Ferda Çetin: Sol iktidara odaklanmaktan vazgeçmeli, toplumsal alana odaklanmalı

Ferda Çetin: Sol iktidara odaklanmaktan vazgeçmeli, toplumsal alana odaklanmalı
'Seçim ittifakı taktiksel, dönemsel ve geçicidir. Demokrasi ittifakı ise birlikte yaşam ittifakıdır. Bu ittifak stratejiktir, uzun vadeli ve kalıcı bir ittifaktır.'

Artı Gerçek’in "Sol Türkiye’nin Geleceğini Tartışıyor" dosyasına gazeteci Ferda Çetin de katıldı ve sorularımızı cevapladı. "İktidarı, muhalefeti ve bütün toplumun uçurumun kıyısında olduğu abartı değildir. Fakat düşüş hep birlikte olmayacaktır. Kimin önce düşeceği veya düşürüleceği önemlidir" diyen Çetin, demokrasi ittifakının önemini şöyle vurguladı:

"Seçim ittifakı taktiksel, dönemsel ve geçicidir. Demokrasi ittifakı ise birlikte yaşam ittifakıdır. Bu ittifak stratejiktir, uzun vadeli ve kalıcı bir ittifaktır."

  • Türkiye’nin içinde bulunduğu süreci nasıl analiz ediyorsunuz?

Yasama, yargı ve yürütme gücünün tek adamın elinde toplandığı, enflasyonun, işsizliğin, yoksulluğun zirveye çıktığı; Suriye, Irak ve Afganistan savaşlarının ardiye deposu haline getirilen; El Kaide, El Nusra, DAİŞ ve ÖSO çetelerine resmi üniforma giydirilerek Türk ordusunun bir parçası haline getirmiş bir Türkiye ile yüz yüzeyiz.

Avrupa Birliği ve ABD ile ilişkileri bozulmuş, bu bozulan ilişkileri, Rusya, Çin ve İran ile ilişkileri üzerinden ve şantaja dönüştürerek aşacağına inanan bir iktidar söz konusudur.

Devletin de bulaştığı kokain ticareti, döviz kaçakçılığı, kara para aklama faaliyetleri…

Covid-19, sel ve yangın felaketleri karşısında eli kolu bağlı çaresizlik halleri…

Kendilerinin dahi izlemedikleri yalan haber, manipülasyon ve dezenformasyon faaliyeti yürüten bir medya.

Bu uygulamaların mağduru olan toplumun büyük kesimi örgütsüz iken, Erdoğan ve ailesinin etrafında, oluşturulan bu hukuk ve yasadışı sitemden nemalanan, üç dört maaş alan, emlak ve döviz zengini, ihaleci VİP-Mafya oluştu. Erdoğan’dan daha çok Erdoğancı olan bu klik, her ne pahasına olursa olsun AKP/MHP iktidarını korumak ve sürdürmek üzere çalışıyor.

Devlet ve AKP/MHP iktidarı, içeride ve dışarıda oluşan ve uzun vadede Türkiye’nin aleyhine olan bu politikayı Kürt düşmanlığı ve Kürtlerle savaş üzerinden ötelemek ve toplumu baskılamak için kullanmaktadır. Hayat pahalılığından şikayet eden bir vatandaşa Erdoğan’ın, "Afrin’de sıkılan bir merminin kaç liraya mal olduğunu biliyor musun?„ yanıtı durumu yeterince açıklamaktadır.

Özet olarak boğazına kadar hukusuz, kanunsuz işlere bulaşan; zimmet, irtikap, yolsuzluk, haksız zenginleşme, kamu mallarına zarar gibi suç sayılan fiileri işleyen ve bu yolla dünyanın en zengin devlet başkanları sıralamasında 11. sıraya yükselen Erdoğan’ın, iktidarı kaybetme "lüksü" yoktur. Çünkü iktidarı kaybettiği gün, kendisi için yargılama ve hapishane sürecinin başladığı gün olacaktır.

  • ‘Tam olarak uçurumun kıyısındayız’ diyenler oldu. Katılıyor musunuz?

