Julian Assange bir sersem değil: Eleştirel Sol, kurulu düzene payanda oluyor
Slavoj Zizek
Artı Gerçek - Bu ayın başlarında Rus muhalif sanatçı Andrei Molodkin, Julian Assange’ın hapishanede ölmesi durumunda, aralarında Picasso, Rembrandt ve Warhol’un da bulunduğu bir dizi başyapıtı, onları asitle yok etmek üzere tasarlanmış olan bir kasaya mühürleyeceğini duyurdu. Bekleneceği gibi sanat dünyası buna çok öfkelendi; The Guardian’da yazan bir eleştirmen bunu, "çağımızın sığlığına uygun, acınacak bayağılıkta bir gösteri" olarak nitelendirdi.
Bu tür tepkiler sığ çağımızın tanıklıklarıdır. Jestin (Dada’dan Banksy’ye ve bazı “eko-vandalistlere”) başkalarıyla olan benzerliğine odaklanırken asıl meseleyi, Assange’ın kaderini, göz ardı ediyorlar. Molodkin bir çağdaş sanat eylemi gerçekleştirmiyor; bir insan yaşamını kurtarmaya çalışıyor. Üstelik bu konuda yalnız da değil. WikiLeaks’in kurucusunun arkasında, büyük sanat eserlerinin keyfini sürerken içerisinden doğdukları dehşeti görmezden gelme hakkına sahip olup olmadığımızı sorgulayan derin bir kavrayışa sahip bir sanatçı ve destekçi kolektifi var.
Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine Tezler” adlı makalesinde şöyle yazmıştır: “Kültür alanında hiçbir belge yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi niteliği taşımasın. Böyle bir belge nasıl barbarlıktan arınmış değilse, belgenin kuşaktan kuşağa geçişini sağlayan gelenek süreci de barbarlıktan uzak sayılamaz.”
Molodkin’in içinde bulunduğu kolektifin eylemi, bu barbarlığı kahramanca görünür kılıyor. Elbette çaresizce ve acımasız, ancak ya HMP Belmarsh’ta olup bitenler hakkında farkındalık yaratmamızın tek yolu buysa? Dolayısıyla asıl soru şu: Assange neden siyasi düzenimizin düzenbazları açısından bu kadar büyük bir baş belası? Yanıtı da şu: Çünkü o eleştirel solun büyük bir bölümü gibi sersem değil.
Lacan, 'Psikanalizin Etiği Semineri'nde çağdaş entelektüelin iki tipi arasında ayrım yapar: Sersem [fool] ve düzenbaz [knave]. Özetle, sağ görüşlü entelektüel, illaki felakete yol açan “ütopik” planları nedeniyle sol ile alay eden ve verili düzenin salt varlığını bir argüman olarak öne süren bir düzenbaz, bir konformisttir. Bunun aksine, sol görüşlü entelektüelse bir sersemdir, mevcut düzenin yalanını alenen teşhir eden ancak diskurunun edimsel verimliliğini askıya alan bir saray soytarısıdır. Bugün, Sosyalizmin çöküşünden sonra düzenbaz, serbest piyasa yanlısı bir neo-muhafazakâr olup her türlü toplumsal dayanışmayı amaca aykırı duygusallık biçiminde acımasızca reddederken, sersem de mevcut düzeni “bozmaya” yönelik gülünç prosedürleri aracılığıyla aslında tamamlayıcısı olarak ona hizmet eden postmodern bir kültür eleştirmenidir.
Gerçekten var olan Sosyalizmin eski güzel günlerinden bir fıkra, sersemlerin beyhudeliğini çok mükemmel bir şekilde açıklıyor:
15. yüzyıl Rusya’sında, bir çiftçi ve karısı toz toprak içinde bir köy yolunda yürürler. Bir Moğol savaşçısı at üzerinde yanlarına gelir ve çiftçiye, karısına tecavüz edeceğini söyler ve ekler: “Ancak yerde çok fazla toz olduğundan karına tecavüz ettiğim sırada sen de hayalarımı tutmalısın ki kirlenmesinler!”
Moğol işini bitirip oradan ayrıldıktan sonra çiftçi gülmeye ve sevinç içinde zıplamaya başlar. Karısı şaşkınlıkla sorar: “Nasıl olur da ben gözünün önünde vahşice tecavüze uğramışken sen sevinç içinde zıplıyor olabilirsin?” Çiftçi şöyle yanıtlar: “Ama onun hakkından geldim! Hayaları toz içinde kaldı!”
