Afganistan’ın Eva Peron’u: Kraliçe Süreyya

Afganistan'ın bu kraliçesinin hikayesi sadece genç bir kadının Şam'dan Kabil'e ve sonunda Roma'ya yolculuğunun hikayesi değildir.

Afganistan’ın Eva Peron’u: Kraliçe Süreyya

Suriyeli tarihçi Sami Moubayed Newlines Magazine için Afganistan’ın bugün çok bilinip hayrılanmayan bir kadın karakterini yazdı, görevi döneminde Türkiye’yi de ziyaret eden Afgan Kralı Emanullah Han’ın eşi Sürreya’yı… Afgan toplumunda kadın hakları savunucusu olarak öne çıkan Süreyya’nın kısa yaşam öyküsü ve mücadelesini anlatan makaleyi sizin için özetledik:

"1920'lerin ortalarında, Afganistan Kralı Emanullah Han, Kabil'deki sarayında, krallığının ileriye dönük seçenekleri hakkında bir konuşma yapmak için geniş bir dinleyici kitlesinin önünde durdu.

Ağır ağır ve özenle seçilmiş kelimelerle, "İslam, kadınların örtünmesini veya herhangi bir tür peçe takmasını şart koşmaz" dedi. Peygamber'in peçesiz savaşlara katılan eşlerinden örnek verdi ve İslam'ın doğuşundan önce ve sonra kariyerini finanse eden varlıklı bir iş adamı olan peygamberin ilk eşi Hatice'ye özel atıfta bulundu.

Kralın yanında, Hatice peygamber için neyse, Amanullah için de eşi Kraliçe Süreyya Tarzi duruyordu. Kral konuşmasını bitirirken kraliçe kocasına gülümseyerek ve sevgiyle bakarken peçesini nazikçe çıkarıp attı... Bu hareketi dönemin Afgan toplumunda şok dalgaları yarattı.

Önceden planlanıp çalışılmış bu sahne filme alınmadı, ağızdan ağıza bir Afgan neslinden diğerine aktarıldı. Ülke uzun tarihinde bir başka dönemeçten geçerken ve Taliban'ın Kabil'de iktidara geri dönmesiyle bugün pek çok kişi buna atıfta bulunuyor.

Sürreya’nın cüretkar davranışı, muhtemelen 1923'te peçesini çıkaran ve Müslüman kadınları onun örneğini izlemeye teşvik eden ünlü Mısırlı feminist Huda Shaarawi'den etkilenmişti.

Süreyya, Shaarawi'yi örnek alan binlerce kişiden biriydi, ancak babasının eğitim alanında çalıştığı ve gençlik yıllarında Kabil'de değil, Şam'da İslami bir eğitim aldığı göz önüne alındığında, cesareti olağanüstüydü.

Süreyya ve Soraya, Afgan gazeteciliğinin babası olarak anılan Mahmud Tarzi (1865-1933) adlı bir Afgan entelektüelinin kızıydı. Arap şehirlerini gezdi ve 1891'de Şam'a yerleşti. Mahmud Tariz burada vefat eden Afganistanlı eşinin ölümünden sonra Suriyeli bir kadınla evlendi.

1890'ların Şam'ı, devrimci alimler, aydınlar, sanatçılar ve şehirde yaşayan yabancılar tarafından içine kapandığı Püritenizminden şoka uğrayan, kendi dönüşümünü yaşayan bir şehirdi.

Özel bir devrimci, 1870'lerde Şam'da Arap dünyasının ilk müzikal tiyatrosunu kuran sarıklı bir aktör, yönetmen ve müzisyen olan Ebu Halil el-Kabbani'ydi (Suriyeli şair Nizar Kabbani'nin büyük büyükbabası).

Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'i oyunculuk ve dansın haram olduğuna ikna eden Selefi köktendincilerle çatıştı ve bu durum onu Mısır'a taşınmaya zorladı. El-Kabbani sonunda memleketi Şam'a döndü ve Mahmud Tarzi gibi dünyevi bir şahsiyet için çekici bir eğlence olması gereken müzikallerine devam etti.