İktidarı, muhalefeti ve bütün toplumun uçurumun kıyısında olduğu abartı değildir. Fakat düşüş hep birlikte olmayacaktır. Kimin önce düşeceği veya düşürüleceği önemlidir. Bu bakımdan da düşmemek için hep tetikte ve uyanık olmak ve düşmemek için hazırlık yapmak önemlidir.

Tayyip Erdoğan ve şürekası durumun ciddiyetinin farkındadır ve bu temelde hazırlıklarını yapmaktadır. Devleti ele geçiren Erdoğan buna rağmen devlete ve resmi güçlere güvenmiyor.  2012 yılından beri kendisi ve ailesi için özel bir güvenlik teşkilatı inşa ediyor. 2018 yılında, elemanlarını kendisinin seçtiği, doğrudan kendisine ve ailesine bağlı 500 polisten oluşan "Ankara Takviye Hazır Kuvvet Müdürlüğü"nü, ardından  "İstanbul Takviye Hazır Kuvvet Müdürlüğü"nü kurdu.

Osmanlı Ocakları doğrudan AKP üyelerinden oluşurken, Alperen Ocakları iktidarın ortak bir aparatı olarak örgütlendirilmektedir. Asker ve polis deneyimlerini Erdoğan saltanatı için kullanmak üzere SADAT oluşturuldu. AKP’li il ve ilçe yöneticilerinin yakınlarından oluşan, silahlı ve resmi üniformalı bir "Bekçi Ordusu" kuruldu.

CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı muhalefet, iktidarı kaybetmemek için silahlı çatışma ve iç savaş hazırlıkları yapan bu diktatoryayı seçim yolu ile değiştirebileceğine inanıyor. Toplumu da bu yolla tedbirsiz, hazırlıksız ve etkisiz duruma getiren bir rol oynuyor. Eğer "uçurumun kıyısı" doğru ve yerinde bir benzetme ise, toplumsal muhalefeti o kıyıya sürükleyen de CHP ve Kılıçdaroğlu yönetimidir.

Yapılan anketler ve kamuoyu yoklamaları AKP ve MHP blokunun büyük oy kaybı yaşadığını, önceki dönemlerde Tayyip Erdoğan’a duyulan güvenin büyük oranda kaybolduğunu göstermektedir.

Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk ve geleceğin belirsizliği sadece şehirleri değil köyleri de etkilemekte toplumun tepkisi ve öfkesi büyümektedir.

Ama ne ekonomik koşulların kötüleşmesi ne de öfkenin büyümesi kendiliğinden bir gelişme yaratmaz ve diktatörlüğün yıkımına yol açmaz. "Öfke ve kızgınlık cerahat gibi birikip herhangi bir tepki doğurmadan sürdüğünde ya bunalıma ya da teslimiyete dönüşme riski taşır" diyor Antonio Negri.

  • Türkiye’de adaletsizliğin eşitsizliğin tavan yaptığı bir dönemde sol neden toplumla yeteri kadar buluşamıyor ve iktidar seçeneği olamıyor?

Bu soru teorik tartışma gerektiren zor bir soru. Dünyada ve Türkiye’de tek, yekpare bir soldan söz edemeyiz. İktidarı veya yönetimi devrimle ele geçirerek, sistemi tümden değiştirmeye yönelen Sol ile, iktidarı seçimlerle ele geçirdikten sonra, reformlarla iyileştirmeye çalışan Sol’un, sorunlara ve çözüme ilişkin yaklaşımı farklıdır. Bu iki kanat dışında, sorunların çözümüne iktidar odaklı bakmayan; toplumun içinde kurucu potansiyeli harekete geçirerek sistem oluşturmak isteyen Sol da vardır.

İktidar seçeneği olmak, nihayetinde egemen iktidarın sistemine ve aygıtlarına dokunmadan başındaki kişi veya grubu değiştirmeyi içerir.

Yukarıdan-merkezden düzenleyicilik yöntemi ile sistemi değiştirmeyi hedefler. Bu yol için, toplumla iç içe olmaya, kesintisiz ve derin ilişkilere, toplumla buluşmaya gerek ve ihtiyaç yoktur.

Nihayetinde dört veya beş yılda bir yapılacak seçimler için toplumsal desteğe ihtiyaç duyulmaktadır. Ve düzeltme, iyileştirme tepede, merkezde yapılacağı için, oyları dışında topluma ihtiyaç duyulmamaktadır.

