Boğaziçi direnişi: ‘Tek sesliliğe itiraz ettik, çoban ateşi yaktık’
Boğaziçi Üniversitesi direnişinde akademisyenler bininci kez atanmış rektöre sırtlarını döndü. Artı Gerçek, Boğaziçi akademisyenleri ile direnişle geçen beş yılı, üniversitedeki dönüşümü ve taleplerini konuştu.
Müzeyyen YÜCE
İSTANBUL - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla Boğaziçi Üniversitesi’ne 1 Ocak 2021’de Haliç Üniversitesinin rektörü Melih Bulu’nun ‘rektör’ olarak atanmasıyla başlayan Boğaziçililerin protestoları bininci gününü tamamladı.
Türkiye'nin en prestijli üniversitelerinin başında gelen Boğaziçi'ndeki protestolar beşinci yılına girdi. Protestolar başladığı süreçte birçok üniversiteye yayılmış, özerk üniversite yönetimi talebi için yapılan eylemlerde 200'ün üzerinde öğrenci gözaltına alınarak darp edilmiş, bir kısmı tutuklanmıştı. O dönem Bulu'nun istifası ve rektörün seçimle belirlenmesi talebiyle eylemlerini sürdüren öğretim üyeleri ve öğrenciler, bu taleplere tutukluların serbest bırakılmasını da eklemişti.
‘BULU GİTTİ İNCİ GELDİ’
Protestolar artarak devam ederken bir gece yarısı Erdoğan’ın kararıyla atanan Bulu, yaklaşık yedi ay sürdürdüğü görevinden yine Erdoğan'ın imzasıyla 15 Temmuz 2021'de alındı. Bulu'nun görevden alınması sonrası 19 akademisyenin rektör adaylığı için yarıştığı güven oylaması yapıldı. Oylamada akademisyenlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul görmeyen iki akademisyenden biri olan Naci İnci, Erdoğan’ın kararıyla Boğaziçi’ne yeni rektör olarak atandı.
İKİNCİ İŞGAL DÖNEMİ: BASKILARIN GİDEREK ARTIĞI BİR SÜREÇ…
İnci'nin rektör olarak atanmasıyla akademisyenlerin 'ikinci siyasi işgal' olarak nitelediği dönem başladı.
Üniversiteye dair güvenlikçi baskı politikaları özel güvenlik sayısının artırılmasıyla sürerken, Boğaziçi'ne girişler sınırlandırıldı, kulüpler kapatıldı, üniversitenin hayvan barınma merkezi kapatılarak barınak alanı yıkıldı.
Protestolara katılan öğrenciler hakkında disiplin soruşturmaları açıldı. Ayrıca çok sayıda kişi gözaltına alındı, bunlardan bazıları tutuklandı. Üniversite, öğrencilerin etkinliklerle bir araya gelmelerine olanak sağlayan alternatiflerin giderek kısıtlandığı bir ortama evrildi.
‘TEK SESLİLİĞE İTİRAZ ETTİK, ÇOBAN ATEŞİNİ YAKTIK’
Akademisyenler Melih Bulu’nun tepeden inme bir kararla rektör olarak atanmasıyla başlayan ve beş yıllık bir süreci kapsayan dönemde Boğaziçi’nde bir yıkım projesinin hayata geçirilmek istendiğini savunuyor. Öğretim görevlilerine göre amaç; Boğaziçi’ni iktidarın uzantısı olan tek sesli bir mekâna dönüştürmek.
İnci döneminde üniversitesindeki görevinden uzaklaştırılan Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü akademisyenlerinden Can Candan ise akademisyenler olarak bin 475 gündür bu tekelciliğe itiraz ettiklerini anlatıyor:
“Üniversiteler için özerklik, akademik özgürlükler ve demokratik işleyiş olmazsa olmazdır. Dolayısıyla siyasi saikle atanan rektör de bizim akademik özgürlük ilkelerine uygun bir atama değildi. O dönemde bu atamaya itiraz etmek için yola çıktık, bir çoban ateşi yaktık. O günden bugüne de hem ilkelerimizin arkasında duruyoruz hem de her gün yaptığımız sessiz nöbet ile sesimizi topluma yayıyoruz. İlkelerimizin arkasında durduk. Boğaziçi direnişi bugün beşinci yılında da hala çok fazla kişinin katıldığı bir mücadeleye dönüştüyse hem üniversite içinde hem de üniversite dışındaki kitle tarafından sahiplenilmiş bir direniş olduğunu gösteriyor.”
