Boğaziçi Üniversitesi'nde Alternatif Mezuniyet Töreni

Boğaziçi Üniversitesi'nde Alternatif Mezuniyet Töreni
Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, akademisyenlerin ve mezun yakınlarının da katıldığı alternatif bir mezuniyet töreni düzenledi.

Boğaziçi Üniversitesi'nde atanmış yönetiminin 5 Eylül 2021'de çevrimiçi olarak gerçekleştirdiği ve öğrencilerin protesto ettiği 154. mezuniyet töreninin ardından, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, akademisyenlerin ve mezun yakınlarının da katıldığı alternatif bir mezuniyet töreni düzenledi.

Dört yüz elli mezunun, yedi yüze yakın mezun yakınının ve Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin katıldığı mezuniyet töreni, 8 Eylül Çarşamba günü Güney Meydan'da gerçekleşti.

Saat 16:30'da,  2021 mezunlarının bölüm pankartlarını taşıdıkları yürüyüşle başlayan mezuniyet töreni kapsamında, mezunlar ile akademisyenler, rektörlük binasına sırtlarını döndükleri sembolik bir nöbet tuttu. Nöbetin ardından Alternatif Mezuniyet Ekibinden İmran Gökçe Şahin ve Doruk Tunaoğlu'nun yaptığı açılış konuşmaları ile başlayan törende,  Sosyoloji Bölümü'nden Doç.Dr. Ayfer Bartu Candan, atanmış yönetimin yaz okulu ve güz dönemindeki derslerini onaylamadığı, Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü Öğretim Görevlisi Feyzi Erçin ve atanmış rektör Naci İnci'nin 16 Temmuz 2021'de rektör vekili iken görevine son verdiği Öğretim Görevlisi Can Candan,  2021 mezunlarına hitaben birer konuşma yaptılar. 

Tören 2009 Mezunu Zeynep Akçakaya ve bu yıl mezun olan öğrenciler Bilge Özmen ve Buse Giledereli'nin konuşmaları ile devam etti. Alternatif mezuniyet töreni, üzerinde atanmış yönetiminin imzası olmayan, öğrencilerin Direniş Diploması olarak adlandırdıkları diplomaların akademisyenlerce mezunlara dağıtılmasının ardından, 2021 mezunları kep atma töreni ile sonlandı.

Törenin ardından Güney Meydan’da Aynasızlar adlı grup bir konser verdi.

Akademisyenlerin Konuşmalarının Tam Metinleri:

Can Candan Konuşma Metni:

Herkese merhaba.

Mezuniyet bir nevi bir son ve aynı zamanda bir başlangıç olduğu için bugün ister istemez hatırlamak, hafıza ve mekân üzerine düşündüm biraz.

Fotoğraf arşivimin de yardımı ile 2021 öncesine ait bir dizi Boğaziçi anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önce şunu söyleyeyim: Ben sonradan Boğaziçili oldum.

İlk Boğaziçi anımı hayal meyal hatırlıyorum. 34 yıl öncesinden… Yıl 1987, liseden yeni mezun olmuşum, 19 yaşıma az kalmış. Buraya çok yakında, kayıt sırasındayım. ÖSS'ye girmiş ve  birinci tercihim olan "Kamu Yönetimi"ni kazanamamış, ikinci tercihim olan Sosyolojiye yerleştirilmişim. O yıl Boğaziçili olmayı kıl payı kaçırdım çünkü bir kaç gün sonra hayatımda ilk defa bir pasaport kullandım, ilk defa bir uçağa bindim ve ilk defa doğduğum, büyüdüğüm toprakları terk edip, ABD'de küçük bir üniversiteden aldığım beş senelik bursun peşinden gittim. Gidiş o gidiş, tam 13 yıl sürdü.

İkinci Boğaziçi anım ise 2001'den. ABD'den döneli bir yıl kadar olmuş. Bilgi Üniversitesi Sinema-TV Bölümü'nde hocayım. Doktora tezim niteliğinde olan ilk uzun metraj belgesel filmim 'Duvarlar-Mauern-Walls'un gösterimleri devam ediyor. Boğaziçi'nde Mithat Alam Film Merkezi'nde 'POLS 417: Weimar'dan Berlin'e Alman Siyasal Sistemi' dersi kapsamında iki gösterim düzenlenmiş ve beni de söyleşi için davet etmişler. Dersi veren kim mi? Nermin Abadan-Unat hocamız. Evet, on gün sonra 100 yaşını dolduracak olan, 17 Ağustos'taki 150. nöbetimizde burada bizimle dim dik duran duayen hocamız.

Üçüncü Boğaziçi anım ise 2007'den. Bilgi'den atılalı iki sene olmuş, Sabancı'da ders veriyorum ama ben artık bir Boğaziçi hocası oluyorum. Şu Rektörlük binası içinde rektörlük ofisindeyim. Seçilmiş rektörümüz Ayşe Sosyal ile görüşüyorum. Ayşe Hocamız bana şunu söylüyor: "Rektör olarak benim görevim sizin Boğaziçi'nde gerçekleştirmek istediklerinize destek olmaktır." Turkiye'de 7 senelik özel üniversite akademisyenlik deneyimimden sonra duyduklarıma inanamıyorum. Gerçek bir üniversiteye geldiğimi düşünüyorum.

Dördüncü Boğaziçi anım ise Mart 2016'dan. 14 Mart öğlen vakti kampüste yürüyorum, karşıdan sevgili Esra Mungan hocamız geliyor. O sabah polisin evine gelip, onu aradığı haberini veriyorum. Daha sonra Çağlayan Adliyesi önündeyiz. Öğrencilerimiz "Hocama Dokunma" dövizleri tutuyorlar. Ertesi gün 15 Mart'ta yine Çağlayan Adliyesi'ndeyiz, hocalar, öğrenciler hep birlikte. Basın açıklaması yapıyoruz. Gözaltında olan imzacı hocamız Esra Mungan ile Muzaffer Kaya ve Kıvanç Ersoy hocaların serbest bırakılmasını talep ediyoruz. O günden sonra Esra'yı ancak haftalar sonra tekrar görebilecektim. Çünkü "Bu Suça Ortak Olmayacağız" diyerek 1128 akademisyen olarak imzaladığımız barış bildirisi nedeniyle Esra hocamız, Kıvanç ve Muzaffer hocalar ile birlikte tutuklanarak 5 hafta cezaevinde kalacaktı.