Türk devleti ve güdümündeki Türkiye muhafazâkarlığı kırda, şehirde, tarlada, fabrikada, okulda, cami ve kışlada toplumla her an birlikte. İktidar olmaktan ve gelenekten kaynaklanan avantajları da kullanarak böyle bir buluşmayı daha rahat ve daha kolay yapıyor. Türkiye Sol’unun ise bu alanlar üzerinden toplumla buluşması için özel bir çaba sarfetmesi, bu alanların her biri için ayrı örgütlenmeler yaratması, devletin yaklaşımlarının ötesinde, ondan daha güçlü, daha inandırıcı ve daha radikal tutumlar gerektirir.

Sayısız türde gündelik direniş odağı ve güçlü toplumsal hareketler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu renkliliği ve dinamizmi gören ve kendisini ona göre tanzim edecek bir Sol’a ihtiyaç vardır. Kendisi örgütlü olmayan, kendi dinamiklerini örgütleyemeyen bir Sol; devletin, Kemalizmin ve ulusalcı sağın örgütlü kesimlerini örgütleyerek dönüştüremez.

İktidar olmadan özgür bir toplum oluşturmak ise, temsiliyet yerine politi-ahlaki toplumsallığı hedefler. Farklı etnisite, sınıf, inanç ve cinsiyet çoğulculuğunu içeren; bu güçlerin ortak hareket etmesi için anti-kapitalist ve anti faşist müşterekleri yeterli gören, farklı talepler ve ihtiyaçlar temelinde örgütlenmiş politik-ahlaki bir toplumu içerir. Yani Türkiye’de şu an olmayan ve en çok ihtiyaç duyulan toplumsal ilişkileri ve yaşamı örgütlemeye çalışır.

Devletin demokratikleştirilmesi ile toplumun demokratikleşmesi birbirinden tamamen farklı ve paralel yürüyen süreçlerdir. Toplumun özgürlüğü ve demokratikleşmesi, iktidarı ele geçirecek günü beklemeden sürdürülen temel bir faaliyettir.

Bu faaliyet oy ve seçimler ile tanımlanamaz ve temsil ile ifade edilemez. Özgür yurttaşlardan oluşan toplumun üretim alanlarında, akademi, komün ve meclislerde söz, tartışma ve karar süreçlerine katıldığı; sorgulama, itiraz ve isyan bilincine vardığı; entelektüel ve eylemsel güce kavuştuğu düzey, demokratik özgür toplumun ifadesidir.

Radikal tutumdan kasıt, devletin toplumu yanında tutmak üzere kullandığı milliyetçilik ve dincilik harcını elinden almak; Türkiye’yi bir ticarethaneye çevirerek, kendileri ve aileleri için servet biriktiren bir avuç oligarkın düzenini görünür kılmak; kumarhanedeki rulet masasında kazananın her daim "kumar masası„ olduğunu bıkmadan usanmadan anlatabilmek meselesidir.

Sol bunu inat, heyecan ve şevkle anlattığında dinleyen ve anlamaya çalışan insanların sayısı artacağı gibi bu düzene isyan ve itirazlar da çoğalacaktır. Sol bunu yapmıyor.

Sedat Peker denen şahıs bile bu boşluğu görmüştür. Karanlık geçmişi, derin devletle ilişkileri bir yana, yayımladığı videolarda yoksullara, işsizlere, dar gelirlilere, gelecek kaygısı olan insanlara hitap ediyor. Mevcut iktidarın, halkın uyanması, bilinçlenmesi ve harekete geçmesiyle yıkılacağını biliyor.

  • Sizce Türkiye’de sol cephenin kendisiyle yüzleşmesi gereken noktalar neler?

"İktidarın meclisinde yetişmek onun usullerini öğrenmek ve soğurmak demektir…İktidarın adetlerini, tınısını, duruşunu, diğerleriyle olma hallerini. O kendisine fazla yaklaşanlara bulaşan bir hastalıktır. İktidar sahibi sizi ayaklarıyla eziyorsa, onun tabanlarından hastalığı kaparsınız" diyor John  Holloway.