‘ESKİ BOĞAZİÇİ’Nİ HATIRLATAN HER ŞEYİN YOK EDİLMEYE ÇALIŞILDIĞI BİR SÜREÇ YAŞANIYOR’
Yine İnci döneminde Boğaziçi Üniversitesindeki Bilgisayar Mühendisliği Anabilim Dalı başkanlığı görevinden alınan Cem Say da bu kararı yargıya taşıyan akademisyenlerden bir tanesi. Mahkeme kararıyla geçtiğimiz ağustos ayında görevine iade edilen Say, bir gün sonra yine İnci’nin kararıyla görevinden alındı.
Hukuki mücadelesini sürdüren Say da Can Candan gibi Boğaziçi’nde yaratılmak istenen tek sesliliğe ve akademik işgale karşı çıkmayı sürdüreceklerini söylüyor.
Beş yıllık süreçte ‘eski Boğaziçi’ni hatırlatan akademik özgürlüğün, liyakatin ve çok sesliğin yok edilmeye çalışıldığı bir sürecin inşa edilmeye çalışıldığına vurgu yapan Say’a göre bu sürece itiraz eden akademisyenlerin görevden uzaklaştırılması başta olmak üzere akademik yükseltme başvurularının işleme alınmaması, öğrencilere yönelik disiplin soruşturmaları ve bazı kulüplerinin kapatılması da hayata geçirilmek istenen yıkım projesinin bir parçası. Say ayrıca bu uygulamaların Boğaziçi’nin niteliğini de düşürdüğü görüşünü paylaşıyor.
‘LİYAKAT KRİZİ, AKADEMİK ÖZGÜRLÜK TARTIŞMALARI, AŞIRI GÜVENLİKÇİ ANLAYIŞ’
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki görevini sürdüren Prof. Dr. Mine Eder de bin gündür sürdürdükleri nöbetin akademik özerklik ilkelerine aykırı uygulamalara karşı barışçıl bir sembol olduğunu dile getiriyor. Eder, geride kalan 4 yılı “liyakat krizi, akademik özgürlük tartışmaları, aşırı güvenlikçi bir yapının inşası ve bu uygulamalara karşı güçlü bir direnişin varlığı” olarak değerlendiriyor. Şu an tepeden inme ve hoyratça bir yönetim ile karşı karşıya olduklarını ifade eden Eder, “Şu an Boğaziçi, her yerde polisin olduğu, kapısına TOMA’nın geldiği bir kurum haline geldi” diyor.
PARAŞÜT KADROLAR, İKNA ODALARI
Boğaziçi Üniversitesi’nde Naci İnci döneminde açılan akademisyen kadrolar ve akademik yükseltme başvurularına ilişkin iddialar da sık sık tartışma yaratan konuların başında geliyor. Hatta öyle ki akademisyenler ve öğrenciler arasında yapılan açılan kadrolar ‘paraşüt’, akademik yükseltme başvuruları sırasında heyetle yapılan görüşmeler de ‘ikna odaları’ olarak niteleniyor. Prof. Dr. Eder bu tartışmaları ise şu şekilde değerlendiriyor:
“Bu süreçte akademik istihdam uygulamaları liyakat ve şeffaflık ilkeleri üzerinden yürütülmüyor. Kapalı kapılar ardındaki özel ilanlarla işe alımlar yapılıyor. Bu atamalar ne birimlere soruluyor ne de birimlerden alınan görüşler dikkate alınıyor. Bu durum akademik niteliği ciddi şekilde bozuyor. Öte yandan mevcutta çalışan hocalara da uygulanan mobbingler ile doçent, profesör kadroları verilmiyor. Heyete giren akademisyenlerin direniş nöbetine katılıp katılmadığına, bu süreçte bir itirazı olup olmadığına bakılıyor. Biat etmeleri bekleniyor. Bir dönemin ikna odalarına benzetilmesinin nedeni de budur. Bir nevi bezdirme politikasıyla gidin diyorlar bize.”
