Anayasa tartışmasına nokta koyalım
Ertuğrul GÜNAY
Mayıs 2023 genel seçimine giderken anayasa değişikliği muhalefetin önemli konularından biriydi. Millet İttifakını oluşturan 6 siyasi parti, 2017’de yapılan anti-demokratik düzenlemelerden kurtulmak için yeniden parlamenter sisteme dönmeyi ve buna uygun anayasa değişiklikleri yapmayı vadediyordu.
Seçim sonuçları muhalefetin beklediği gibi çıkmadı. Cumhurbaşkanı seçimi bu kez ikinci tura kalsa da, hem Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı seçilmeyi başardı, hem de iktidar bloku Meclis çoğunluğunu kazandı.
Bu sonuçlar karşısında doğal olan, anayasa değişikliği tartışmalarının bir süre gündemden düşmesi ve iktidarın ekonomi - dış politika gibi vahameti artan konulara ağırlık vermesiydi.
Öyle olmadı. Tam tersine bu kez iktidar anayasa değişikliği talebini dile getirmeye başladı ve çeşitli gerekçeler üreterek bu talebi sürdürüyor.
İktidar sözcülerine göre mevcut anayasa 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ürünü ve Türkiye bu anayasa ile yola devam etmemeli; daha sivil, demokratik yeni bir anayasa yapmalı ve cumhuriyetin ikinci yüzyılına (iktidarın deyişiyle ‘Türkiye Yüzyılına’) yeni anayasa ile gitmeli.
Konuyu yakın takip etmeyenler için ilk bakışta makul. masum görünen gerekçeler bunlar. Ama gerçekten öyle mi, iktidarın niyeti sivil-demokrat bir anayasa yapmak mı, yoksa var olan otoriter, tekelci rejimi daha da güçlendirmek, pekiştirmek mi? Dilerseniz bu konuya biraz yakından bakalım:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, köken itibariyle 12 Eylül sonrasının ürünü, doğru. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra darbecilerin atadığı sözde ‘Danışma Meclisi’ tarafından hazırlandı, son düzeltmeleri cunta üyeleri tarafından yapıldı ve 7 Kasım 1982’de -karşı kampanya yapmanın yasak olduğu- referandumla, %92 oyla kabul edildi.
Ancak, şu anda yürürlükte bulunan 1982 anayasası, 1987’den 2017’ye kadar tam 19 kez değişikliğe uğradı. Bu 19 değişikliğin 12’si, -27.12.2002 - 16.4..2017 arasında- AKP iktidarı döneminin eseri. 1995 ve 2001’de Başlangıç metnini de kapsayan bu düzenlemelerde toplam 184 değişiklik yapıldı. (1)
Bu değişiklikler çoğunluk itibariyle -2017’ye kadar hemen tümü- 82 Anayasasının antidemokratik hükümlerini kaldıran, insan haklarının ve özgürlüklerin çerçevesini genişleten, AB süreciyle uyumlu düzenlemeler oldu. Usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş ve kanun hükmünde olan milletlerarası antlaşmalar hakkında anayasaya aykırılık iddiasıyla AYM’ye başvurulamayacağına dair 7.5.2004 tarihli düzenleme çarpıcı bir örnektir.
Özellikle hukukçuların yakından bileceği gibi, mevcut anayasa 1982 anayasasının özgün metni değil; neredeyse tümüyle değişikliğe uğramış. Fakat bu haliyle de demokratik bir anayasa olduğu ileri sürülemez.
Bunun nedeni, 2017’de yapılan ve toplamda 70 maddeyi kapsayan değişiklikler. Bu değişiklikler, 1876’dan bu yana kurumlaştırmaya çalıştığımız parlamenter demokrasi yerine, medeni dünyada örneği olmayan bir garabeti ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ adıyla yürürlüğe soktu ve sürdürmeye çalışıyor. Son kırk yılda yapılan en olumsuz, hukuka aykırı, antidemokratik düzenleme bu.
