Barrack'ın açıklamaları Suriye'deki hangi planı deşifre ediyor?
Demokratik Özerk Yönetim ile Şam hükümeti arasındaki müzakereler çökerse, MİT’in gelecekte Tabka ve Rakka bölgelerine yönelik bir askeri operasyon planladığı belirtiliyor.

Artı Gerçek - Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi'nin, ABD Türkiye Büyükelçisi ve Başkan Donald Trump'un Suriye özel Temsilcisi Thomas Barrack ve Şam geçici hükümeti ile yaptığı görüşmeler, tartışılmaya devam ediyor.
Özellikle Barrack'ın görüşmeler öncesi ve sonrası yaptığı açıklamalar, önemli olduğu kadar bazı çelişkileri de içinde barındırıyor. Bu görüşmelerin Türkiye'de başlayan “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”ndeki önemli adımlar ile aynı zamana gelmesi ise dikkat çekti.
SYKES PİCOT AŞILDI
Türkiye’de PKK Lideri Abdullah Öcalan ile gelişen bu süreç devam ederken, ABD ekibi de Suriye’deki sorunları kendi kontrolü ve denetiminde çözmek istiyor. ABD'nin bu kapsamdaki planına göre; Şam ve Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi arasındaki sorunları hızla çözmek istiyor. Bu bağlamda Barrack’ın özellikle Sykes Picot anlaşmasının aşıldığına yönelik beyanı önemli. Bölgedeki halklar bu anlaşmanın mağduru olduğu için Özerk Yönetim temsilcileri de benzer durumun tekrarlanmaması için mücadele ediyor. Temel strateji bunun üzerine kurulmuşsa da sahadaki gelişmeler temelinde tespitler yapılmaya çalışılıyor.
KAOS DERİNLEŞTİRİLMEK İSTENİYOR
ABD'nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) içinde "terör" unsurları olduğunu söylemesi ve Türkiye'nin HTŞ ile ortaklaşa cihadist örgütlerle Suriye’de kaosu derinleştirme arayışının görülmemesi, sıkıntılar doğuracaktır. Örneğin; Esad Rejiminin düşüşünden bir süre sonra Suriye’nin kıyı sahillerinde kanlı saldırılar başlatan Saraya El Sunne ve MİT eliyle Suriye çölüne yeni saldırılar için kaydırılan Cund el-Aksa, Huras el-Din adlı cihadist grupların varlığı yeni bir tehdide işaret ediyor.
ÜÇ TEMEL BÖLGEYE YAYILDILAR
Yerel kaynaklardan alınan bilgilere göre; MİT’in verdiği talimatlar çerçevesinde Suriye’nin batısındaki Tedmur ve çevresine, Suriye’nin orta sahasındaki Suxne ve çevresine, Suriye’nin doğusundaki Rakka ve Dêrazor bölgesine söz konusu paramiliter gruplar yayıldı. ABD öncülüğündeki Koalisyon güçlerinin, Suriye çölündeki IŞİD’e karşı bir operasyon başlatacağı gündemi MİT'in koruma refleksini artırdı. Bu bağlamda, MİT, IŞİD hücrelerinin Rakka ve Humus çöllerinde nasıl örgütleneceğine dair planlama yapıyor. Sonuç olarak, bu hücrelerin, Koalisyon operasyonu sona erene kadar özellikle 86. ve 66. Tugaylar içinde konuşlanacağı belirtiliyor. Ayrıca, MİT’in desteğiyle son dönemde Suriye çölüne geçen radikal gruplar ile IŞİD ve 86. ile 66. Tugaylar altında faaliyet gösteren gruplar arasında güçlü bir koordinasyon sağlandığı öğrenildi.
YENİ SALDIRI PLANLARI
Rakka'ya bağlı Meyadin'e kadar olan Dêrazor bölgesi, MİT’e bağlı Ehrar El- Şarqiye grubunun başında bulunan Ebu Hatim Şakra komutasındaki 86. Tümen'in kontrolü altında. Yine Ebu Kemal hattı MİT’e bağlı 66. Tümenin lideri Ebu İskender komutasında. Bu nedenle MİT, 86. ve 66. Tümen'e, söz konusu bölgelerdeki Cund el-Aksa ve Huras el-Din gruplarının hareketini kolaylaştırmaları talimatı verdi. Sonuç olarak, MİT'in bu radikal cihadist gruplarının eliyle Rakka ve Dêrazor bölgelerine saldırmayı planladığı ve bu radikal grupları 86. ve 66. Tümen adı altında kullanacağı ifade ediliyor. Demokratik Özerk Yönetim ile Şam hükümeti arasındaki müzakereler çökerse, MİT’in gelecekte Tabka ve Rakka bölgelerine yönelik bir askeri operasyon planladığı belirtiliyor.