AKADEMİSYENLER İNCİ’NİN UYGULAMALARINA KARŞI 250’YE YAKIN DAVA AÇTI
Öte yandan Rektör Naci İnci’nin uygulamalarına karşı Boğaziçi akademisyenleri, görevden uzaklaştırmalara, üniversitede açılan yeni fakültelere ve kişiye özel ilanlara karşı 250’ye yakın dava açtı. Mine Eder bu süreci bir ‘hak mücadelesi’ olarak değerlendirerek amaçlarını şu şekilde açıklıyor: “Üniversiteler farklı görüşlerin, çok sesliliğin olduğu mekanlar olmalıyken tamamen iktidar uzantısıyla tek sesli bir sistem hayalleri var anlaşılan. Buna çok ciddi itirazımız var. Üniversitenin özgürlükçü, eşitlikçi ve çok sesli yaşam kültürünün odağı olmasını istiyoruz. Üniversitelerin farklılıkların ve itirazların özgürce ifade edilebildiği, çoğulcu ve kapsayıcı ortamlar olarak yeniden yapılandırıldığını görmek istiyoruz.”
Cem Say da “Boğaziçi Üniversitesi’nin ülkeye nasıl bir kaynak yarattığını bilen Boğaziçililer olarak bu yıkım projesine karşı çıkmaya devam edeceğiz. Boğaziçi akademisyenleri olarak da yanlışa yanlış demek bizim görevimiz. İtiraz etmeye, hukuksuzluklara karşı dava açmaya devam edeceğiz” ifadelerine yer veriyor.
‘GÜVENLİKÇİ POLİTİKALAR İLE ÜNİVERSİTELERİ ELE GEÇİRMEK MÜMKÜN DEĞİL’
Boğaziçi direnişi beşinci yıla girerken, akademisyenler de dün bininci kez atanmış rektöre ve uygulamalarına karşı bininci kez rektörlüğe sırtlarını döndü. Can Candan, yıllarca emek verdiği kurumdan çıkartılan, içeriye dahi girişi engellenen akademisyenlerin başında geliyor. Candan bu durumu ise şu şekilde değerlendiriyor:
“Dün nöbetin bininci gününü geride bıraktık. Ellerindeki tek güç kaba kuvvet. Hali hazırda kampüsün etrafı polis ile çevrelenmiş, üniversitenin içi sivil polis kaynıyor. Dün mesele 4 tane TOMA geldi. Böylesine güvenlikçi bir işgalle bir yeri ele geçirmek, hele ki bir üniversiteyi mümkün değil ki? Bizim zihinlerimiz özgür olduğu sürece siz istediğiniz kadar polis yığın, bir anlamı olabilir mi? Diğer yandan ben hiçbir zaman Boğaziçi’nden uzaklaştırıldığımı hissetmedim. Çünkü beni bu göreve layık görenler kayyımlar değildi. Beni oraya layık görenler liyakat ile gelmiş olan meslektaşlarım. Oraya liyakatle gelmiş olan meslektaşlarım “sen hala buranın bir parçasısın” diyorlarsa tamamdır. Ben şu an Boğaziçi çalışanı değilim, ancak hiç fark etmez. Ben bir Boğaziçi akademisyeni olmaya bu kadar zamandır devam ediyorum. Birçok kez görevime döndüm. Şimdi yeniden dava yargıda, dönmeyi bekliyorum. Ben o camianın bir parçasıyım. Bizim eşitlikçi, özgür ve özerk bir üniversite mücadelemiz sürecek.”