Beşinci anım bir sonraki günden. Yani tarih 16 Mart 2016. Kampüslerimiz yazılamalar, dövizler, pankartlarla dolu. Kuzey Kampüs'te bir binanın üzerinde şunlar yazıyor: "Akademisyenler Yalnız Değildir! Esra Mungan Yalnız Değildir! Esra Mungan'a Özgürlük" "Üniversite Biat Etmez". Piramidin önünde öğrencilerimiz pankart tutuyorlar:  "Esra Mungan'ın Kürsüsünü Boş Bırakmıyoruz! Barış için Akademisyenler Yalnız Değildir!" ve "Bu Suça Biz de Ortak Olmayacağız!" (yalnız o pankartta "de" ayrı yazılmalıydı...) Öğrenciler Esra Hoca'nın Garanti Kültür Merkezi'ndeki kitle dersine topluca yürümek istiyorlar. Kuzey Kampüs B-kapısında polis öğrencileri engelliyor. Polisi ikna ediyoruz. Garanti Kültür Merkezi tıklım tıklım doluyor.

Altıncı Boğaziçi anım kampüs dışında. Tarih 15 Nisan 2016. Bakırköy Kadın Cezaevi'nin o demir kapısı önündeyim. Esra için nöbetteyiz. Bir elimde bir kalem, diğer elimle zafer işareti yapmışım. "V" harfi yaptığım parmaklarımda şu yazıyor: "Kalemlere Özgürlük"

Altıncı anım yine Çağlayan Adliye'sinden. Tarih 22 Nisan 2016. Esra Mungan, Kıvanç Ersoy, Muzaffer Kaya ve daha sonra cezaevinde onlara katılan Meral Camcı hocalarımızın ilk duruşması yapılacak. Çağlayan'ın önü tıklım tıklım dolu. En önde pankartımız: "Barış Talebimizde Israrcıyız! Bu Suça Ortak Olmayacağız! Barış için Akademisyenler" Arkada yeşil bir döviz: "Sizi Almaya Geldik" ve o gün dört hocamız için tutuksuz yargılama kararı çıkıyor ve Esra hocamız özgürlüğüne kavuşuyor.

Yedinci anım yine kampüsten. Psikoloji Bölümü önü. Tarih 25 Nisan 2016. Esra hocamızın tutukluluk sonrası  kampüsteki ilk günü. Binanın girişinde bir pankart, üzerinde "Hoşgeldin Esra'mız. Seni Çok Özledik!" yazıyor. Büyük bir coşku yaşıyoruz.

Sekizinci anımda yine bu meydandayız. Tarih 8 Kasım 2016. Çoğu öğrencilerimizden oluşan büyük bir kalabalık. Arkada saatli bina, ortada kocaman bir pankart: "Seçilmiş Rektörümüz Atansın!", arkasında kocaman bir 86 sayısı ve balonlar. Yüzde 86 oy alarak ikinci kez rektör seçilen Gülay Barbarosoğlu hocamızın rektör olarak atanmamasını protesto ediyoruz.

Dokuzuncu anım 10 Şubat 2017'den. Güney Kampüs'te bir derslik, canlı görüntülü bir internet bağlantısı perdeye yansıtılmış. Perdede 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte bir OHAL KHK'sı ile Anayasa'ya ve hukuk ilkelerine aykırı bir biçimde Ankara Siyasal'dan atılan, Boğaziçi'nde de ders veren Murat Sevinç Hocamız bize hitap ediyor. Aynı binanın dışında bir pankart asılı: "Hakikat İhraç Edilemez" ve şu basamaklarda yüzlerce kişiyiz. En öndeki pankartta şu yazıyor: "Üniversiteye Saldırı Topuma Saldırıdır! Kabul Etmiyoruz, Arkadaşlarımızın Yanındayız." Arkada açık yeşil bir dövizde sevgili Murat Hoca'nın bir sözü: "Hakikat, Sevgi ve Saygınlık İhraç Edilemez". Buna bir anı daha ekleyeyim:  Tarih 2 Mart 2017. İbrahim Bodur Salonu tıklım tıklım dolu. Zar zor kapıdan bir fotoğraf çekebiliyorum. İçeride Murat Sevinç hocamız ders veriyor.

Onuncu anım yine şu basamaklarda. Tarih 13 Mart 2017. Rengarenk şemsiyeler altında akademisyenler cübbelerini kuşanmışlar. En önde Tarih Bölümü'nden Noemi Levy hocamız. Barış bildirisi imzacısı olduğu için sözleşmesi yenilenmeyip aramızdan söküp alınan dostumuzun yanında olduğumuzu göstermeye çalışıyoruz...  Bizim açıklamamızdan sonra Noemi Hocamız şu kısa notu okuyor: "Ben de kendi adıma, sadece beni bağlayan birkaç söz söyleyeceğim. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin tepkisi bir ilk. Umarım başka üniversitelere örnek olacaktır. Bu YÖK'un kararı yalnız Boğaziçi Üniversitesi akademik ilkelerine değil, ifade özgürlüğüne karşı bir saldırıdır. Türkiye'nin birçok üniversitesinde eleştirel seslere karşı yapılan saldırılardan farksızdır. Eleştirinin imkansız olduğu bir üniversite üniversite değildir. Barış, demokrasi ve üniversite için mücadele etmeye devam edeceğim."

