Sabahat Tuncel: Cezaevinde yaşadıklarımız, hepimizin hikayesidir
Esra ÇİFTÇİ
Artı Gerçek - Sabahat Tuncel cesareti ve kararlılığıyla tanınan bir siyasetçi, insan hakları savunucusu ve kadın hareketinin güçlü bir sesi. 4 Kasım 2016’da barış arayışını ve adalet mücadelesini yükselttiği için tutuklandı ve cezaevine gönderildi. Yedi buçuk yıl süren tutukluğu boyunca sadece kendi özgürlüğü için değil, aynı zamanda tüm ezilenlerin sesi olmak için de mücadele etti. Yedi ay önce tekrar özgürlüğüne kavuşan Sabahat Tuncel ile zorlu cezaevi günlerini, bu süreçteki içsel yolculuğunu ve toplumsal adalet arayışını konuştuk.
'DAYANIŞMADAN DOLAYI TUTUKLANDIM'
-Tutuklanma nedeninizi kısaca nasıl yorumladığınızı anlatır mısınız?
"4 Kasım 2016’da Türkiye’deki siyasal iklimin gittikçe baskıcı hale gelmesiyle birlikte, HDP Eş Başkanlarımıza ve milletvekillerimize yönelik büyük bir operasyonun parçası olarak tutuklandım. O gün, adliye önünde Eş Genel Başkanlarımızın ve milletvekili arkadaşların gözaltına alınmasını protesto eyleminde yani arkadaşlarımızla dayanışma eyleminde göz altına alınıp tutuklandım. Normalde 2911 sayılı yasaya muhalefetten gözaltına alınıp örgüt üyeliğinden tutuklandım. Kürt siyasetçilerin anayasa ve yasal haklarını kullanmalarının, temel hak ve özgürlüklerimizi savunmanın 'suç' olarak görülmesi Kürtlere karşı uygulanan siyasi soykırım politikasının bir parçasıydı. O gün benimle birlikte 10’a yakın arkadaş gözaltına alınmıştı. Onlar serbest bırakıldı. İki gün gözaltında kaldım, başka bir dosya getirdiler, ‘hazır almışız tutuklayalım’ dediler. Gültan Kışanak’la dosyamız birleştirildi, güvenlik gerekçesiyle dosya Malatya’ya alındı, yargılanmam Malatya’da devam etti.
Sonra Kobane davasıyla birleştirildi. Yargı süreci tamamen siyasi bir karar mekanizmasıyla yürütülüyordu. Üzerimdeki suçlamalar, benim gibi devrimci bir halk hareketinin parçası olan insanların hedef alındığını gösteriyordu. Cezaevine girdiğimde, orada sadece kendi hikayemi değil, pek çok insanın benzer hikayesi olduğunu görüyorsunuz. Cezaevi herkesin yaşamında olduğu gibi benim yaşamımda da yeni bir etki süreciydi. Cezaevleri çıplak zor ve şiddetin yaşandığı mekanlar. Şu anda binlerce arkadaşımız halen cezaevinde ve cezaevinde kalmış biri olarak cezaevlerinin bir direniş, adalet arayışı ve mücadelenin mekanları olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla cezaevinde de mücadeleniz, anlam
arayışınız ve kendinizi güçlendirme, geliştirme çabanız yoğun oluyor."
'BİR İÇSEL DİRENİŞ GELİŞTİRMEME NEDEN OLDU'
- Cezaevinde geçirdiğiniz 7,5 yılı biraz anlatır mısınız?
"Cezaevindeki yaşam, dış dünya ile sınırlı ilişkinizin olduğu tecrit ve izolasyon altında bir hayatı ifade ediyordu. Biliyorsunuz bu benim ikinci tutuklanmam. Daha önce de Gebze cezaevinde bir yıla yakın kalmıştım. Her dönemin koşulları farklı tabi. Tutuklandığımda Silivri 9 no’lu cezaevine götürüldüm. Orada Selma, Nursel, Nihat ve Keyla arkadaşlar vardı. İlk üç ay tek kişilik hücrede tutulduk.
Uzun süre yan yana gelmek için mücadele yürüttük. Üç ay sonra yan yana gelebildik. İnsan sosyal bir varlık biliyorsun. Tek başına tutulmak sadece bir hak gaspı değil bir işkence yöntemi olarak uygulandı. Dışarıda hayat devam ediyordu. Bizler aileler ve avukatlarımız aracılığıyla dışarıdaki gelişmeleri takip
ediyorken yaşanan sürece dair makaleler yazarak röportajlar yaparak sürece dahil olmaya çalışıyorduk. Biliyorsunuz ben tutuklandığımda DBP’nin Eş Genel Başkanıydım ve görevim devam ediyordu. Cezaevi koşullarında bu görevi sürdürmek zor olsa da iki yıla yakın bir süre bu görevi cezaevi duvarları arasında
yürütmeye çalıştım. Cezaevinde olmanın pek çok zorluğu var doğal olarak zorlayıcı yönleri de var fakat bu süreci bir içsel sorgulama fırsatı olarak da değerlendirdim. Okuma, yazma ve tartışmalarla bu süreci daha verimli kullanmaya ve duvarları ve tel örgüleri engel olmaktan çıkarmayı başarabildim.
