Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar neden artıyor?
ARTI GERÇEK- Türkiye'de göçmen ve mültecilere yönelik ırkçı söylemler artarken, Kürtlere yönelik fiziki saldırılar da sürüyor. Resmi makamlar bu olaylar için "adli" ve "münferit" tanımlamasını yapıyor ancak bu olaylarda "yargısal cezasızlık" politikasının etkisinin büyük olduğu görülüyor.
Kürt ailelere yapılan saldırılara batı illerinde yeterince tepki gösterilmese de İnsan Hakları Derneği (İHD) Irkçılık ve Ayrımcılık komisyonu, bu saldırıları düzenli olarak raporluyor.
ARTI TV'de ekrana gelen "Haber Aktüel" kuşağına konuk olan İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, "Bu saldırıların asla münferit olduğunu düşünmüyoruz. Biz ırkçı saikle yapılan tüm saldırıları, açılan davaları takip ediyoruz. Maalesef tüm davalarda aynı yargı tarzı karşımıza çıkıyor. Bu saldırıların hepsinde ırkçı bir saik var. Afyon'da saldırıya uğrayan aileyle dün bir görüşme yaptık" diyerek şöyle devam etti:
'DENİZ POYRAZ'A YÖNELİK KATLİAMI ADLİ OLAY OLARAK DEĞERLENDİREBİLİR MİYİZ?'
"Söyledikleri şey o kadar üzücüydü ki, 'Biz sadece memleketimize dönmek, kaçmak istedik. İfade örneklerini bile almadan Diyarbakır'a, Mardin'e geri dönmüşler. Bütün bu saldırılarda karşı tarafın Kürt olması çok büyük bir etken. Birçok olayı takip ettik dediğim gibi, hepsinde de benzeri şeyleri gördük.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hukukunda ırkçılık tam olarak ve gerçek anlamda düzenlenmemiş. Ama TCK'nin 122. maddesi ayrımcılık suçunu düzenliyor. Ama maalesef bu tip saldırılarda ayrımcılık suçu hiçbir zaman dikkate alınmıyor. Tüm davalarda adli bir cinayet ya da yaralama gibi ele alınıyor. Oysa ki yargının bu tavrı, bu tür saldırılara bir kılıf oluşturuyor. Deniz Poyraz'a yönelik katliamı adli olay olarak değerlendirebilir miyiz? Bu mümkün değil. Bu tür olaylarda da mümkün değil.
'SALDIRILARIN KOLAY YAPILMASI VE DEVLET DİLİNDEKİ SERTLEŞMEYİ BİRLİKTE DEĞERLENDİRMEK GEREKİYOR'
Mesela Sakarya'da Kürtçe konuştuğu için saldırıya uğrayan bir baba-oğul vardı. Burada da mahkeme yine ırkçı saiki değerlendirmedi. Eksik bir değerlendirme yaparak cezasızlığa neden oluyor mahkemelerin, savcılıkların bu tavrı. Biz bunu sürekli dile getiriyoruz ama valilikler hemen benzer açıklamalar yapıyor.
Burada bu saldırıların bu kadar kolay yapılabilir olmasıyla devlet dilindeki sertleşme ve ötekileştirmeyi birlikte değerlendirmek gerekiyor. Aynı zamanda kendilerini muhalefette konumlayanların bir kısmı bu olaylar hiç yokmuş gibi davranıyor. Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde yaşadığımız tüm bunlar, politik olaylar."
'DİĞER TARAFIN KÜRT OLMASIYLA KENDİNİ MUKTEDİR OLARAK GÖRÜYOR'
Kamuoyu tepkisinin yeterli olmadığı ve bu tip saldırılarda sadece bölge illerindeki barolardan tepki açıklamalarının yapıldığının hatırlatılması üzerine Keskin, "Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin altına imza attığı sözleşmeler hatırlatılarak örneğin İstanbul Barosu, İzmir Barosu, Ankara Barosu, Eskişehir Barosu, Balıkesir Barosu da açıklama yapmalı. Bu ancak o zaman değerlendirilebilir.
Bir de şu çok önemli. Irkçılığın 'sıradanlaşmış hali' diye bir şey var. Şöyle deniliyor mesela: İki aile bir toprak kavgası nedeniyle ya da hayvanlarının otlakları yüzünden birbiriyle kavgaya tutuşuyor. Ama bir taraf, diğer tarafın Kürt olduğunu bir etken olarak görerek ve bunun cezasız kalacağını düşünerek, kendisini bunu yapmaya muktedir görüyor. Bu ırkçılığın sıradanlaşmış hali.
'KENDİ KAYINVALİDESİ TARAFINDAN KÜRT OLDUĞU İÇİN IRKÇILIĞA MARUZ KALANLAR VAR'
Örneğin, komisyonumuza geçen gün batı illerinden bir kadın başvurdu. Kadın, Kürt olduğu için, kendi kayınvalidesinin kendisine ırkçılık yaptığını söyleyerek bize başvuru yaptı. Bu kadar sıradanlaştırılmış, normalleştirilmiş ve hayatımızın içine girmiş bir ırkçılıktan söz ediyoruz. Esas tehlikeli olan bu zaten. Bunu konuşmak gerekiyor ama maalesef bunu sadece Kürtler ve insan hakları savunucuları konuşuyorlar. Bunu toplumun tamamının konuşması gerekir çünkü gidişat gerçekten de tehlikeli bir gidişat."
Keskin, iktidarın kullandığı ayrıştırıcı dilin ne gibi tehlikeler doğuracağı konusunda ise "Bunu en yakın olarak kadına yönelik şiddette yaşıyoruz. Yani devlet dilinin bu kadar sertleşmesi, bu kadar erkek egemen bir dil kullanılması, şiddetin bu kadar meşrulaştırılması önce kadınlara ve çocuklara şiddet olarak dönüyor; ırkçılık anlamında da Kürtlere şiddet olarak dönüyor. Bazı kesimler bunu sürdürmek ve bir politika olarak kamuoyunu yönlendirmek istiyorlar. Biz de bunun çok tehlikeli bir tarz olduğunu sürekli dile getirmeye çalışıyoruz" dedi.