Batılı kaynaklar, Tarzi'nin Şam'daki Emevi Camii müezzini Salih el-Mossadegh'in kızıyla evlendiğini belirtiyor. Ancak yerel kaynaklar, Suriyeli eşinin Halep'in Fattal ailesinden geldiğini ve babasının Halep Ulu Camii'nde çalıştığını iddia ediyor.

Kraliçenin akrabalarına ulaşarak, Süreyya'nın büyükbabasının Şam'daki Emevi Camii'nde çalışan Halepli değil, gerçekten Şamlı olduğunu teyit edebildik. Kraliçenin akrabaları hala Şam'da yaşıyor ve Tarazi (yerel olarak Tarzi'den çevrilmiş) adıyla anılıyor. Bunlardan birisi olan Salah al-Din (Selahaddin), Suriye'nin eski Birleşmiş Milletler Büyükelçisi idi daha sonra Uluslararası Adalet Divanı'nda yargıçlık yaptı.

Süreyya, 24 Kasım 1899'da Şam'da doğdu. Eski Şehrin Arnavut kaldırımlı sokaklarında büyüdü ve en saygın ilahiyatçı Şeyh Bedreddin el-Hasani'nin din derslerine gönderilmeden önce babası tarafından eğitildi. Şeyh Bedreddin ile olan bağlantı birçokları için şaşırtıcı olabilir, çünkü onu peçe takmaya ve muhafazakar bir yaşam tarzına yönlendirmeye telkin etmek yerine, genç kadın üzerinde tam tersi bir etki yaptı.

Sürreya Afganistan’ı babasıyla birlikte ilk kez genç kızlığında ziyaret etti ve Kabil'deki Qawm-i-Bagh Sarayı'nda Prens Emanullah Han ile tanıştı. Aşık oldular ve sonunda evlendiler ve kocası 1926'da tahta çıktıktan sonra Afganistan kraliçesi oldu. Süreya, Emanullah'ın başka bir eş almamasını şart koşmuştu çünkü dönemin Afganistan’ında erkekler dört kadınla evlenebiliyordu.

O zamanlar Kabil, bir yanda ihtişam ve zenginliğin, diğer yanda aşırı yoksulluğun tuhaf bir karışımıydı. 1919'da İngiliz İmparatorluğu'ndan bağımsızlığını kazanmış olmasına rağmen, İngilizler tarafından Afganistan'a getirilmiş olan kafelerden, fotoğraf atölyelerinden, modaya uygun dükkanlardan ve otellerinden spor kulüplerine ve sinemalara kadar Avrupa'daki yaşam tarzlarının çoğunu hâlâ varlığını sürdürüyordu.
Şehrin aristokratlarının çoğunun evinde olduğu gibi, Emanullah'ın geniş ve ferah iki katlı konağının kendisi bir sanat eseriydi... Limon ağaçlarıyla, abartılı bir avluyla ve çeşmelerden fışkıran berrak sularla dolu bir mekan olarak Kabil'in efsanevi güzelliğini yansıtıyordu.

O dönemde kadınların peçe olmadan toplum içine çıkmalarına izin verilmesine rağmen, birçoğu geleneğe saygıdan dolayı peçe takmaya devam etti. Süreyya kocasıyla sahneyi süsleyene kadar kadınlar, babalarının, kocalarının ve erkek kardeşlerinin gölgesinde, ortalıkta görünmeden yaşarlardı. Aile bütçesi, siyaset veya sosyal ilişkilerde hiçbir söz hakları yoktu.