Cezaevindeki yaşam, sürekli bir mücadeleydi; disiplin cezaları, idareyle yapılan her görüşme ve en basit ihtiyaçların bile karşılanması için gösterdiğimiz çaba, zorlayıcı olsa da insanı güçlendiriyor ve direncini geliştiriyor. Cezaevi süreci içimdeki bu savaşım, özgürlüğü ve adaleti arayışımın daha da güçlenmesine yol açtı. Dışarıda sevdiklerimi özlemek ve oradaki hayatı düşünmek zorlayıcıydı ama bu içsel bir direniş geliştirmeme de neden oldu."
'CEZAEVİNDE KADINLAR ARASINDA GÜÇLÜ BİR DAYANIŞMA VE BAĞ VAR'
- Diğer mahpus kadınlarla olan ilişkileriniz nasıldı? Dayanışma nasıl işliyordu?
"Cezaevindeki kadınlar arasında güçlü bir dayanışma ve bağ vardı. Başlangıçta farklı geçmişlerden gelen kadınlarla bir araya gelmenin bazı zorlukları olsa da herkesin kendi hikayesi, travmaları ve kayıpları vardı. Ancak zamanla bu farklılıklar bir zenginliğe dönüşüyor. Cezaevinde bulunanların ideolojik politik olarak ortak bir bakış açısı yaşamı kolaylaştıran bir etken. Yaşamın her anı planlı ve örgütlü. Birlikte yemek pişiriyor, kitapları paylaşıyor, sohbetler ediyor ve sorunlarımızı konuşuyorduk. Pandemi sürecinde cezaevlerindeki tecrit koşulları daha da derinleşti. Sohbet ve spor hakkı pandemi bahanesiyle gasp edildi.
Pandemi sonrasında bu uygulama istisna olmaktan çıkartılıp genel bir kurala dönüştürüldü. Bu koğuşlar arası diyalog ve dayanışmayı zorlaştırıyordu. Cezaevi idaresinin baskıları, disiplin soruşturmaları, ödül ceza uygulaması siyasi tutsaklar için sürekli ceza uygulaması olarak devrede olması kadınların birlikte
hareket etme olanağını sınırlandırsa da kadınlar bu zorlu koşullarda da bir yol buluyorlardı. Kadınların her türlü zorluğa rağmen dayanışma yolları bulması moral kaynağı oluyordu. Birbirimize destek olmak, yalnız olmadığımızı hissettiriyordu. Özellikle hastalık ya da farklı sorunlar yaşayan arkadaşlarımız
için yan yana durmak, onlara destek olmak veya destek görmek zorlukları aşma azmimi güçlendiriyordu doğal olarak. Cezaevinde günler geçtikçe, aramızda kurduğumuz bu bağ, sadece cezaevindeki yaşamı değil, ailelerimizle kurduğumuz ilişkiyi de etkiliyordu. Birlikte kaldığınız arkadaşlarla yapılan her
paylaşım, sohbet, siyasi tartışma kişisel gelişimimizi de olumlu etkiledi.
Dayanışmamız, her ne kadar zorlu olsa da acıların ve sevinçlerin paylaşıldığı bir alan olarak cezaevindeki arkadaşlık ve dostluklar çok daha derin anlamlar içermektedir."
'AYSEL’İN HİKAYESİ TÜRKİYE’DEKİ ADALET ARAYIŞININ BİR SEMBOLÜ HALİNE GELMİŞTİ'
- Aysel Tuğluk ile birlikte de kaldınız. Onun durumu sizi nasıl etkiledi?