Yeni anayasadan söz edenler Türkiye’yi 2017’de getirilen ve tüm yürütme gücünü kişiselleştiren bu sistemden kurtarmayı önermiyor.
Tam tersine, mevcut sistemi sürdürmeyi kolaylaştıracak ve daha da tahkim edecek arayışlardan söz ediliyor.
Örneğin, eskiden Bakanlar Kurulu ve Başbakana ait olan tüm yetkileri, yürütme erkini tek başına kullanan, parti genel başkanı olarak partisinin tüm adaylarını belirleyen, yüksek yargıda hemen bütün atamaları tek başına yapan Cumhurbaşkanı, bugün %50’yi aşan oyla seçiliyor.
Şimdi, bu olağanüstü yetkilere sahip makama gelecek kişinin seçiminde, seçmenin en az yarısının oyunu almasına (%50+1’e) gerek olmadığı, ilk turda en fazla oy alanın seçilmesi gerektiği savunuluyor.
Yargıtay 3.Dairesinin yarattığı son kriz, anayasa değişikliği ile güdülen amaçların ne olduğu konusunda yeterince aydınlatıcı bir başka örnek. Anayasanın üstünlüğünü ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını belirten açık hükümlere rağmen, iktidar bu hükümlerin uygulanmasını değil, aşılmasını öngören yeni söylemler geliştirmeye, bir anlamda hukuk devletinin son dayanaklarını da yıkmaya çalışıyor.
2017 değişiklikleriyle cumhurbaşkanının partili olmasının önü açılmış olmasına rağmen, görevini tarafsızlıkla yerine getirmek için çalışacağına namus ve şerefi üzerine ‘yemin’ etmesini öngören anayasanın 103. maddesi aynen duruyor. Sanıyorum, iktidarın kurtulmayı hedeflediği maddelerden ilki bu yemin metni olacak.
Görülen o ki, iktidarın anayasa değişikliğinden muradı, kesinlikle daha sivil ve hele demokratik yeni bir anayasa yapmak değil. Daha otoriter, daha tek sesli, daha merkezi ve keyfi bir sistem oluşturmak.
Bugünkü Meclis tablosu, bu amaçlarını gerçekleştirmesine olanak vermiyor. Anayasa değişikliğinin Mecliste kabul edilmesi için en az 360 oy gerekiyor. Ancak 360 oyla değişiklik önerileri referanduma sunulabiliyor. İktidarın şu anda yeterli oyu yok; Cumhur İttifakının toplamı 324 milletvekili kadar. Siyasetin bugünkü hali karşısında bu desteğin bulunup bulunamayacağı ise varsayımlara açık ve kolay görünmüyor.
Ancak, iktidar şu anda yeterli oy desteği olmasa da, bu tartışmaların sürmesinden, ülkenin asıl yakıcı gündeminden uzaklaşmaktan yarar umuyor.
Ekonomik göstergeler iyiye gitmiyor; Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanının ‘rasyonel’ politika çabalarına karşın enflasyonda düşüş görülmüyor; hayat pahalılığı, geçim darlığı, yoksullaşma, her alanda adaletsizlik, öte yanda savurganlık, kayırma, haksız zenginleşme artarak sürüyor. Mülteci-sığınmacı ve benzer isimlerle anılan yabancıların sosyal ve ekonomik yapıda yarattığı tahribatın boyutları büyüyor.
Türkiye’yi yerel seçimden sonra daha ağır ekonomik sorunlar ve her alanda yeni zorluklar bekliyor. Bu ortamda, daha sivil - demokrat bir anayasa umuduyla iktidarın söyleminin ardına takılmak vahimin ötesinde yeni bir hata olur. O nedenle, asılsız gerekçelerle ileri sürülen bu anayasa tartışmalarına tez elden nokta koymak ve halkın asıl gündemine dönmek gerekiyor.
1- Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, TBMM Basımevi, 2020, s. 148