Erdoğan’ın İran zamanlaması yanlış
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD’yi İran Cumhurbaşkanı Reisi’ye şikâyet etmesi Amerikan karşıtlığı bakımından Tahran’ı memnun edebilir ama Erdoğan’a ilişkin İranlıların yaklaşımında bir değişikliğe yol açmaz.
İranlılar, laik-Kemalistler dahil hiçbir Türk hükümetinin İslamcı Erdoğan yönetimi kadar İran’ı zorlamadığını düşünüyor. İran dini lideri Ali Hamaney’in bu konudaki endişeleri Dışişleri Bakanı olduğu dönümde Ahmet Davutoğlu’na Tahran’da iletilmişti. Arada ciddi bir güvensizlik var.
Irak ve Suriye başta olmak üzere Erdoğan’ın izlediği politika İran’la çatışan noktaları artırdı. Suriye’de iki ülke kafa kafaya geldi. İranlılara göre Erdoğan tekfirci (cihadi selefi) grupların baş destekçisi. Bu kanaat değişmiş değil. İran’la çıkar çatışmalarının son sahnesi Kafkasya oldu. Türkiye’nin Karabağ savaşı sonrası oluşturmaya çalıştığı yeni jeostratejik gerçeklik İran’ı ciddi düzeyde rahatsız ediyor.
Bunun yanı sıra Türkiye’nin İran’ı memnun eden bazı tutumları da olageldi: Bu tutumların birincisi, Erdoğan’ın 2009’da One Minute olayından itibaren İsrail’e atarlanan çıkışları. Bu çıkışlar, ABD-İsrail karşıtı cepheyi güçlendirdiği gerekçesiyle İranlıların hoşuna giden bir durum.
İkincisi ve daha önemlisi Türkiye, Amerikan yaptırımlarına eşlik etmeyerek ya da kısmen eşlik ederek komşusuna nefes borusu olageldi. Fakat Erdoğan’ın Amerikan stratejisine uygun olarak Türkiye’yi İran’ın önünü kesecek şekilde konuşlandırdığını da biliyorlar.
Hal bu iken Erdoğan, Biden’den istediği anlayışı görememenin verdiği huzursuzlukla İran’la duygudaşlık sergiliyor. Burada kendi misyonu itibariyle düştüğü bir çelişki de var: Amerikalılar Orta Doğu’daki diplomatik ve askeri kapasiteyi düşürmeyi hedefleyip Tahran’la da diyalog sürecine girerken bölgede İran’ın hasımları çatışmacı çizgiyi sürdürmenin pahalı olacağını bildiklerinden İran’la yumuşamayı tercih ediyor. BAE’den Tahran’a yapılan ziyaret, Irak üzerinden İran-Suudi Arabistan görüşmeleri bunun açık örnekleri. Bu diplomatik kanallar ABD’nin de İran’ı etkilemek için faydalı gördüğü açılımlar olabilir. Erdoğan ise tersi bir yönelimle ABD’ye karşı İran-Türkiye ortaklığı görüntüsü veriyor.
Erdoğan’ın Türkmenistan dönüşü mesajlarında Rusya’ya karşı gardını düşürmesinin nedeni, Ukrayna ve Kırım’da Rusya’yı kızdırma pahasına Biden’ın dostluğunu garantileme yönündeki uyanık taşra siyasetinin işe yaramamasından kaynaklanıyor. Kış gelirken, doğalgaz fiyatları artarken, Ruslarla doğalgaz anlaşmalarının yenilenmesi gerekirken, kurlar alabora olurken Rus karşıtlığı akıl karı değil. Bu yüzden Erdoğan mecburen Rusya’ya karşı yumuşak bir dil kullanıyor. Amerikalılar da Ruslar da artık Erdoğan’ın bu iki gücü birbirine karşı kullanma taktiklerini ve bunun nereye kadar gideceğini biliyor ve fazla primi vermiyor.
Rusya, Ukrayna ve Kırım’da Erdoğan’ın izlediği kışkırtıcı siyasete karşılık İlham Ahmed başkanlığındaki Kuzey Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetim heyetini Moskova’da ağırlayarak bir anlamda Kürt kartını gösterdi. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un heyetle görüşmesi önemli bir mesajdı. Verilen fotoğrafın ötesinde Kürtleri Cenevre sürecine dahil etme konusunda Ruslar da ağırlık koyabileceklerini gösteriyor. Burada Suriye bağlamında birkaç aydır süren Rus-Amerikan diyaloguna uygun bir gelişme var. Kürtler eylülde Moskova ziyaretinden sonra Washington’a gitmişti. Oradan tekrar Moskova’ya dönülecekti. Araya Türkiye’nin yeni askeri harekât planı devreye girdi ve ziyaret sarktı. Gecikmeli olarak gerçekleşen ziyaretten sonra heyet görüşmeler için Cenevre’ye gitti. Kürtlerin katılımı konusunda Türkiye hala en önemli bariyer ve bunu aşmak kolay değil. Muhtemelen hem Rusya hem ABD, Türkiye’yi ikna etmeye çalışacak. Ama Türkiye bunu sabote edebilecek imkânlara sahip.
Kürtlerle durum ya Cenevre sürecinde yeni anayasa ile çözülecek ki Türkiye bunu bloke edebilir ya da doğrudan Suriyeliler arası iç mekanizma ile yani Şam’la Kürtler arasında diyalogla çözülecek. Türkiye ise iki seçeneğe karşı siyasi, askeri, diplomatik yollarla çökertme siyaseti izliyor. Bu strateji herhangi bir sorunu çözmediği gibi Erdoğan’ın çok sayıda belgeye imza atarak taahhüt ettiği Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini yeniden tesis etme hedefini de imkansız hale getiriyor.