"Aysel Tuğluk, cezaevinde benimle aynı koğuşta kalan bir arkadaşım ve yoldaşımdı. Ben Kocaeli’ne gittiğimde Figen Yüksekdağ ve Aysel Tuğluk aynı odadaydı ben de onların yanına gittim. Aysel direngen bir kadın, aldığı cezalar değil annesinin yaşamını yitirmesi ve cenazesine yapılanlar karşısında çok
etkilendi. Annesiyle arasında özel bir bağ vardı. Annesi vasiyetinde, öldüğünde kızına yakın olmak için Gölbaşı’na gömülmek istediğini söylemişti, yoksa biliyorsunuz Dersim’de kendi toprağına gömülmek isterdi. Hatun anaya yapılan korkunç saldırıyı hatırlıyorsunuz, bu da Aysel’de büyük bir kırılma yarattı ve yaşamla bağını kopardı. Yaşadığı sağlık sorununun temel nedeni bu. Aysel’e demans teşhisi konulduğunda muhtemel bu hastalık diyalog ve iletişim kurmada zorluklar yaşamasına yol açtı. Cümle kurmakta kelimeleri birleştirmekte zorlanıyordu. Sağlık sorunu raporla da sabit olmasına rağmen Kobanê dosyasında savunma yapmaya zorlandı, bu da ayrı bir işkenceydi. Biz mahkemelerde arkadaşımıza yaklaşımın kabul edilemeyeceğini, bunun işkence olduğunu ifade ettik, kavgasını yürüttük, Mahkeme başkanı bize “avukatı mısınız?” diye sorunca biz de "avukatı değil, yoldaşıyız" dedik. Aysel’in hikayesi, Türkiye’deki adalet arayışının bir sembolü haline gelmişti. Aysel, derin bir travma yaşıyordu; annesinin cenazesine yapılanlar, cenazenin mezardan çıkarılarak Dersim’e gönderilmesi süreci onun için bir kayıptan öte yaşamla bağını koparan yıkıcı bir süreç oldu. Bu durum sadece Aysel’in değil, koğuştaki diğer kadınların da ruh halini etkiliyordu. Aysel ile aramızda güçlü bir bağ oluştu; sık sık sohbet ediyor, dertleşiyor ve birbirimize destek olmaya çalışıyorduk. Ayrıca, Aysel'in sağlık sorunlarıyla başa çıkmak sadece onun değil hepimizin kollektif sorumluluğuydu. Bu tür durumlarda, dayanışmanın ve moral vermenin ne denli kritik olduğunu biliyoruz. Kadınların mücadelesiyle Aysel şimdi dışarıda ama hala mahkemeleri devam ediyor. Sonuç itibariyle Aysel dışarıda ama ne kadar özgür ya da ne kadar onun farkında o da ayrı bir konu."
'EKONOMİK KRİZ VE SİYASİ BASKILAR KADINLARIN MÜCADELESİNİ ZORLAŞTIRMIŞ GÖRÜNÜYOR'
- Siz kadın hareketinden gelen bir isimsiniz. Cezaevindeyken de kadın hareketini takip ediyor muydunuz?
"Kadın hareketi, Türkiye’deki toplumsal dinamiklerle birlikte gelişiyor. Cezaevindeyken, dışarıdaki kadın mücadelesinin gücünü takip edebilmek benim için bir moral kaynağıydı. Ancak, ekonomik kriz ve siyasi baskılar, kadınların mücadelesini zorlaştırmış görünüyor. Sadece kadın hareketi. Feminist hareket için değil, sosyalist hareket ve tüm muhalif hareketler için de geçerli bu durum. Devletin şiddet, baskı politikaları, ekonomik kriz, deprem, pandemi gibi süreçler etkiledi ve zayıflattı. Ama tüm bunlara rağmen kadınların mücadelesi, direnişi sadece kadınlara değil tüm topluma umut veriyor. Kadınların yaşadığı ve
hayatlarını elinden alan şiddet sorunu kadınlar için en temel gündem olmaya devam ediyor. Erkek egemen kapitalist sistemin temsilcisi olan siyasi iktidarın politikaları sonucunda sadece kadınlara yönelik şiddet değil, çocuklara, hayvanlara, doğaya yönelik şiddet sistematik bir hale gelmiş durumda. Şiddetin toplumsallaşması ciddi bir sorun. Devletin sistematik olarak uyguladığı zor ve zulüm kadınların, muhalefetin mücadelesini zayıflatmış görünüyor ama Türkiye olağanüstü hâl rejimi ile yönetiliyor, parlamento diye bir şey yok, anayasa keyfi uygulanıyor, tabi bunlardan da muhalefet güçleri etkileniyor. Ancak toplum, kadınlar bu baskı rejiminden bıkmış görünüyor ve değişim talep ediyor. Bu değişim talebinin örgütlenmesi ve yeni bir yaşamın inşasında muhalefetin sorumluluklarını yerine getirmesi oldukça önemli. Kadınlar açısından bu daha da önemli bir konu. Dışarıda kadınlar hâlâ güçlü bir şekilde bir araya geliyor ancak bu birliktelik zaman zaman parçalı bir mücadele halini alıyor. Kadınlar, sadece kendi hayatları değil, toplumsal adalet için de mücadele ediyorlar. Önümüzdeki süreçte yan yana gelişleri çoğaltmak özgürlük, demokrasi, barış ve adalet için örgütlenmek tarihsel bir sorumluluk diye düşünüyorum. Cezaevinden çıktıktan sonra birçok yerde kadınlarla buluşmalarımız oldu. Kadın çalışmaları her dönem kritik olmuştur. Ancak içinde yaşadığımız, bize dayatılan karanlık karşısında kadınların örgütlü ve öncü mücadelesinin çok önemli ve kritik olduğunu düşünüyorum. Kadın hareketinin bir parçası olmak her zaman iyi gelmiştir bana. Dışarıda yaşananları içeride yaşadıklarımızla birleştirmek, bu mücadele ruhunu pekiştirmek için önemliydi. Kadınların deneyimlerini, acılarını ve umutlarını bir araya getirerek, daha güçlü bir dayanışma ağı oluşturabileceğimize inanıyorum."