Türkiye’de her on yılda bir kendisini yenileyen faşist diktatörlük, bir gecede yapılan darbelerle değil, arkasına toplumsal desteği alarak iktidarda kalıyor. İçeride ve dışarıda meşruiyetini seçimlere ve seçimlerde aldığı çoğunluk oylarına dayandırıyor.

Türkiye Sol’u 1980 Askeri darbe döneminde ve daha sonrasında, Türkiye’deki gerici, faşizan yönetimlere, askeri ve sivil despotizme karşı Kürt Özgürlük hareketinin yürüttüğü mücadeleyi kendisi bakımından bir imkan gibi görmedi.

Faşizme karşı mücadele ettiğini iddia eden güçler, bu mücadelenin en önemli dinamiği ile olması gereken bir ilişki ve işbirliği içinde olmadılar. Bu durumun, egemen ulus solunun, sömürge ulus devrimcileri karşısında duyduğu bir kibir bir üstünlük kompleksinden kaynaklandığı açıktır.

Sol için "şöyle yapmalı", "doğrusu şöyle olmalıydı" demek çok anlamlı değildir. Çünkü Sol, kendisini pratiğiyle ifade ettiği oranda, bu pratiği üzerinden objektif değerlendirmeler yapılabilecektir.

ABD’de 2014’ten sonra, siyahilere karşı polisin geliştirdiği şiddete karşı, beyazların da içinde yer aldığı çok güçlü bir protesto hareketi gelişti. Bu hareket daha sonra Black Lives Matter(BML),"Siyahilerin Yaşamı Önemlidir" ismiyle toplumsal bir harekete dönüştü.

25 Mayıs 2020’de, ABD’nin Minneapolis kentinde beyaz bir polisin George Floyd isimli siyah bir ABD vatandaşını boğazına diziyle bastırmak suretiyle öldürmesinin ardından, başta ABD olmak üzere tüm dünyada "nefes alamıyorum„ çağrısı ile ırkçılık karşıtı protestolar yapıldı. Türkiye Sol’u bu olayı haklı olarak çok irdeledi, tartıştı, ırkçılığın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlattı. Irkçılık karşıtı eylemleri destekledi.

Türkiye’de, son on yılda Kürtçe konuştuğu için öldürülen onlarca insan var. İzmir’de Deniz Poyraz’ın,  Konya’da yedi kişilik Dedeoğlu Ailesi’nin katledilmesi, Kürt düşmanlığı temelinde işlenen ırkçı cinayetlerdir. Şurda burda Kürt oldukları için bıçaklanan, saldırıya uğrayan, hakaret edilerek kovulan mevsimlik Kürt işçilerinin uğradıkları saldırılar normalleşiyor.

Devletin ve desteklediği sivillerin bu açık ırkçılığına karşı, Türkiye Sol hareketi Kürtler olmadan ve içinde Kürtlerin yer almadığı ırkçılık karşıtı bir kampanya yürütememiştir. İstanbul, Ankara ve İzmir’de, içinde Kürtlerin yer almadığı büyük gösteriler düzenlenememiştir.

Bunun için örgütler arası birlik kurmaya gerek yoktur. Irkçılığa karşı tutum ve mücadele, kendisini sol ve sosyalist diye tanımlayan tüm örgüt, parti ve oluşumların doğal ve zorunlu paydasıdır.  Bunun için bir araya gelip koordinasyon merkezi veya çatı örgütü kurmaya da gerek yoktur. Irkçılığa ve faşizme karşı çıkmak ahlaki ve insani bir görevdir. Sol bu görevlerini yerine getirmediği için huzursuzluk ve rahatsızlık duymalıdır.

Türkiye Sol’u iktidar çalışmaktan vazgeçmeli, toplumsal alanla ilgilenmelidir. Anti-iktidar mücadelesi ve tasavvurundan soyutlanmış haliyle yalnızca iktidar üzerine çalışmak, etkin bir biçimde  iktidar üretmekten başka hiçbir işe yaramaz çünkü.

  • Sol için temel sorun ‘birlik’ olarak tanımlanıyor. Sizce de temel sorun ‘birlik’ mi? Eğer birlikse birliğin temel ilkeleri nasıl olmalı? Çözüm nedir?

