. “Türk sinemasında Rum kadınları ise ‘genelev işletmecisi, fahişe ve şehvet düşkünü’ karakterler olarak temsil edilmiştir.” 9
Yeşilçam sineması, Karadenizlileri genellikle büyük şehirlere göç etmiş "komik" figürler olarak betimlemiştir. Ayşe Yüksel’e göre: "Yeşilçam sineması, Karadenizli temsili konusunda genellikle
fıkralardan esinlenerek karikatürleştirilmiş karakterler yaratmıştır."10
Günümüzde bu anlayış, Amerikalılar Karadeniz’de 2, Sümela’nın Şifresi, Oflu Hoca’nın Şifresi, Vatikan’ın Şifresi: Bir Temel Macerası gibi filmlerle devam etmektedir. “Türk Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen filmlerde Batı Anadolu’da yaşayan Rumlar, Yunan askerleriyle beraber hareket eden işbirlikçiler olarak tasvir edilirler. Rum kadınları ise Türk askerlerini baştan çıkarmaya çalışan, ahlaksız veya düşman ajanı rollerinde sunulmuştur." 11
Yeni yaratılan kimliğe karşı bölgede yaşayan halklar düşman olarak gösterildi ve aradaki düşmanlık günümüzde de sürdürülüyor. Kendi anadilinde şarkı söyleyenler, anadilinde eğitim talebinde bulunanlar “düşman” olarak görülüyor. Aslında düşman olarak gösterilen tarih binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan halkların kendisidir. Karadeniz, tarih boyunca medeniyetlerin beşiği olmuş, sanat, edebiyat ve ticarette çok önemli katkılar sunmuştur. Ancak yüzyıllar boyunca bölge insanını "saf" ve "komik" olarak resmeden popüler kültür, bu tarihsel ve kültürel mirasın gölgede kalmasına neden olmuştur.
STEREOTİPLER ÜZERİNDEN İNŞA EDİLEN KARADENİZLİ KİMLİĞİ
Sinemanın yanı sıra televizyon dizilerinde de “Karadenizli” kimliği belirli kalıplar içinde inşa edilmeye çalışıldı. Karadeniz bölgesi doğasıyla dizilere görsel bir zenginlik katarken, Karadenizli karakterler çoğunlukla belirli stereotiplerle sunuldu. Sinemada olduğu gibi televizyon dizilerinde de
Karadenizliler “şive”leriyle, “saf” ve “komik” figürler olarak temsil edildi.
Bu temsiliyetin temelinde, Karadenizli karakterlerin hikâyeye mizahi bir unsur katması ve ana karakterlerin öne çıkmasına yardımcı olması yatıyordu. “Karadenizli, tıpkı sinemada olduğu gibi, olayları en geç anlayan, en çok gülünç durumlara düşen, hikâyedeki ‘olmamışlık’ hissini besleyen figür olarak karşımıza çıkar.” Örneğin, Bir Demet Tiyatro’daki Laz Bakkal, Süper Baba’daki Fikret’in dedesi ve Avrupa Yakası’ndaki Ömür Arpacı bu anlayışla yaratılmış karakterlerdir. Bu karakterlerin ortak noktası, Karadenizli kimliğini belirli kalıplara sıkıştırarak yeniden üretmeleridir. “Bir Demet Tiyatro’nun Laz Bakkalı bu yönelimin en belirgin örneklerinden biridir. Komikler içinde en komik, en saf ve hatta en ‘aptal’ olarak resmedilmiştir.” 12
KURTLAR VADİSİ VE KARADENİZLİLİĞİN FARKLI BİR TEMSİLİ
Öte yandan, Kurtlar Vadisi gibi yapımlarda Karadenizli karakterler farklı bir temsiliyet kazanmıştır. Burada, Laz Ziya, Süleyman Çakır ve Abidin Yerebakan gibi karakterlerle Karadenizlilik, mizah yerine sert ve otoriter bir kimlikle ilişkilendirilmiştir. Bu dizide Karadenizliliğe atfedilen sağcı ve muhafazakâr kodlar, popüler kültürde yeni bir temsil biçimi yaratmıştır: “Bu üç karakter, 90’lı yılların sonunda yükselen milliyetçi dalganın etkisiyle, sıradan faşizmin popülerleşmesine hizmet eden figürler olarak yeniden üretilmiştir.” 13
Ki bunun sosyal yaşamdaki karşıtlığı bu coğrafya da Kürt düşmanlığının pekiştirilmesidir. Sinop’tan Rize’ye kadarki sahil şeridinde neredeyse her kilometrede bir üst geçitlerin adları Kürt şehirlerinde hayatını kaybetmiş askerlerin isimleriyle anılmaktadır. Böylelikle aslında geçmişte bu coğrafyadaki yaşamış Rumların imhası ve kimliklerinin inkarı bu kez yine bu toplum ajite edilerek Kürtlere yöneltilmiştir.