On birinci anımda Esentepe'de bir salondayız. Tarih 8 Aralık 2017. Sahnede Boğaziçi Üniversitesi Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu'nda birlikte çalıştığım Cemre Baytok. Bir lisenin düzenlediği "Şiddete Nokta Koy" etkinliğinde, eğitmen ve öğrencilere Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu (CİTÖK)'ün yaptıklarını anlatıyor. Seyirciler merak ve heyecanla dinliyor.

Aralık 2017 ile birlikte Çağlayan Adliyesi'nde bol bol anı biriktirmeye başlıyorum.  Yaklaşık iki sene boyunca orada yargılanan yüzlerce barış akademisyenin duruşmasına katılmak için haftanın bir kaç gününü Çağlayan Adliyesi'nde geçiriyorum.  Oradaki anılardan sadece birini paylaşacağım sizinle. Bir mahkeme salonundayım, çok az kişiyiz çünkü daha önce başlayan bir duruşmada başka bir hocamız yargılanıyor. Sanık Psikoloji bölümü duayen hocalarından Güler Fişek, avukatı aynı binada başka bir duruşmada olduğu için gecikiyor. Hâkim belki kendisinden kırk yaş büyük olan hocamıza "sen" diye hitap ediyor, avukatı olmadan duruşmaya başlıyor. Ayağa kalkıp bu hukuksuzluğa itiraz ediyorum, savunmam makamı olmadan duruşma yapılamaz diyorum. Sen kim oluyorsun diyerek hâkim beni duruşma salonundan attırıyor.

Çağlayan duruşmaları devam ederken, tekrar kampüse dönüyorum. Tarih 19 Mart 2018: Kuzey Kampüs'te "Afrin zaferi için lokum dağıtan bir grup öğrenci ile "İşgalin, katliamın lokumu olmaz" pankartı açan diğer bir grup öğrenci arasındaki tartışma, fiziksel bir çatışmaya dönüşmeden grupların dağılması ile sonlanıyor. Farklı görüşteki öğrenciler arasında kalması gereken bu tartışma ertesi gün yani 20 Mart'ta üniversite önünde basın açıklaması yapan bir grup tarafından bambaşka bir boyuta çekiliyor, Boğaziçi Üniversitesi "terörist yuvası" ve "gayri milli" ilan ediliyor,  medya ve sosyal paylaşım kanalları üzerinden ağır bir karalama kampanyası başlatılıyor. Medya hedef gösteriyor, YÖK ve Boğaziçi Rektörlüğü harekete geçiyor. Ertesi sabah ev ve yurt baskınları ile ve daha sonra kampüslerimizden toplam 30 öğrencimiz gözaltına alınıyor. 14 öğrencimiz 6 Haziran 2018'deki ilk duruşmalarına kadar cezaevinde tutuklu kalıyorlar. Yargılanmaları yaklaşık iki yıl sürüyor...

Tarih 26 Nisan 2018. Boğaziçi Üniversitesi'nde bir öğrenci kulübü sunumu gerçekleşiyor. 2014 yılında kurulan Boğaziçi Üniversitesi Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks Çalışmaları Kulübü, Öğrenci Faaliyetleri Tüzüğüne göre 3 dönem geçtiğinde resmi statüye kabul edilmek için bu sunumu yapıyor. Tüm hazırlıkları bitmesine rağmen BÜLGBTİ'nin resmi kulüp statüsünü kazanması üniversite yönetimi tarafından engelleniyor.

Ağustos 2019. Anayasa Mahkemesi Barış Akademisyenlerinin yargılanmasının Anayasa koruması altındaki ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar veriyor. Bu karar sonrası tüm Barış Akademisyenlerinin beraat ediyor, benim de davam Ekim 2019'da düşüyor. Böylece Çağlayan'da sergilenen bu tiyatro sona eriyor.

27 Şubat 2020:  Üniversitemiz Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transeksüel, İnterseks Çalışmaları Kulübü (BÜLGBTİ+) akademik danışmanı olarak görevlendirildiğime dair resmi bir yazı elime ulaşıyor.

Ekim 2020: YÖK'ün sayfasında bir ilan beliriyor. Başlığı şu:  "Boğaziçi Üniversitesi için Rektör Adaylığı Başvuru İlanı". İlk defa böyle bir ilan ile karşılaşıyoruz. Daha sonra Mehmed Özkan'ın rektör olarak düzenlediği ve online gerçekleşen son Akademik Genel Kurul'da bu ilana kendisinin dışında başvuran isimler arasında Melih Bulu isimli birinin de olduğunu öğreniyoruz. Bu ismi o gün ilk defa duyuyorum.

Sonrası zaten hepimizin malumu. 3 Ocak'tan beri birlikte direniyor ve ilkelerimize sahip çıkmaya çalışıyoruz.  Bu direniş hepimiz için müthiş bir öğrenme süreci oldu ve olmakta. Çok zor bir şey olan, tüm farklılıklarımıza rağmen birlikte durabilmeyi öğreniyoruz ve sanırım bununla da Türkiye'de birçok insana ilham veriyoruz.

Diplomanızdaki imzayı kafaya takmayın sakın. Unutmayın, SİZ o diplomayı hak ettiniz ve o diplomayı size BİZ verdik.

Hayatta karşımıza ne çıkacağı belli olmuyor. Güzelliği de burada. Sürekli bir öğrenme süreci. Sürprizleri de bol. 34 yıl önce taze bir lise mezunu olarak kayıt sırasına girdiğim bu kampüste,  34 yıl sonra, bu sefer 14 yıllık bir Boğaziçi hocası olarak bugün burada sizlerin düzenlediği bu mezuniyet töreninde, sizlere hitap etme onuruna erişeceğimi hayal bile edemezdim. Bugün hayatımın önemli anıları arasında yerini alacak. Size çok teşekkür ediyorum bu güzel hediyeniz için.

Ve, sizleri can-ı gönülden tebrik ediyorum. Yolunuz açık, her şey gönlünüzce olsun! İyi ki uzatmalı varsınız, iyi ki birlikteyiz. Sizi çok seviyorum.