Türkiye’de, "Sol’da birlik" denilince insanların aklına seçim ittifakları geliyor. AKP-MHP ittifakına karşı, seçimlere girme hakkı olan farklı siyasi partilerin ve parlamento dışındaki toplumsal muhalefetin desteklediği bir blok tasavvur ediliyor. Seçimlere yönelik böyle bir "birlik" de önemli ve gereklidir ama ayrı bir tartışma konusudur.

Türkiye’de "birlik" fikri, Sağ’ın Sol’a bulaştırdığı resmi bir fikriyattır. Sol’un birlik sorunundan önce kimin, kimlerin Sol olup olmadığı tartışılmalıdır. Mesela Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi ve Kemalizmin savunucusu CHP Sol’mudur veya ne kadar Sol’dur?

AKP/MHP iktidarını destekleyen, ulusalcı-Ergenekoncu Doğu Perinçek ve İşçi Partisi halâ Sol içinde sayılacak mıdır? Türkiye’nin Rojava ve Güney Kürdistan işgaline destek sunan "Türkiye’nin Komünistleri„ ne kadar Sol’dur?

Sol ideoloji, felsefesi ve doğası gereği arayışçı, itirazcı, yenilikçi ve çok renklidir. Sağ’dan ayrılan belirgin özelliği de sabitlere ve değişmezlere ihtiyaç duymamasıdır. Bu özelliklerin tümü Sol’u bir kabın içine sıkıştırmayı veya bir potada eritmeyi imkansız kılıyor. Ve esasında "birlik" fikrinin reddi anlamına da geliyor.

Sağ ise muhafazakardır, yeniliğe ve değişime karşı, mevcut durumu koruma ve sürdürme derdindedir. Ulus-devletçidir, homojendir. Din, millet, bayrak, vatan kategorileri benzeşmek ve birleşmek için yeterlidir.

Sol bakımından "birlik" parti ve örgüt kongrelerinde, konferans ve toplantılarda oluşturulabilecek bir şey değildir. Örgütlenme, ortaklık veya gerçek manada birlik, direniş ve mücadele alanlarında doğar ve orada gelişir. Felsefesi, amacı ve izlediği yollar birbirinden farklı olan parti, örgüt ve yapılar arasında herkesin kabul edeceği ortak bir program veya ilkeler manzumesi çıkarmak ne mümkün ne de gereklidir. Ancak kapitalizm, ulus devletçilik, milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, mülkiyetçilik gibi toplum karşıtı olan plan ve uygulamalara karşı, Sol’un birlikte mücadele etmesi önünde hiçbir engel yoktur.

Basit olanı karmaşık hale getirmek, olmayan bir sorunu varmış gibi yapmak da bir manipülasyon biçimidir. Türkiye solu  Rojava ve Güney Kürdistan’ın işgaline, Kürt oldukları için İzmir’de Deniz Poyraz’ın, Konya’da yedi kişilik Dedeoğlu ailesinin katledilmesi karşısında ayağa kalkması ile birlik olabilir.

Doğanın talanına karşı olmayan tek bir Sol örgüt var mıdır? HES’lere, barajlara, maden ve kömür ocaklarına karşı eylem yapan köylülerin eylemlerine hep birlikte katılırsa sol birlik olur.

Emeklerinin karşılığı ödenmeyen, sendika ve örgütlenme hakkı verilmeyen,  işverenin keyfi uygulamaları ile ücretleri ödenmeden işten çıkarılan, sistematik bir cinayete dönüşen ve "iş kazası" ile normalleştirilen işçi ölümlerine karşı, işçilerin yanında duruduğu oranda Sol birlik sağlanacaktır.

Artık neredeyse hergün her şehirde kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzler yaşanıyor. Buna karşı hergün kadınlar sokaklara meydanlara çıkıyor. Sol’da birlik, bu eylemlere aktif olarak katılmakla sağlanabilir.

Kısacası örgütlenme ve birlik, mücadelenin içinde doğar ve orada gelişir, başka yerlerde değil.