'NEREDE KALMIŞTIK?'
- Yedi aydır özgürsünüz. Günleriniz nasıl geçiyor?
"Kadın arkadaşların tahliye edilmesi toplumda bir moral oldu. Çıkarken hatırlarsanız “nerede kalmıştık” dedim. Bunu öylesine söylemedim, devlet Kürt siyasetini AKP’nin tek adam rejimini hayata geçirmesinde engel olarak gördü. Kürt siyasetini bertaraf etmek için bizi rehin tuttu, hâlâ arkadaşlarımız rehin olarak tutuluyor. Bizler mahkeme salonlarında, yazdığımız yazılarla, verdiğimiz röportajlarda bir şekil bu sürecin bir parçası olmayı sürdürdük. Çıktığımızda da bunun devam edeceğini söylemek istedik. İnsanlarla buluşmak, onları dinlemek ve deneyimlerimizi paylaşmak istiyorum. İçeride yaşadıklarımızı, dışarıdaki toplumsal mücadeleyle birleştirmek için çeşitli platformlarda yer aldım. Bu süreçte, dayanışmanın önemini bir kez daha anladım. Genç kadınlarla bir araya gelip, onların seslerini duyurmaları için destek olmaya çalıştım. Bu tür çalışmalar, toplumsal cinsiyet eşitliği ve adalet arayışında önemli bir adım oldu.
Toplumun her kesiminden insanlarla buluşarak, dayanışma ağlarımızı güçlendirmek ve birlikte mücadele etmek için çaba sarf ediyorum. Cezaevinde yaşadıklarımız, sadece kendi hikayemiz değil, hepimizin hikayesidir ve bu hikâyeyi paylaşmak, toplumsal değişim için kritik bir öneme sahiptir."
'TECRİT POLİTİKALARINA KARŞI HERKESİN SES VERMESİ GEREKİR'
- Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
"Cezaevleri meselesi bence çok önemli, bizler çıkmış olabiliriz ama şu an cezaevlerinde çok fazla arkadaşımız var. Onların sesi olmak herkesin görevi. Çünkü oradaki adaletsizlik bir şekilde adalet mekanizmasının çürümesine de neden oluyor. Eğer bir yerde adalet yoksa aslında hiçbir yerde yoktur. Yine bu ülkede savaş, çatışma nedeniyle sürdürülen tecrit politikası mevcut adaletsizliğin merkez politikası. O açıdan 13 Ekim’de Diyarbakır’da yapılacak Özgürlük Mitingi çok önemli ve anlamlı. İmralı Cezaevi devlet tarafından özel bir politika alanı olarak değerlendiriliyor ve burada uygulanan bütün politikalar bütün cezaevlerine yayılmış durumda. Örneğin Sayın Öcalan’ın umut hakkı uygulanmıyor, diğer mahpuslara da uygulanmıyor. 13 Ekim mitinginde cezaevlerine yeniden bakmak hem Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü hem adalet talepleri açısından önemli diye düşünüyorum. Bu sorun sadece Kürtlerin meselesi değil. Türkiye halklarıyla gerçekten eşit, demokratik, barış içerisinde bir yaşam istiyorsak bir arada yaşamı önceliyorsak, öncelikle Kürt halkının özgürlük sorunu çözülmesi gerekir. Kürt halkının özgürlük sorunu da muhataplarıyla çözülür. Muhataplardan birinin mutlak tecrit ve izolasyonun olduğu bir yerde barış imkânı ortadan kalkıyor. O yüzden de bu tecrit politikalarına karşı mutlak izolasyona karşı herkesin ses vermesi gerekir. Biz de Diyarbakır’da olacağız. Bu vesileyle halkımızı demokrasi ve barıştan yana özgürlükten yana olan herkesi oraya davet ediyoruz."
Tuncel İttifak tartışmalarına dair konuştu: Halkla ittifak kurulmalı
Sebahat Tuncel: İkinci cumhuriyet döneminde de çöktürme planı devrede