Feyzi Erçin Konuşma Metni:

Canım öğrencilerim,

Sevgili hocalarım,

Çok değerli konuklarımız,

Ve okulumuzun bileşenleri,

Bugüne kadar benden yapılması istenenler arasında beni en değerli hissettiren şey olabilir, bugün burada konuşmamın önerilmesi. Bu kadar müstesna bir anı yaşamama vesile olduğunuz için hepinize çok teşekkür ederim. Kapısını açtığınız sayısız güzelliğin arasında bu günün duygusunu da unutmayacağım…

Bu kadar değerli hissettirenin ne olduğunu düşününce, tam da okulumuzla resmî bir bağımın kalmadığı bir kesitte, bir mezuniyet töreni gibi gitmekle kalmak arasındaki o çizgiye dair bir konuşmamın istenmesinin manidar olduğunu gördüm. Değerli bulduğum şeyin, tıpkı sizler gibi gitmenin kıyısında olan bana atfettiğiniz bir aidiyet duygusundan geldiğini, bu duyguya ihtiyacımızı ve bize kattıklarını fark ettim. Bu ortak aidiyet duygusu; bir süredir fiziksel olarak uzakta olsam da okulun bir parçası olarak yanınızda olmamı sağladı. Son bir senenin bende bıraktığı iz sorulsa, bunun hem kendi içime işlemiş hem de sizlerde gördüğüm, okulumuza ve bize dair bu güçlü ve birleştirici duygu olduğunu söylerdim. Sizleri daha iyi tanıdıkça bana aktarılan bu aidiyet hissi, okulumuzun neden sizin için bu kadar önemli olduğunu anlamamı sağlayan, hepimizin birbirini savunmasına güç veren ortak bir paydaya dönüştü. Ortak bir aidiyet duygusu etrafında paylaşılan dayanışmanın bizleri hem bireysel hem direniş olarak güçlendirdiğini gördüm. O zaman anladım burası neden seçtiğiniz eviniz ve o yüzden de şu anda hissedebiliyorum bu vedanın size verdiği hüznü... Ama bu aidiyet duygusunu hatırlayarak, bugünü bir veda olarak yaşamamak da mümkün. Burası sizin köklerinizi saldığınız ve karşınıza çıkacak sınırları aştıkça döneceğiniz eviniz olarak kalacak hep. "Ev", çıktığımız yolculuklardan sonra döndüğümüz köklerimiz haricinde nedir ki zaten?…

Bu okula "evim" diyen o kadar çoğunuzu tanıdım ki... Boğaziçi’ni eviniz yapan; ev kavramı ile özdeşleşebilecek yuva, sığınma ve güven duyguları olmalı gibi geldi. Boğaziçi’ni Boğaziçi yapanın, study’de çalışmak kadar güneyde gece yarısı pijamalarla yürümek de olduğunu fark edebildim. Güneyde pijamalarla dolaşabilmek ne romantik ne de umarsızlığa dair bir imge; kamusal bir mekânı sığınacak bir yuvaya çevirebilmek, güvenli bir alan, ev hâline getirmenin yansıması. Bunu çok devrimci buluyorum. Çünkü siz, kendini hiçbir yerde evinde hissetmeyen nesillerin size iktidarlık, hocalık ve ebeveynlik yaptığı bir dönemde kendi evinizi üretebildiniz. Kendi geleceğinizi, güvenli alanlarınızı inşa edebilme umudu, müjdesi var güney çimlerdeki özgürlüğünüze sahip çıkışınızda.

Bu güvenli alanı yaratansa sizin bu mekânla, binalarla, tarihiyle kurduğunuz ilişki ve kendinizi de o tarihin içinde konumlandırabilmeniz. Bu sene yaşadığınız haksızlıklar, zorbalıklar ve anlayışsızlıklar okulun tarihinde bir ilk değil. Güney çimlerin etrafındaki bu binalar neler gördü ve o izleri taşıyorlar... Ama biliyorsunuz ki sarayların çevresine çöreklenen kayyumlar değil, sizin gibi "hayır" deme cesaretini gösterenler tarih yazmışlardır

1.  Bu çimler, binalar; on yıllarca taşıyacak sizin haykırışlarınızı, haksızlığı kabul etmeyişinizi, özgürlük için direnişinizi. O yüzdendir ki bu mezuniyet sizin okuldan ayrılmanız değil, okulda kimsenin görmezden gelemeyeceği fikri bir parçanızı bırakarak devam ettiğiniz bir yolculuk anlamına geliyor. O parçanız ki kardeşleriniz sizlerden bir miras olarak taşıyacak ve büyütecek. O yolculuk ki hep evinize, köklerinize, bu çimlerdeki paylaştıklarımıza dönecek… "Kardeşleriniz," dedim, zira bu okuldaki arkadaşlarına, hocalarına "ailem" diye hitap eden o kadar çoğunuz var ki... Güvenli alanların giderek azaldığı bir ülke ve dünyada, bu güzel okulda kurduğunuz ilişkiler, nasıl seçilmiş bir aile olarak varoluşsal ve gelecek kaygılarınıza karşı güç verebileceğini gösteriyor. Ailenizi burada görüyorsunuz; çünkü buraya kök salıyorsunuz. Bu da romantik bir imgeden öte bir şey, sahip çıkmaya ve aidiyeti paylaşmaya dair bir umut, vaat. Sizden önceki nesillerden farklı olarak bu ülkeyi sizi öldürmek isteyenlerin ülkesi olmaktan çıkarıp kendi ülkeniz yapmak istiyorsunuz

2. Bu; sizden önceki nesillerin aksine, dünyayı değiştirmek istediğinizin müjdesi. Dünyayı değiştirmek isteğinden bahsederken bir Tarkovsky karakterini anmadan bitiremem bu konuşmayı. Sizler gibi, dünyayı değiştirmek için fedakârlık yapmaya hazır olan Domenico’nun istediğini yapıyorsunuz:

Her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız. Birisi piramitleri yapacağımızı haykırmalı. Yapmamamızın bir önemi yok. O isteği beslemeliyiz.