Ayrıca günümüz dünyasında ve Türkiye’de, kendilerini örgütler içinde tanımlamayan ama sisteme, kapitalist dünya nizamına karşı çıkan çok büyük kesimler var. Kadınlar, ekolojistler, evsizler, topraksızlar, işsizler, göçmenler, anarşistler ve silahlanma karşıtları bu büyük topluluğun bilinen kesimleri. Bir de dönemsel olarak hak talebinde bulunan kesimler var. Öğrenciler, covid-19 kısıtlamalarını protesto edenler, sağlık çalışanları, Taş ocağı, Baraj ve HES’lere karşı çıkanlar gibi…

Birlik, parti, örgüt ve kurumların tepe yöneticileri, onursal kurucuları veya tecrübeli temsilcilerinin bir araya gelmesi ile oluşmaz. Birlik, bu grupların temsil ettiklerini iddia ettikleri toplum kesimlerinin ortaklaşmaları; paylaşım alanlarını çoğaltmaları, sadece kritik eşikler, kriz dönemleri ve seçim ittifakları için değil, günlük yaşam içinde de birlikte olmaları ve sorunlarını ortaklaştırmaları ile gerçekleşir.

  • Türkiye’de sol Kürt meselesinde de eleştiriliyor. Sizce solun bir kısmı Kürt meselesinden sınıfta mı kaldı? Kürt meselesinde doğru tutum ne olmalı?

"Sol’un bir kısmı„ vurgusu yerinde ve gerekli bir vurgudur. Bu deyim, adaletli olmayı hatırlatıyor. Dolayısıyla başından itibaren "Türkiye Solu" deyimi, tartışmasız bir şekilde "Sol’un bir kısmı"nı kapsamıyor. Suphi Nejat Ağırnaslı, Nubar Ozanyan, Serkan Tosun, Rıfat Horoz, Bayram Namaz, Ayşe Deniz Karacagil, Halil Aksakal, Sevda Çağdaş, Zilan Destan, Özge Aydın gibi yüzlerce devrimci Rojava’da, Şengal’de Kürt halkının özgürlüğü için mücadele etmiş ve bu uğurda yaşamını feda etmiştir.

Bunun yanında Türkiye’deki legal siyasi alanda Kürt halkı ile birlikte mücadele eden, HDP içinde veya HDP ile değişik platformlarda yer alan, Kürt kurumlarına ve Kürt halkına destekleri nedeniyle Türk devletinin hışmına uğrayan; gözaltı, tutuklama, cezaevleri ve sürgünlerle bedel ödeyen binlerce devrimci, sosyalist ve demokrat, doğru tutumun nasıl olacağını pratikleriyle göstermektedir.

Türkiye Solu, devletin Kürt meselesine yaklaşımında belli tartışmalar yürüttü, eksik ve yetersizlikleri ile birlikte, gücü oranında, Kürt halkının yanında ve Kürt Özgürlük Hareketi ile birlikte mücadele etmeyi de kararlaştırdı. Fakat Kürt sorununu ele alış ve çözüm konusunda halâ önemli yanılgılar yaşıyor ve bunları aşamadı. Kürt sorununu, Türkiye’nin önemli sorunları içindeki onlarca sorundan biri gibi ele aldı ve değerlendirdi.

Kürtlerin varlık ve kimlik sorununu insan hakları, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü; iş, ücret, sömürü ve emek sorunları; cinsiyet özgürlüğü, kadın hak ve özgürlükleri, çevre ve doğanın korunması gibi başlıklardan biri gibi ele aldı. Türkiye’de rejim ve sistem değiştiğinde ve iyi bir yönetim altında, Kürtlerin de kendi aidiyetleri ve kimliklerini geliştirebilecekleri, böylece bu sorunun hal olacağı haleti ruhiyesi halâ hakimdir.

Bu bakış, Kürt ulusunu coğrafik, tarihi, kültürel, siyasal, ekonomik ve sosyolojik bir realite olan Kürdistan gerçekliğinden kopararak ele almaktadır.  Bu devasa sorunu Türkiye Cumhuriyeti sınırları ile ifade eder ki tüm yanılgıların başlangıcı olmaktadır. Rojhilat, Rojava ve Başur’daki Kürtlerin Bakur‘daki Kürtlerle ilişkilerini anlamlandıramayan, bu aidiyeti ve ortaklığı görmezden gelerek öteleyen bir düşüncedir.