Bu üzücü fıkra, dönemin muhaliflerinin içinde bulunduğu durumu ortaya koymuştur: Onlar, parti nomenklatura’sına ciddi darbeler indirdiklerini düşünseler de tek yaptıkları, nomenklatura halka tecavüz etmeyi sürdürürken hayalarına biraz toz sıçratmaktır. Bugünün eleştirel solu da benzer bir durumda değil mi?
Bize düşen görev, nasıl bir adım daha ileri gideceğimizi keşfetmektir. Marx’ın Feurbach Üzerine 11. Tezi der ki: “Filozoflar bugüne kadar dünyayı yalnızca çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; aslolan onu değiştirmektir.” Bizim versiyonumuzsa şöyle olmalı: “Eleştirel Solcular şimdiye kadar yalnızca iktidardakilerin hayalarını tozla kirlettiler; aslolan onları koparmaktır.”
İşte Assange’ın yaptığı tam olarak budur. Uzun lafın kısası, Assange bizim, dışarıyla çok sınırlı bir teması olan, herhangi bir mahkumiyet kararı hatta resmi bir suçlama olmadan tecrit hücresinde tutulan ve çok uzun bir süredir yaşayan ölü haline getirilmiş Antigone’mizdir. Boynundaki kapan giderek ve durdurulamaz bir şekilde sıkıştırılırken tek yapabildiği iade edilmeyi beklemektir.
Assange’ın durumunda zaman, ABD ve İngiltere’den yana: Özellikle, medyamızı tayin eden (Ukrayna ve Gazze savaşları, küresel ısınma, yapay zekâ tehdidi gibi) diğer küresel krizler nedeniyle kamuoyunun ilgisinin yavaş yavaş azalacağı gerçeğine güvenerek beklemeyi göze alabiliyorlar. Dolayısıyla Assange’ın başına gelenlere de gitgide ana akım medyanın daha kıyısında köşesinde yer veriliyor: Yıllardır tek kişilik bir hücrede tutulması, yaşamlarımızın yalnızca bir parçasıydı. Bu nedenle, Assange yeni apolitik kayıtsızlığın kurbanıdır.
Assange’ın adı, Batılı demokratik toplumlarımızı insan hakları ve özgürlükleri yönünden övmeye ya da Müslüman, Çin veya Rus baskısına eleştiride bulunmaya kalktığımız her an, mutlaka anılmadır: Onun kaderi, kendi özgürlüğümüzün de önemli ölçüde sınırlı olduğunun bir hatırlatıcısıdır. Assange işte bu nedenle yeni apolitik kayıtsızlığın kurbanıdır. Artık onu umursamıyoruz, tutukluluğu giderek daha fazla ilgisizlikle karşılanıyor.
Bazı liberaller Assange’ı liberal Batı’ya odaklandığı ve Rusya ile Çin’deki daha büyük adaletsizlikleri görmezden geldiği için eleştiriyor ancak asıl meseleyi gözden kaçırıyor. Sonuçta WikiLeaks, liberal Batı dışındaki dehşet verici şeylere tanıklık eden birçok belgeyi de açığa çıkardı. Ne var ki bu adaletsizlikler medyamızda oldukça görünür durumda; bunları sürekli okuyoruz.
Batı’yla ilgili sorun, daha büyük adaletsizliklere sahip olan ülkeleri görmezden gelme eğiliminde olmamızdır (bu konuda İran’dan kesinlikle daha kötü olan Suudi Arabistan’ı anmak yeterli). Bazen özgürlüksüzlüklerimizi görmezden geldiğimiz için kendimizi özgür hissediyoruz, oysa ki Rusya ve Çin’de insanlar özgürlüksüzlüklerinin tamamen farkındadır. “Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği farketmezsin?” (Matta 7:3). Assange bize kendi gözümüzdeki merteğe dikkat etmeyi öğretti. Daha doğrusu Assange bize, kendi gözümüz ile düşmanımızın gözündeki merteklerin gizli suç ortaklığını görmeyi, düşmanlarımız arasındaki dayanışmayı ve paralellikleri keşfetmeyi öğretti. Onun bu görünmezlik karanlığına düşmesine, kendi iyiliğimiz için izin vermemeliyiz.
Peki Molodkin’in jestinin hâlâ yanlış ve amaca aykırı olduğunu düşünüyorsanız ne olacak? Tamam, ancak o zaman da bunu sanatsal bir jest olarak analiz ederek zaman kaybetmeyin ve bunun yerine ona yardım etmenin daha etkili yollarını arayın. İçinde bulunduğumuz durumda, vicdanı rahat olan kimsenin mesafeli estetik yargılara varma hakkı yok; söz konusu olan kendi kaderimiz.
* Makalenin orijinali, UnHerd sitesinde yayımlanmıştır.
* Makale, Artı Gerçek için Cankız Çevik tarafından tercüme edilmiştir.