3. Böyle büyük bir rüyayı siz öğrencilerden başkası göremez; çünkü inanç sadece sizde var. Bugün anımız okulumuzdan online kaydedilmiş, sahte bir tören ile değil de kendi iradenize sahip çıkarak burada, çimlerde mezun olabiliyorsanız, sebebi bunu yapabileceğinize inanmanız. Bu, yapabileceklerinizin sadece bir başlangıcı. Hepinizi çok seviyorum; ama sadece sevgi yetmiyor arkadaşlar. Öncesinde kavga etmek gerekiyor.

Bitmedi daha sürüyor o kavga,

Ve sürecek!

Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

4. Yolunuz açık olsun, sizi hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım.

1 Pier Paolo Pasolini’ye atfen

2 Tezer Özlü’ye atfen.

3 Andrei Tarkovsky, "Nostalghia" filminden.

4 Adnan Yücel’in aynı adlı şiirinden.

*

Ayfer Bartu Candan Konuşma Metni:

Değerli Meslektaşlarım,

Öğrencilerimizin kıymetli aileleri ve arkadaşları,

Çok Sevgili Öğrencilerimiz,

Kendimi 1985 yılında bu üniversitede bulmam müthiş bir başarısızlık hikâyesi idi. Yanlış duymadınız başarısızlık. O yıllarda üniversite sınav puanları belli olmadan yapılan sıralamalarda revaçta olan üç tür sıralama vardı: Tıp, dişçilik vs; İşletme, Ekonomi, Kamu Yönetimi ya da Hukuk fakültesi. Türkiye’deki eğitim sisteminden geçen herkesin olduğu gibi hayatta aslında ne yapmak istediğini bilmeyen, bunu keşfetmeye zamanı da olmamış biri olarak ben tıp, dişçilik sıralamasını yapanlardandım. Tıp, dişçilik sonrasında da liste boş kalmasın diye sıralanan çeşitli bölümler. Sonuçlar açıklandığında tıp kazanamamış, kendini Boğaziçi Üniversitesi’nde bulmuş, ailesini hayal kırıklığına uğratmış mutsuz bir öğrenciydim.

İyiki de burada bulmuşum kendimi. Bir başarısızlık hikâyesi olarak başlayan Boğaziçi Üniversitesi yılları hayatımın en dönüştürücü deneyimi oldu. Lisans yıllarında buradaki arkadaşlarımdan, hocalarımdan öğrendiklerimle kendimi ve dünyayı tanımaya başladım. Psikoloji farklı kapılar açtı, ilk aldığım Sosyoloji dersiyle dünyam değişti, bunlar yetmiyormuş gibi antropolojiyi keşfettim. Ayhan Koç, Diane Sunar, Binnaz Toprak, Yeşim Arat, Faruk Birtek, Ayşe Öncü, Ferhunde Özbay yeni ufuklar açtılar, burasını evim/evimiz yaptılar. Yıllar sonra 2003 yılında 8 yıllık yurt dışı doktora deneyimi ve 4,5 yıllık Türkiye’de bir özel üniversite deneyimi sonrası Boğaziçi’ne hoca olarak tekrar dönmek artık eve dönüştü benim için. TB 310’a giderken ders dinlemeye mi ders anlatmaya mı gittiğimi şaşırdığım zamanlar oldu.

2003 yılından beri elbette buradaki meslektaşlarımdan, arkadaşlarımdan çok şey öğrendim. Ama en çok da sizlerden, öğrencilerimden öğrendim. Beni hep diri ve ayakta tuttunuz. Derslere hep ilk günün heyecanıyla girdim. Sizlerin okumaları yapmadan da soracağınız o parlak sorularınızı tahmin etmeye çalışıp onlara hazırlandım. "Kafam çok karışık hocam, hayatta ne yapacağımı bilmiyorum" diye başlayan ofis sohbetlerimizi çok sevdim. Ekşi sözlükte yazdığınız gibi sınavlarda 8 yorum sorusuna 1,5 sayfa verdim (abartmışlar 4 yorum sorusuna) ama o 1,5 sayfada yazdıklarınızı hayranlıkla okudum. Sanırım en çok derslere "consent" isteme zamanlarında birlikte çok eğlendik: "bu dersi alamazsam hayatım kararacak", "ben antropoloji için doğmuşum" gibi yorumlarla hayatımı renklendirdiniz. Ancak consent isteklerinde tüm yılların favorisi benim için hep bu isteklerin altına eklenen "ben Can Candan hocayı da tanıyorum" notları oldu… (Can hocayı tanıyor ve seviyoruz elbette)

Tıklım tıklım sınıflarda sizlerle birlikte bu dünyayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştık. Ezberlerimizi bozmayı, konfor alanlarımızdan çıkmayı denedik; sosyoloji ve antropolojinin bizlere açtığı yeni kapılarla ve sunduğu araçlarla yeni bir dil arayışına girdik. Bu arayıştaki meydan okuyan haliniz, kendi hayat deneyimlerinizden sınıftaki tartışmalara getirdikleriniz hep ufkumu genişletti, cesaret ve umut verdi. SOC 281 dersini almış olanlar burada mı?