PONTOS’UN RÖNESANSI VE CUMHURİYET İLE YOK EDİLİŞİ
Osmanlı İmparatorluğu’nun Karadeniz kıyılarında yaşayan Pontus Rumları, kültürel ve ekonomik anlamda önemli yakaladığı yükseliş cumhuriyetle birlikte yerini gerileme, tek tipleştirme aldı. Yaşanan bu yükseliş döneminde, özellikle Trabzon, Samsun, Giresun gibi şehirlerde Rum toplumunun ticari ve entelektüel faaliyetleri hız kazandı. Eğitim alanında büyük ilerlemeler kaydedildi; Rum matbaaları aktif hale gelmiş, gazeteler ve edebi eserler yayımlanmış, mimari açıdan görkemli kiliseler, okullar ve konaklar inşa edilerek bir kültürel Rönesans yaşanmıştı. Ancak yaşanan bu yükseliş yeni cumhuriyetle yok edildi. 1914-1923 yılları arasında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde Pontos Rumlarına yönelik baskılar ve katliamlar yoğunlaşmış, yüz binlerce insan ya öldürülmüş ya da sürgüne gönderilmişti. Türkçe haricindeki yer isimleri Türkçeleştirilmiş, kiliseler ve okullar kapatılmış ya da farklı amaçlarla kullanılmış, matbu eserler yasaklanmış ve bu büyük entelektüel birikim silinmeye çalışılmıştır. Bu süreç, sadece bir halkın fiziki varlığının değil, aynı zamanda Pontus’un Rönesans’ının da sistematik bir şekilde yok edilmesi anlamına gelmiştir.
Cumhuriyet tarihi boyunca da binlerce yıllık bu kültür ve kimlikler de inkar edilmiş, asimilasyon politikalarıyla da yeni bir ‘Karadeniz’ kimliği, kültürü, müziği vs. oluşturulmaya çalışılmıştır.
1 Tamer Çilingir, Pontos Gerçeği, s. 97
2 Tamer Çilingir, Pontos Gerçeği,
3 Türkiye’de Dil Hakları ve Dilsel Çoğulluk, Bülent Bilmez, s. 172
4 Coşar, Asiye Mevhibe & Usta, Çiğdem (2009) sayfa 23. "Geleneksel Türk Gölge Oyununda Ana Tipler ve Dil Yergisi." bilig, Sayı 51: 13-32. Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı.
→ Kaynak metin: Karagöz ve Hacivat oyunlarında farklı tipler ve dil yergisi üzerine bilimsel bir çalışma.
5 Kutlutaş, Hizaya Çekilmiş Temel Fıkraları, s. 17
6 Kutlutaş, Hizaya Çekilmiş Temel Fıkraları, s. 17
7 Kutlutaş, Hizaya Çekilmiş Temel Fıkraları, s. 17
8 Türk Sinemasında Azınlıklar, Yalçın Lüleci-Alparslan Nas
9 Türk Sinemasında Azınlıklar, Yalçın Lüleci-Alparslan Nas,
10 Yüksel, A. (2012). Türk Sinemasında Karadeniz Temsili. Sinema Araştırmaları Dergisi, 12(3), 376.
11 Türk Sinemasında Azınlıklar, Yalçın Lüleci-Alparslan Nas, s. 12
12 Uğur Biryol, Karadeniz’in Kaybolan Kimliği sy. 218
13 Uğur Biryol, Karadeniz’in Kaybolan Kimliği sy. 218