IŞİD’e katılan radikal grupların sahadaki hareketliliğine bakıldığında, uygulanması planlanan saldırı yöntemi şöyle: Radikal cihadist gruplar ve bölgedeki IŞİD hücreleri, Rakka ve Tabka bölgelerinde hücreler oluşturarak patlayıcı eylemler gerçekleştirecek ve kurumları hedef alacak, böylece bölgenin güvenliği hedef alınacak. Ardından, 86’ncı Tugay içine yerleştirilen Cund El Eksa ve Huras El Din grupları saldırıya geçecek.
İŞLEV, APARAT, VEKİL
Ortadoğu’da son 15 yılda uygulanan strateji, artık geçici bir istikrarsızlık dönemi değil, kalıcılaştırılmak istenen bir kontrol düzenidir. ABD, İsrail ve İngiltere merkezli olarak geliştirilen bu düzen, klasik devletlerarası çatışmaların ve sabit sınırların ötesinde, işlevler ve pozisyonlar temelinde yeniden kurgulanmış bir bölgesel egemenlik rejimini ifade ediyor. Bu rejimin temel karakteri, artık sınırları değil, rolleri esas almasıdır. Harita yerine işlev, egemenlik yerine aparat, halklar yerine vekil güçler temelinde kurulu bir yapı inşa edilmektedir. Devletler de, halklar da artık yalnızca kendi gerçekliklerine göre değil, bu küresel dizayn planının ihtiyaçlarına göre var olabilmektedir.
İŞLEVSİZ DIŞA BAĞIMLI
Yeni Ortadoğu düzeni, güçlü, merkezi, bağımsız karar alma kapasitesine sahip devletleri bir tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle Türkiye, İran, Suriye, Irak ve Lübnan gibi devletlerin doğrudan yıkılması değil, içten çözümlenerek işlevsiz ve dışa bağımlı hâle getirilmesi hedeflenmektedir. Devletler iç krizler, ekonomik zorluklar, mezhep ve etnik çatışmalar üzerinden içeriden zayıflatılmakta, böylece her biri kendine biçilen rolü yerine getiren, bağımsız karar alamayan ama kullanılabilir pozisyonda tutulan aktörlere dönüştürülmektedir. Hiçbir devletin kendi ajandasını belirleyemediği ama her birinin bölgesel pazarlıklarda kart olarak kullanıldığı bir stratejik harita oluşturuldu.
KONTROLLÜ KAOS
Barrack’ın "tek devlet, tek millet, tek ordu" ve federalizme karşı açıklamaları merkezi devlet politikalarıyla çelişmiyor. Önce ulus-devletleri zayıflatma, parçalama söylemi ve pratiğiyle, şimdi de merkezi ulus-devletleri güçlendirme girişimi bir çelişki değil kontrollü bir stratejik senaryonun iki farklı aşamasıdır. ABD-İsrail ekseni Ortadoğu’da istikrar adı altında ulus-devletleri içten çökerterek, zayıf, parçalanmış, kendi kendine karar alamayan devletler yarattı. Böylece birçok ulus-devlet zayıflatıldı, parçalandı, dışa bağımlı oldu ve verilen rolleri kabul eder pozisyona sokuldu. Bununla birlikte halklar özne olmasın, alternatif yönetimler oluşmasın diye yerel yapılar silahlandı, kullanıldı, sahte vaatlerle önleri tutularak kontrol altına alındı. Kontrollü kaos teorisi tam da burada devredeydi. Ne tam çözüm ne tam yıkım ve ne tam devrim sürekli kontrol edilen bir kriz hali stratejisi uygulandı.
Stratejiye göre ikinci aşamaya geçilmiş durumda. Barrack’ın açıklamasını erken ifşa olarak ele almak gerekiyor. Çünkü Suriye demek Ortadoğu Laboratuvarı demektir. Bu seçilmiş devlet üzerinden yeniden toparlanma süreci yaşanıyor ama kendi inisiyatifleriyle değil. Buradaki amaç artık kaos değil güvenlikli alanlar kurmak, bölgesel dengeyi koruyacak kontrollü devletler yaratmak. Bunun için oluşturulacak olan kontrollü devletlerin özelikleri, verilen rolü kabul edecek, tam egemen değil, güvenlik partneri olacak, İsrail'in güvenliğini, pazar alanını koruyacak, İran karşıtı denkleme entegre edilecek ve içte oluşacak olan yeni devrim seslerine birlikte müdahale edilecek.
