Yazarlardan seçkiler: Medya Günlüğü

Yazarlardan seçkiler: Medya Günlüğü
Artı Gerçek'ten İnci Hekimoğlu, T24'ten Oya Baydar ve Gazete Duvar'dan Ülkü Doğanay'ın bugünkü yazılarından bölümler

Artı gerçek yazarı İnci Hekimoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın erkeklere yönelik cuma hutbesini eleştirdiği yazısından bir bölüm:

İktidarın toplumsal mühendislik projesinin başına yerleştirdiği ve bu uğurda önüne sınırsız bütçe ve olanak açtığı Diyanet İşleri Başkanlığı artık sıranın erkeklere geldiğine kanaat etti ki cuma hutbesinde "Özellikle erkekler için beden sağlığını da tehdit eden dar giysiler, mahremiyetin korunmasını sağlamadığı için tesettür bilincine uymaz" ifadeleri kullanıldı.
Aslında tarikat mensuplarının poturlu, cüppeli bol kıyafetlerini öneriyor da önce kamuoyunun hazırlanması lazım.

Bunun erkeklerin meselesi olduğunu düşünen yanılır.
Kadına da erkeğe de şeriata uygun giysiler önerirken, eğitim sisteminde de şeriata uygun aile yapısı, şeriata uygun kadın ve erkek rolü, şeriata uygun haremlik-selamlık uygulaması, şeriata uygun çocuk yetiştirme yöntemlerine de rehberlik ediyor.
Aynı hutbede "örtünmenin insanın kendisine olan saygısının ve özeline sahip çıkmasının bir göstergesi olduğu" da iddia ediliyor.

Tercümesi örtünmeyenin kendine saygısı olmadığı gibi özeline sahip çıkmayarak da kendini genele açmış ahlaksızlar mı?
Diyanet ne hakla kılık kıyafet fetvası verir, ne hakla kendine saygıyı, ahlakı, bireyin özelini-genelini değerlendirir?

Hangi yasa bu hakkı veriyor Diyanete?     
Benim bildiğim Diyanet yalnızca dinle ve dini işlerle ilgili görüş belirtebilir.

Yazının devamı...

T24 yazarı Oya Baydar, "Fırat'ın doğusu yakılsın" diyen MHP lideri Devlet Bahçeli'ye, "Fıart'ın Doğusu karpuz tarlası değil" diyor:

Son günlerde Fırat’ın doğusuna girme, yakıp yıkma, oraları dümdüz etme, terörden arındırma muhabbeti sürerken, haritayı şöyle bir önüme açıp baktım. Suriye - Türkiye sınırı, boydan boya duvar örülmüş 911 km. Bir bölümüne zaten girmişsiniz ve kontrolü tümüyle ele alıp yerleşmişsiniz. Bu, sınır boyunca 35 km içeri girmek demek  toplam 185.180 km karelik Suriye topraklarının yuvarlak hesap altıda birine yayılmak demek. Suriye’nin büyük bölümünün çöllerle, verimsiz insansız bölgelerle kaplı olduğu düşünülürse, kontrol altına alacağınız bölge bu bahtsız ülkenin aşağı yukarı üçte biri.
Bir an düşünün, hatta ağzından köpükler saçan Devlet Bey ve haktan hukuktan, dinden imandan söz eden Sayın Tayyip Erdoğan da düşünsün: Allah göstermesin ama ya tersi olsaydı. Ya Suriye veya bir başka sınır ülkesi sınır ötesi tehdit bahanesiyle ülkemiz sınırlarının 35-40 kilometre kadar içine girmeye yeltenseydi ne olurdu, ne yapardık!

Bahçeli’nin obüs olup patlatacağı, bomba olup yağacağı, ateş olup yakacağı Fırat’ın doğusu insansız, hayvansız, bitkisiz bir çöl değil. Savaşın, saldırıların, her türlü zulmün ağır acılarını yaşayan, savaşın tetiklediği göçlerle, ölümlerle, demografik zorlamalarla sürekli değişen 3,5-4,5 milyon insan yaşıyor bu topraklarda.

Yazının devamı...

 

 

Gazete Duvar'dan Ülkü Doğanay, "Yandaşların büyük korkusu: Akademisyenlerin barış talebi" başlıklı yazısında, AYM'nin kararı sonrası hükümete yakınlığıyla bilinen kişilerin gösterdiği tepkiyi değerlendiriyor:

İki buçuk yıl sonra, Anayasa Mahkemesi nihayet bu bildirinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna hükmetti. Hani şu kendisine gazeteci, köşe yazarı, hukukçu, akademisyen ya da analist diyerek yıllardır ekranları işgal edenlerin "skandal karar" olarak açıkladıkları, "bundan sonra üniversitelerde her türlü terör propagandasının yolu açılmış oldu" manşetleri atan yandaş paçavraların sözüm ona hayretle karşıladıkları kararla.
Belli ki, bu karar karşısında bildirinin ilk yayınlandığı zamanki reflekslerini sürdürüp ağız birliğiyle akıl almaz iftiralarını bir kez daha dolaşıma sokanlar, nemalandıkları düzenin değişeceğinden, işlerin artık onlar için eskisi gibi gitmeyeceğinden endişe duyuyorlar. Haklılar da. Her şeyden önce, artık işlevlerini tamamladıklarını, iktidarın onlara ihtiyacının kalmadığını, hatta bu halleriyle zarar verdiklerini görmemek için direniyorlar. Ancak artık kendi cenahlarında bile bir inandırıcılıkları kalmadı. Son bir çabayla, eski güzel günlerinin hatırasıyla, aynı çukurun içinde debelenip duruyorlar. Oysa nafile bir çaba içerisindeler. Savaş, çatışma ve şiddet bir istisnadır. Olağan olan "barış"tır. Eninde sonunda gelecek olan…

Yazının devamı...

 

Öne Çıkanlar