Prof. Dr. Fincancı: ATK kimsenin ‘kanlı ellerini’ sildiği bir havlu olmamalı
Ağır hasta tutuklular bir bir ölüme gönderiliyor. Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) hasta tutuklular için verdiği "cezaevinde kalabilir" raporlarıyla tartışmaların odağında. İzmir Aliağa Şakran T Tipi 2 Nolu Cezaevi'nde ayın 14’ünde Abdülrezzak Suyur, Diyarbakır 2 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ise Halil Güneş dün sabah yaşamını yitirdi. İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) 2020 raporuna göre, cezaevlerinde 604'ü ağır toplam bin 605 hasta tutuklu bulunuyor. Geçen yıl 27 hasta tutuklu yaşamını yitirdi. Ağır hasta tutuklular, tahliye edilmesi gerekirken, verilen olumsuz raporlarla cezaevinde tutuluyor. Adli Tıp Uzmanı olan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, cezaevindeki ağır hasta tutuklular, ATK’ler ve hazırladıkları raporlara dair değerlendirmelerde bulundu.
'ATK’DE HER İSİM SİYASİ OTORİTE TARAFINDAN BELİRLENİYOR'
Fidancı, Mezopotamya Ajansı'dan Müjdat Can ve Emrullah Acar’a verdiği röportajda şunları ifade etti:
ATK’nin siyasi bir kurum olduğunu vurgulayan Fincancı, tüm atamalarının "Siyasi otorite" tarafından gerçekleştiğini belirtti. Fincancı, "ATK’de her isim siyasi otorite tarafından belirleniyor. Her siyasi otoritenin mimik değişikliklerinde bile ciddi bir değişim geçiriyor. Yıllardır hep böyle oldu. O yüzden verdiği kararlarda kaçınılmaz olarak siyasi otoritenin, hangi kararların alınmasını istiyorsa, nasıl bir cezaevi sistemi ve yargı tahlil ediliyorsa ona uygun hale gelmesi anlamına geliyor" dedi.
‘PİNOCHET’İN KANLI HAVLUSU’
Şili'de Pinochet’in 1973’te iktidara geldiği askeri darbe döneminde, ATK benzeri bir yapı kurulduğunu ve "Pinochet'in kanlı ellerini sildiği bir kurum" gözüyle bakıldığını hatırlatan Fincancı, "Yapılanması tümüyle değiştirilen ATK için, Pinochet’in ‘kanlı ellerini sildiği havlu’ benzetmesi yapılır. Ne yazık ki Türkiye’de de ATK devletin işlediği suçların aklanmasına dönük kararlar çıkmasını dayatıyor. Nasıl ki siyasi irade; siyaset yapanları, muhalifleri yargı eliyle rehin alıyorsa, ATK’de benzer şekilde bu rehinelerin ölüme sürüklenmesini önleyecek adımlar atmaktan kaçınıyor. ATK kimsenin ‘kanlı ellerini’ sildiği bir havlu olmamalı" diye belirtti.
‘YARGI ÖLÜME TERK ETMEYİ SİYASİ BİR ADIM OLARAK TANIMIŞ’
AKP ve MHP tarafından Meclis’e getirilerek kabul edilen "Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik" ile cezaevlerinde 1 Ocak 2021'den itibaren oluşturulan İdare ve Gözlem Kurullarına (İGK) dikkati çeken Fincancı, "İnfaz düzenlenmesiyle ilgili değişiklik ardından savcılara bir yetki verildi. Cezaevinde kalabilecek olmasa bile toplum için ‘tehdit oluşturuyorsa’ infaz ertelemesi yapılamaz denildi. Araçsallaştırılmış yargını kendisi yasama da dahil olmak üzere, insanları rehin almayı, ölüme terk etmeyi siyasi bir adım olarak tanımış oldu" dedi.