Kraliçe olarak Süreyya, ülkenin modernleşmesinde araçsal bir rol oynadı ve Arjantin için Eva Perón ne ise Afganistan için o oldu. Emanullah sık sık, "Ben sizin kralınızım ama benim eğitim bakanım karımdır" diye şaka yapardı. Birlikte ata binmeye ve av gezilerine çıkarlardı. Süreyya, iki alameti farikası haline gelen "kadınların güçlendirilmesi ve eğitimi "konusunda tavsiyelerde bulunmak için sık sık kabine toplantılarına katılırdı.

1921 ve 1923'te Afganistan'ın ilk anayasaları üzerinde Amanullah ile birlikte çalıştı ve hem peçeye hem de çok eşliliğe karşı güçlü bir kampanya yürüttü.

Süreyya kadın hakları kampanyasının bir parçası olarak, 1930'da Doğulu kadınlara yönelik ilk konferansa katılmak üzere Şam'a Afgan kadınlardan oluşan bir heyet gönderdi. Etkinliğe, iki dönem Suriye başbakanlığı yapan Cemil Mardam Bey'in eşi Safwat Mardam Bey başkanlık etti. Süreyya, Safwat'tan iki yaş küçüktü ve ilk kez 1900'lerin başında Şam'da çocukken tanışmışlardı.

Konferans, Şam'ın 18. yüzyıl Azm valilerinin evi olan Bzurieh Pazarı'ndaki Azm Sarayı'nda yapıldı. Yousra Adib Khan ve Maasumah Khanom adlı iki Afgan kadın katıldı. Eski Şam Borsası'na bakan Hamidiye Pazarı'ndaki Mardam Bey Sarayı'nda konakladılar. Maasumah Khanom, Fattal ailesinden Süreyya’nın annesinin bir akrabasıyla evlenerek Şam'da kaldı.

Emanullah 1929'da tahttan çekilmeye zorlandı. Çift önce dönemin İngiliz sömürgesi Hindistan'a gitti ve ardından Roma'ya yerleşti. 1960 yılında, karısından sekiz yıl önce Zürih'te öldü.

Pek çok kişiye, Sürreya’nın hikayesi, geçmişte rahatça yaşamış ve bugün Afganistan'da olanlarla ilgisi olmayan entelektüel tarih gibi gelebilir. Ancak daha yakından bir bakış, yalnızca Afganistan için değil, aynı zamanda Suriye için de pek çok alaka olduğunu gösteriyor.

Bir zamanlar kendilerini modernite ve ilerlemenin ışıkları olarak konumlandıran iki ülke de yıllarca süren savaş, yoksulluk ve kaos vasıtasıyla felakete sürüklendi ve kadın hakları zarar gördü. Süreyya bugün Kabil'i veya Şam'ı görseydi, iki şehri de tanıyamazdı.

Taliban geçen hafta Afganistan'ın başkentini ele geçirdi ve peçeyi geri getirme sözü verdi. Şu anda Taliban içinde, kadınların eğitim görmesine ve işgücüne katılmasına izin verip vermeme veya onları evlerinin yüksek duvarlarının arkasında tutma konusunda pek çok tartışma sürüyor.

Süreyya ve Emanullah tarafından kabul edilen her iki hak da 1996'dan 2001'e kadar önceki görev süreleri boyunca Taliban tarafından bir şekilde yasaklanmıştı. İlk Taliban rejimi altında, Afgan kadınları burka giymeye zorlandılar. Sürreya’nın hikayesi Afganistan'ın, ne olduğundan çok nasıl kalması gerektiğine dairdir.

Ancak Afganistan'ın bu kraliçesinin hikayesi sadece genç bir kadının Şam'dan Kabil'e ve sonunda Roma'ya yolculuğunun hikayesi değildir. Savaşlar arası yıllarda kendilerini yeniden yaratmaya can atan iki ülkenin hikayesidir. Her iki ülke için de bu, yıkılan, yeniden doğan ve muhtemelen temelli kesilen hayallerin bir hikayesi oldu."

Kaynak: https://newlinesmag.com/essays/the-eva-peron-of-afghanistan/

Afganistan