HALKLAR ÖZNE OLMAMALI
İşte burada Kürt halkının haklarını baskı altına alma, ya da kabul edilebilir düzeyde tutma stratejisi uygulanacak. Bu dizaynın ikinci ve daha derin boyutu halklara ilişkindir. Halklar özne olmamalı, sadece işlevsel kılınmalıdır. Dini, etnik veya kimliksel farklar bir zenginlik değil, parçalama ve yönlendirme aracı olarak kullanılmaktadır. Sünni–Şii, Arap–Kürt, Türk–Kürt, Dürzi–Sünni, Hristiyan–Müslüman gibi tüm fay hatları, bölge halklarının iç savaşlara sürüklenmesi ve dış müdahalelere açık hâle getirilmesi için kullanılmıştır. Bu planın özünde devletler merkezî olmamalı, halklar öz irade kazanmamalı, herkes, bu kontrol sistemine göre yeniden tanımlanmalı.
TÜRKİYE KURTULUŞ ARIYOR
Zira Türk-İsrail ihtilafı, Suriye'nin tamamı üzerinde ve özellikle de Kürtler üzerinde en büyük etkiyi yapmaktadır. Kürt nüfus yoğunluğunun fazla olmasından kaynaklı Türkiye'deki Kürtlerin bölgedeki her gelişmeden etkilenmesi kaçınılmazdır. Çünkü İsrail, kuzey ve doğu sınırlarında terör ideolojisi taşıyan ve kendi hareket alanını tehdit eden cihatçıların varlığını kabul etmemektedir. Türkiye ise bu cihatçı güçleri ve bu ideolojiyi desteklemektedir. Türkiye, üsler ve cihatçı güçler vasıtasıyla Suriye'de bir yer edinmeye çalışmaktadır, fakat İsrail bu adımı kesin bir dille reddediyor. Zira güç dengesi değişecektir ve Sykes-Picot Anlaşması imzalandıktan yüz yıl sonra değişime uğrayacaktır. Türkiye, özellikle İsrail-İran savaşı ve buna yönelik Amerikan müdahalesinden sonra boynunun kumda olduğunu hissediyor ve her zamankinden daha zayıf olduğunu, değişim ve bölünme çarkının kendisine doğru geldiğini kesin bir şekilde fark ediyor. Kürtlerle bir barış sürecine girmek için acele etti, onların desteğini aradı, değişimin kendisine ulaşmasını engellemek için kendisini destekleyecek güçlere döndü. Ancak, Abdullah Öcalan'ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” bağlamında ortaya koyduğu ciddi adımlara rağmen, Türkiye bu çağrıyı başarıya ulaştırmak için hukuki veya siyasi kayda değer hiçbir adım atmadı. Bu durum Türkiye’nin bölgedeki kargaşa sona erene kadar zaman kazanmaya ve açıklamaları, ziyaretleri ve toplantıları yoluyla bu tehditlerin üstesinden gelmeye çalıştığı konusunda şüphe yaratıyor. Abdullah Öcalan, 27 Şubat'taki politikası ve çağrısıyla, etkili ülkelerin ve liderlerin, birçok uluslararası örgütün, siyasi ve insan hakları figürlerinin, aydınların pozisyonları aracılığıyla daha fazla bölgesel, uluslararası destek ve onay kazandı. Abdullah Öcalan düşünce tarzı ve bu süreci başarıya ulaştırmak için gösterdiği çabalarla, Türkiye’yi de ciddi bir adım atmaya zorunlu kılmıştır. Bu çağrıyı başarıya ulaştırmak için, gözlemciler bunu tek yol olarak görüyorlar. Ahmed el-Şara hükümeti, büyük güçler tarafından atandığı için İsrail ile İbrahim Anlaşmalarına katılmayı kabul etti. Bu, İsrail'in kuzey cephesinin güvenli kalmasını ve İsrail'e yönelik herhangi bir tehditten uzak kalmasını sağlayacaktı. Suriye Golan Tepeleri, El-Şara'nın kararına rağmen İsrail egemenliği altında kalacak, çünkü onu Suriye'nin geçici başkanı olarak atayan anlaşma bunu şart koşuyor.
*Erdoğan Altan'a ait olan bu analiz Mezopotamya Ajansı'ndan kısaltılarak alınmıştır.