İNSANLAR TECRİT EDİLMİŞ BİR ORTAMDA YAŞAMAYA ZORLANIYOR
Tutukluların birçok hak ihlaline maruz kaldığını vurgulayan Fincancı, cezaevlerinde sağlık hakkının hiçe sayıldığını belirtti. Tutuklulara son dönemde metal yemek kapları yerine plastik kaplar verildiğini ifade eden Fincancı, şöyle devam etti: "Plastik saklama kapları temizliğinin zor ve ciddi anlamda bakteri üretebilecek yapılar. Mahpuslar hastaneye gittikten sonra karantinaya alınıyor. Tam karantina bitmek üzereyken, birkaç mahpus daha hastaneden geliyor ve karantina sonsuza kadar uzuyor. İnsanlar tecrit edilmiş bir ortamda yaşamaya zorlanıyor. Hastalar kontrol, tedavi için hastanelere gittiğinde karantinaya alınıyor, tecritte tek başına kalıyor ve bakımı olanaksız hale geliyor. Hastanelere tutukluları sevk için kullanılan araçlar sağlıksızlık üretiyor. Tutukluları kafese kapatılmış gibi götürülüyorlar. Araçların içi kışın soğuk, yazın sıcak. Tutuklular gittikleri hastanelerde kimi zaman etik ihlaller ile karşı karşıya kalabiliyor. Bu meslektaşlarımız adına utanç verici. Hekimlerin duyarlı olması gerekir. Sağlık hakkı, ister özgür olsun isterse özgürlüğünden alıkonulmuş olsun her kes için gerekli. Sağlığa erişim hakkının engellenmesi, ağır hasta mahpus sayısının artmasını ve erişemedikleri sağlık nedeniyle ölmesine yol açıyor."
‘TECRİT BİR İNSAN HAKKI İHLALİDİR’
İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ve tutuklular Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ile Veysi Aktaş’tan 8 aydır haber alınamamasına ilişkin Asrın Hukuk Bürosu’nun TTB’ye yaptığı başvuruya da değinen Fincancı, İmralı’da yaşatılanları, incommunicado (Gözaltına alınan kişiye haberleşme özgürlüğü, avukat ya da başka biriyle görüşme hakkı verilmeyen, bir insan hakkı ihlali, işkence) olarak tanımladı. Tecridin bir insan hakkı ihlali ve işkence olduğunun altını çizen Fincancı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sağlığı bozucu etkileri olduğunu hepimiz biliyoruz. İmralı’da tutulanlardan aylardır hiçbir haber alınmıyor. Sağlık durumlar ile ilgili bir bilgi yok. Yakınları ile görüşemiyorlar. İmralı’da tam bir yalıtılmışlık hali var. Bu yalıtılmışlık sağlık hakkı açısından ciddi sorunlar barındırıyor. Sağlıklı olmaları halinde dahi, devletin yükümlülükleri var. Özgürlüğünden alıkonulmuş herkesin, özgürlüğünden alıkoyma cezası dışında başka bir yöntemle cezalandırılması mümkün değil. Bu cezalandırılma hak ihlali hatta işkence olarak adlandırılır. Devletin sorumluluğunu yerine getirerek, bu insanlar ile ilgili bilgiyi kamuoyu ile paylaşarak, tecridi sonlandırması gerekir."
‘ÖRGÜTLÜ MÜCADELE GEREKİR’
Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine karşı ortak mücadele geliştirilmesi gerektiğini dile getiren Fincancı, ayrım yapmaksızın herkes için eşit haklar talep edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi. Fincancı, sözlerini şöyle tamamladı: "Düşman bile olsak düşmanımızın haklarını da koruyacağımız bir noktaya gelmemiz gerekir. Mücadeleyi birleştirmek gerek. Bunun için insan hakları örgütlerinde örgütlü mücadele gerekir. Bunun için herkesi İHD’ye üye olmaya davet ediyorum. Ne kadar çok emek verirsek, insan haklarında o kadar başarılı oluruz. Herkes emek ve demokrasi güçlerinde örgütlü mücadele etmeli."