Bu derste Brezilya’da bebeklerini ölüme terk eden hatta aralarında seçim yapan anneleri, bu koşullarda anneliğin ne demek olduğunu, onlara bu seçimleri yaptıran adaletsiz dünyayı hem anlamaya çalıştık hem de dönüştürme yolları üzerine tartıştık. Bu tartışmalar bizi şeker kamışının tarihine, sömürgeciliğe, kölelik tarihine götürdü. Kayıp çocuklarının peşinde adaleti arayan Arjantinli anneleri anladıkça, 1995’ten beri 600 haftayı aşkın kayıp çocuklarının peşinde bir şehir mekanını bir hafıza mekanına dönüştüren Cumartesi Anneleri’ni daha da iyi anlayabileceğimizi keşfettik. Hindistan’daki mücadeleleri okuduk, Kuzey Amerika ve Japonya’daki mantar toplayıcılarının kapitalizmi anlamakta ne kadar kıymetli olabileceğini gördük, birlikte şaşırdık. Homofobi ve transfobiyi, farklı türdeki ayrımcılıkları tartıştık. Derslerde tartıştığımız tüm bu konuları hayata taşıdık. Ocak ayından beri de bu meydana, bu kampüse taşıdık.

 Filistinli şair Mahmud Derviş yakın dostu Edward Said’in ölümünden sonra yazdığı müthiş etkileyici şiirinde, bu iki dostun yaşam, ölüm, Filistin meselesi, sürgünde olma hali üzerine yapmış oldukları konuşmalardan söz eder. Derviş Said’e vasiyetini sorar, Said "Vasiyetim imkânsız olandır" der. Judith Butler bu şiirden yola çıkarak yaptığı analizde şöyle diyor: İmkânsızda ısrar etmek hayatı mümkün kılar (Possible life is the one that wills the impossible)

İmkânsızda, ya da şu anda imkânsızmış gibi görünende ısrar etmeyi, daha yaşanabilir bir ülke, bir dünya hayaliyle imkânsızı istemiş ve istemekte olan, iğneyle kuyu kazan ve kazmakta olan ve bu yolda büyük bedeller ödemiş ve ödemekte olan insanlardan ilham aldık birlikte.

Elbette tümünü saymak imkânsız ancak birkaçını anmak isterim. Daha adil, nefret söyleminden uzakta, ayrımcılıktan uzak bir dünya hayalinin peşinde koşmuş olan Sevgili Hrant Dink ve onun değerlerini yaşatmaya kendini adamış ailesi ve dostları, barış dolu bir ülkede yaşama arzusunu "Bu Suça Ortak Olmayacağız" diyerek dillendiren Barış Akademisyenleri, Hrant Dink bu hayalinin bedelini hayatıyla ödedi ancak ne ailesi ne dostları bu hayalden vazgeçmedi imkansızda ısrar etmekteler, Barış Akademisyenleri bir kıyıma uğradı ve üniversitelerden atıldı ancak ne barış hayalinden ne de üniversitelere geri dönme hayallerinden vazgeçmedi, imkansızda ısrar etmekteler. Ve birgün üniversitelerine geri dönecekler aynen Can ve Feyzi hocalar gibi.

Bizler bu geleneğin, bu mirasın, bu ilham kaynaklarının takipçileriyiz. İmkânsızda ısrar ederek hayatı mümkün kılmaya çalışan bir miras. 2 Ocak’tan itibaren imkânsız görünende ısrar ettik, kayyuma kayyum dedik, tabelasını astık, kabul etmedik, direndik ve direniyoruz. Ne hocalarımızdan, ne ÇİTÖK’ten, ne İstanbul Sözleşmesinden ne de üniversitemizden vazgeçmeyeceğiz ve o güne kadar da kayyuma kayyum demeye devam edeceğiz. Bu üniversiteyi bedeli ne olursa olsun savunacağız. Boyun eğmeyeceğiz.

Bu konuşmanın sonunda sözü Murat Sevinç’e bırakmasam olmazdı. Murat hoca Mülkiye’nin KHK ile tasfiyesinde üniversiteden uzaklaştırıldı, yıllarca ders verdiği Boğaziçi Üniversitesi’nden de ayrılmak zorunda kaldı. Ruhen hep burada olduğunu biliyorum ve gün gelecek o da üniversitesine ve Boğaziçi’ne dönecek. Kendisinin kadın voleybol takımı ile ilgili yazdıkları Türkiye’de yaşanan çeşitli sorunlar ve mücadeleler üzerine düşünmek için her zaman olduğu gibi ilham veriyor. Şöyle diyor Murat hoca:

"Kadın voleybolcular, bu topluma inatla unutturulmaya çalışılan değerleri hatırlattı ve her şey bir yana, basitçe yüzümüzü güldürdü. Çok güzel gülüyorlar, zıplıyorlar, sarılıyorlar, eğleniyorlar, kazansalar da kaybetseler de sonucu hazmedip tadını çıkarıyorlar….

İşini hakkıyla yapan, mütevazı, zarif, başarılı ve güleç insanlar.

İşini layıkıyla yapma ihtimali olmayan, kibirli, kaba saba, niteliksiz ve nemrut kim var kim yok, çileden çıkarıyorlar haliyle. Var olsunlar."

Sizler de var olun, yolunuz açık olsun, çok güzelsiniz ve birlikte çok güzeliz: İşini hakkıyla yapan, mütevazı, zarif, başarılı ve güleç insanlar. Diğerlerine de dert olsun!

Alternatif Mezuniyet Ekibinden Doruk Tunaoğlu Açılış Konuşması Metni:

Gökçe size kendi hikâyesini anlattı. Ben de gerçek mezuniyete dönüşmüş olan alternatif mezuniyetin hikâyesini anlatmak istiyorum. Buse Haziran başında fikri ilk attığında, hepimiz fikrin şahaneliğiyle büyülendik. Yılmadan, bıkmadan, korkmadan ve asla geri adım atmadan çalıştık. Başından beri kararlıydık ve hep önümüze baktık. Şimdi de buradayız... Böyle bir şey olmadı arkadaşlar! Mezuniyetin hikâyesi hiç böyle kararlı ve düz olmadı. Bize öğretilenlerin aksine hayat da hiçbir zaman böyle düz olmadı. Yalandan bir hikâye yerine size mezuniyetin samimi hikâyesini anlatmak istiyorum. İçinde geri dönüşler, öfkelenmeler, yanılmalar, karamsarlıklar, hatalar olan bir hikâye... Bir yandan da içinde umutlar, gülüşler, olmayacak işleri oldurmalar, gurur ve birliktelik olan bir hikâye. Ve de kâbusuma giren sandalyelerin hikâyesi. Ona da geleceğim. En baştan başlarsak: ben fikre inanmamıştım. Uğraşmak istememiştim. Şahane bir başlangıç! Süreçte ne oldu bilmiyorum ama en ateşli savunucularından biri oldum. Fikre kendimi kaptırdıkça, ilk sözlerimi yalanladım. Maalesef hepsinin yazılı kaydı var, istesem de inkâr edemiyorum. Haziran ortasında ilk toplantımızı yaptığımızda, ana mezuniyette kayyumlara sırt dönmenin bize yetmeyeceğini konuşmuştuk. O mezuniyete gitmek bile istemiyorduk. Orayı terk edip kendi mezuniyetimize geçmek istiyorduk. Melih diye birisi vardı o zaman, Naci de yardımcısıydı. Neyi nasıl yapacağımız hakkında bir fikrimiz yoktu ama ilk adımları attık. Hak ettiğimiz mezuniyeti almak istiyorduk. Yola çıktık bir kere. İlk toplantıda beş kişiydik. Beş. İlk toplantımızdan itibaren sandalyeler bana dert olmaya başladılar. Bu kadar kişiye yetecek sandalyeyi nereden bulacaktık? Tüm engellere rağmen meydana nasıl getirecektik? Bunu çözmek için çok uğraştık. Şimdi sizden şöyle bir etrafınıza bakmanızı istiyorum. Düzenli bir şekilde dizilmiş plastik sandalyeler görüyor musunuz? Ben göremiyorum. Çünkü bu işi yapamadık. Yine de hepimiz buradayız. Sandalyelerin hikâyesi bitti sanmayın, hikâyeye birazdan yine dâhil olacaklar. Temmuz olduğunda çarklar dönmeye başlamıştı. Alternatif diploma fikrimiz evriliyordu, güvenlik önlemlerini konuşuyorduk, akademisyenlerle ilk iletişim çabalarımız başlamıştı. Kafamızın kenarında Melih’i nasıl protesto edeceğimiz vardı. Kısmet değilmiş, fişini erken çektiler. Bir ay daha bekleselerdi rahat edecektik açıkçası. Ama hayat beklemediğiniz yerden sınıyor genelde, Temmuz ortası kendisi gidince biz de afalladık. 8 kişi olmuştuk, 500 küsur kişi alternatif törenimize gelmek istediğini belirtmişti ama -ES- yönetim resmi töreni ne yapacağını bir türlü açıklayamıyordu. Protesto edilecekler diye bir tören düzenlemekten bile aciz olan insanların okulumuzu yönetmeye çalışması beni hem güldürüyor hem de üzüyor. Ağustosta, törenin ilk olması gereken tarihlerde, sizlerle çeşitli mecralarda buluşmaya çalıştık. Toplantılarımıza neredeyse kimse gelmedi. Ekipçe çimlerde oturup "şahane buluşma düzenledik, kimse gelmedi" diye güldüğümüzü hatırlıyorum. İnsanlar toplantılara gelmeyince biz de gelenlerin istekleri doğrultusunda çeşitli kararlar aldık. Karar alır almaz da eleştiriler yağmaya başladı. Sanırım kimi insanlar bizim profesyonel bir ekip olduğumuzu, altmış kişi çalıştığımızı veya okulun desteğiyle bir iş yaptığımızı sandılar. Ekibimizin en enerjik üyesi Yağmur bile bezdi ve kenara çekildik. Bir süre durulduk. Hayat bazen hiç beklemediğiniz yerlerden vurabiliyor. Beyza’nın kararlı sesiyle kendimize geldik. Eleştiriler doğrultusunda bazı kararlarımızı tartışmaya açtık, yeni bir tarih belirledik, katılım için form açtık. Bu sefer de formu kimse doldurmadı. Üç günün sonunda sadece 30 küsur kişi geleceğini belirtmişti. Ciddi bir umutsuzluk içindeydik, "bu kadar çaba boşa gidecek" havası hâkimdi. Kimse çalışmak istemiyordu. Sakin sesiyle bizi rahatlatan Ayşenaz’ı bile duyamaz olmuştuk. Hayat bazen girdiğiniz yolları ciddi ölçüde sorgulatıyor. Bu çukurdan da Sevgi’nin görselleri ve benim kendimi de şaşırttığım bir konuşmamla çıktık. Bu konuşmada sandalyeler yoktu... "Bir kırılma noktasındayız" demiştim, "elimizden geleni yapalım, en azından denemeden vazgeçmemiş oluruz". Böyle dememiş olabilirim. Ama bu ayar bir şeyler dediğime eminim. Neyse ki bunların yazılı kaydı yok. Son açtığımız diploma ve katılım formu sayesinde Boğaziçililerin ve muhtemelen çoğu insanın, kendilerine bir işi yapmaları için verilen son tarihleri ne kadar çok sevdiğini anladık. İnsanlar son tarihler yanlarından geçip giderken çıkan "fiyuuuuuuu" sesini baya seviyorlar. Katılım formunu kapatmamızdan beş dakika sonra "başvuru tarihlerini uzatamaz mısınız?" mesajları gelmeye başladı. Şaka yapmıyorum. Beş dakika sonra. Daha da ilginci bizim ekipten de formu doldurmayı unutanlar vardı. Şaka yapmıyorum. Geçen hafta sandalyeler geldiler kâbusuma girdiler, güney meydanda üstüme üstüme yürüdüler. Berk de kayyumların stepleri güvenlik şeridiyle kapatıp konuşma yaptığı bir kâbus görmüş. Anlayacağınız sandalyeler de kayyumlar da bizi yalnız bırakmıyor. Hayat karşınıza iki ayaklı ve dört ayaklı engeller illa çıkarıyor. İki ayaklılar, başınıza daha çok bela oluyorlar. Gökçe, Buse, Yağmur, Beyza, Ayşenaz, Sevgi ve Berk. Bu isimler size elbette bir şey ifade etmiyor. Fakat benim içimi ısıtan dostlarım oldular. Alternatif mezuniyeti düşlerken de, umutsuzluğa düşerken de, kabuslarımızı paylaşırken de, harıl harıl çalışırken de, ve düştüğümüz yerlerden heyecanla çıkarken de beraberdik. Birlikte bir yola girdik ve birbirimizi kazandık. Alternatif mezuniyeti düşlerken, kendimizi gerçek mezuniyeti yaparken bulduk. Artısıyla eksisiyle hak ettiğimiz mezuniyete kavuştuk. Yollara şans verince hayat hiç beklemediğiniz deneyimler ve öğretiler sunuyor. Ne mezuniyetin hikâyesi ne de yollar düz değil. İyi ki de değiller. Dolambaçlı yollarınız açık olsun…

