Marc Pierini: Avrupa Konseyi’nin 47 üyesinden sadece ikisi Türkiye lehine oy kullandı
Eski Avrupa Birliği Türkiye Büyükelçisi Marc Pierini, Carnegie Europe’a Avrupa Konseyi’nin Osman Kavala davasını değerlendiren bir makale kaleme aldı:
"Avrupa Konseyi, Türkiye'deki bir insan hakları davasıyla ilgili yaptığı oylamanın sonuçlarını açıkladı. Türk hayırsever Osman Kavala Ekim 2017'de asılsız suçlamalarla hapse atıldı, ilk iddianameden beraat etti ve hemen başka bir suçlamayla hapse geri gönderildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Aralık 2019’da Kavala-Türkiye davası kararında, başvurucunun kötü niyetli olarak gözaltına alındığına ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması gerektiğine karar verdi. Ancak Türk yetkililer sürekli olarak bu zorunlu karara uymayı reddettiler ve karara karşı direndiler.
Bu hafta bakanlar düzeyinde yapılan oylama, Türkiye'nin mahkemenin 2019’da vermiş olduğu kararı ihlal ettiğini doğruladı ve Türkiye'ye kararı uygulaması veya bir ihlal prosedürü ile karşı karşıya kalması için altı haftadan biraz fazla süre verdi. Türkiye, Avrupa Konseyi'nin bu kararına derhal yanıt vererek atacağı adımların 'bağımsız yargıya müdahale' anlamına geleceğini iddia etti.
Avrupa Konseyi'nin oyu, Kavala davasında ender rastlanan bir iyi haber. Ancak bu aynı zamanda ilkeli bir gelişme. Türkiye'nin bu davada zorunlu 2019 kararını uygulamayı reddetmesini onaylamayan Strasbourg merkezli kurum, Türkiye'nin imzacısı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni onadı ve üyesi olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ni desteklemiş oldu.
Sözleşme ve mahkeme, Avrupa'da hukukun üstünlüğü ilkemizin iki temel direğidir. Avrupa sistemi Kavala aleyhine açılmış bu davayı sahiplenmeyip görmezden gelseydi Avrupa hukuk sistemi derin bir ara alacak ve diğer devletlerin de benzer insan hakları ihlalleri yapmasına örtülü onay vermiş olacaktı. Bu nedenle Avrupa Konseyi'nin göstermiş olduğu tavır, II. Dünya Savaşı'ndan sonra yaratılan değerler ve ilkelere sistemin derin tehdit altında olduğunu gören bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir.
Türkiye'nin 1950'de sözleşmeyi imzalamayı ve 1959'da mahkemeye katılmayı seçtiğini de hatırlamakta fayda var. Bu iki anlama geliyor: Birincisi, mahkemede bir Türk hakim oturuyor ve ikincisi, Türkiye Sözleşme’nin 46’ncı maddesinden dolayı mahkemenin kararlarına uymak zorunda. Dolayısıyla Türkiye'nin yargısına müdahale edildiği iddiası yersiz ve geçersizdir.
Avrupa Konseyi'nin 47 üyesinden sadece ikisi, bir ihlal prosedüründen kaçınmaya çalışan Türkiye'nin yanında yer aldı. Üzücü gerçek şu ki, Türkiye mahkemenin kurallarına göre oynamayı seçmiş olsaydı, bu tür olağanüstü diplomatik izolasyondan kaçınabilirdi. Yine de oylama, Türkiye'ye Kavala davasının Ocak 2022'deki duruşmasında mahkemenin kararını uygulama fırsatı vermek için dikkatle hazırlanmış ve Ankara’ya son bir şans vermeyi seçmiştir.
Ankara, öngörülebilir nedenlerle geri adım atmak istemeyebilir. Bu nedenler çoğunlukla iç politikayla bağlantılıdırlar; karara direnerek kriz çıkarmak bazıları için iç politik açıdan uygun olabilir. Ancak madalyonun diğer yüzü var; kadına yönelik şiddetle ilgili İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılması ve son birkaç yılda hukukun üstünlük ilkesinden sert bir şekilde kopmasının ardından böylesine dolambaçlı bir yolculuğa başlamak, Türkiye'yi Avrupa ve Batı'dan daha da tecrit edecek.
Türkiye'de bazıları için uygunsuz olsa da, Avrupa'da hukukun üstünlüğü önemlidir."
Makalenin orijinali: https://carnegieeurope.eu/2021/12/03/in-europe-rule-of-law-matters-pub-85918