2021 Mezunu Buse Giledereli Konuşma Metni:

Canım arkadaşlarım, değerli hocalarım, sevgili bileşenler ve konuklarımız,

Bugün burada, sizlerin karşısında Boğaziçi Üniversitesi’nin 154. mezunlarını temsilen bulunmaktan gurur duyuyorum. Düşüncelerimizi korkusuzca ve coşkuyla dile getirdiğimiz sayısız konuşmalarımızdan birini yapıyor olmak, hatta bunu yeni bir mezun olarak gerçekleştirebilmek benim için büyük bir onur. Kalbimde tatlı acı bir hüzün, sesime yansıyan büyük bir heyecan ve sözlerimde bitmek bilmeyen bir mücadelenin yankısı var. Bu fırsat için öncelikle ve içtenlikle teşekkür ederim. 

Boğaziçi Üniversitesi sadece eğitimimizi aldığımız bir kurum değil; burası bizim yuvamız... Gelmeye can atıyorsak ve vardığımızda içimize huzur doluyorsa evi ev yapan bunlar değil midir? Her normal günümüzü geçirdiğimiz çimlerin üstünde ve kendimizi bulduğumuz gökyüzünün altında duruyoruz. Ne kadar zaman geçse de dönüp dolaşıp evimize kavuşmuş olacağız. Kapısından geçeceğimizi, yokuşundan salınacağımızı, banklarında oturup arkadaşlarımızla kahvemizi yudumlayacağımızı biliyorum. Evimize adım attığımız ilk andan itibaren kurduğumuz bağı sizinle beraber ben de hissediyorum ve tam da bu sebeple bu bir ayrılık değil, olamaz; sadece başka bir dönüm noktasındayız.

Bizler senelerimizi geçirdik Boğaziçi’nde. Yolculuğumuzda öğrendiğimiz en güzel şeyin ne olduğu hakkında bir fikir önermek istiyorum izninizle: Bakış açısı ve iletişim gücü. Farklı şehirlerden, kültürlerden, yaşlardan, sevgilerden ve normlardan kopup bir diyaloğun ortağı olduk burada. Çevremizi kendi ellerimizle inşa ederken kimliklerimizi renklendirdik. Dil, ırk, renk, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, felsefi inanç veya din ayrımı yapmaksızın sadece bir insan olduğu için karşımızdakine saygı duymayı öğrendik. Biz birbirimize kadın haklarının, LGBTQ+ haklarının, hayvan haklarının ve şu an saymaya devam etsem bitiremeyeceğim her bir türdeki hakların vazgeçilmez ve tartışılamaz olduğunu öğrendik. Öğrendik ve uyguladık, uyguladık ve bunu savunmaya devam ettik. Öğrenimimizi bitirmemizin yanı sıra öğrendiklerimiz salt bu değerler olsa bile kendimizle gurur duymalıyız. Ne mutlu bize ki eğer ben bunları söylerken yüzlerimizde bir gülümseme oluşursa... Ben çok mutluyum, çünkü Mary Shelley’nin Frankenstein romanında yarattığı asıl canavarın hayat verilmiş olan Yaratık değil de doktorun kendisi olduğunu ben burada öğrendim.

Evet, birer Boğaziçi mezunuyuz bugünden itibaren, ama müjdemi isterim ki sadece bununla kalmıyor. Bizimle başlayıp yeni arkadaşlarımızın devam ettireceği duruşu anlatan öylesine güzel bir sıfatımız var ki artık... Alternatif. Değişik, farklı, ölçün dışı, alışılmadık. "Biz ne zaman toplum normlarına bir alternatif olmadık ki," diyor bazılarımız ve bu gayet doğru; ama bu sefer bambaşka bir anlam daha katmış olduk. Meydan okuduk haksızlığa, şiddete, yanlışa, baskıya ve gösterdik dayanışmamızı tanık olmak isteyenlere. Savunduğumuz fikirlerimiz için, inandığımız doğrular için ve olduğumuz kişi için direndik. Direnişimiz ile alternatif olduk, daha bir güzel, renkli ve doğru olduk. Eminim ki bizden sonra adımlarını buraya yeni atacak olan arkadaşlarımız bizim öğrendiklerimizi sahiplenip daha da renklendirecekler. Bizlerse onlara destek olacağız; evimizin yokuşundan sallanarak inecek ve "Döndüm işte," diyeceğiz. O güne kadar hem romanlarda hem de hayatlarımızda karşımıza çıkan gerçek canavara karşı direneceğiz, buna tüm kalbimle inanıyorum. Çok sevdiğim arkadaşımın bana aylar öncesinde mutlu bir anımızda da dediği gibi: "Tanışmamızı sağlayan adaletsiz ve acımasız düzeni sevgimizle devireceğiz."

Ve sen, Boğaziçili: Asla. Yalnız. Yürümeyeceksin.

Öne Çıkanlar