Diğer taraftan Kürt sorununun, Türkiye‘deki sorunların kaynağı ve esası olduğu gerçeği yadsınmaktadır. Solun önemli bir kesimi Türkiye‘deki ulus-devletçi gerçeği görmezden gelerek, milliyetçi ve şövenist kabarışı toplumsal bir çürüme ve bozulma olarak değil; PKK’nin yürüttüğü mücadelenin sonucu gibi görmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan çok önceleri Anadolu’da yaşayan Ermeni, Rum, Asuri-Süryani, Çerkez, Laz ve Gürcü halkların nasıl ve niçin yok olduğu, Sol cenahta halâ anlaşılmayan bir gerçektir.

Zihniyet ve düşünce dünyasında böyle olan "Sol„ Kürt Özgürlük hareketi ve HDP ile yan yana durmaktan imtina etmekte; aynı ittifak içinde yer almamakta, birlikte görünmemeye gayret etmektedir. Bu tutumda olan Sol’dan kasıt CHP değildir. CHP’yi Sol görmeyen, geçmişte büyük ve önemli örgütlenmeler yaratan Sol’dan bahsedilmektedir.

Türkiye Sol’una, TKP’den günümüze kadar yapılan, günümüzde de devam eden temel eleştiri Kemalizmin, ulus-devletçi resmi ideolojinin etkisinde olması; Kürt halkı söz konusu olduğunda, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı başta olmak üzere, ayrılma ve boşanma hakkı gibi, sosyalist teorinin kabul görmüş ilkelerini yok sayması, bu ilkeleri "ama„lar ve "fakat„lar ile muğlaklaştırmasıdır.

Türkiye Sol’u zihinsel ve pratik olarak, Kürt halkı veya Kürt siyasi hareketi ile ilişkilerini, tabi kılma veya tabi olma çerçevesinden çıkararak, eşit partnerler düzeyinde ele aldığı oranda bu ilişki olması gereken yere oturacaktır.

  • HDP - HDK çizgisi bir çözüm olabilir mi?

Parlamenter sistem içinde ve legal siyasetin imkanlarının değerlendirilmesi bakımından, HDK ve HDP program, ilke ve kapsayıcılığı ile, Türkiye’nin bugünkü sosyolojik realitesi bakımından en makul ve gerçekçi kurumlardır. Etnisite, sınıf, din ve cinsiyet farklılıklarını bir ayrışma veya tekleştirme nesnesi haline getirmeden, farklılıkları toplumsal zenginlik sayan anlayış, sadece bir seçim programı olarak değil;  esas olarak özgürlük, eşitlik, adaletin ve demokratik sosyalizmin gereğidir. Bir seçim projesi değil, bir yaşam biçimidir.

Irkçılığın, cinsiyet düşmanlığının, inanç karşıtlığının her geçen gün derinleştiği bir ülkede, HDP ve HDK çok önemli ve değerlidir. Fakat bunun kadar değerli ve önemli olan başka bir özellik ise, HDK ve HDP çizgisinin Türkiye’deki faşizme karşı kesintisiz bir mücadele yürütebilme gücü, örgütlenmesinden ödün vermemesidir.

Devlet terörünün sistematik baskı ve tehdidi altında; binlerce üyesi tutuklu, binlercesi ceza tehditi altında sürgünde olmasına rağmen, örgütlülüğünü koruyor ve mücadelesini sürdürüyorsa, böylesi bir örgütlenme sadece kendisi için değil, Türkiye’nin tüm muhalifleri, Sol ve sosyalistler için de büyük bir imkandır.

  • Demokrasi ittifakı mı, seçim ittifakı mı? Doğru olan hangisi?

Türkiye’nin sorunları sadece ve tek başına iktidar elitinin zihniyeti ve kötü yönetiminden kaynaklanmıyor. Türkiye’de yaşayan son iki kuşak, hak ve özgürlüklerin ve devrimlerin değil; milliyetçiliğin, ırkçılığın, dini şövenizmin, kadın düşmanlığının ve faşizmin yükselişine tanıklık etti.

Dolayısıyla toplum da askeri-sivil diktatörlüklerin, faşizmin örgün ve yaygın eğitimi ile zehirlendi. Bu kirlenme ve zehirlenme, iktidarlar veya siyasi partilerin parlamentoda yapacakları düzenlemelerle değil, günlük yaşamın içinde ve adım adım aşılması gereken bir süreç gerektirir.

Toplumun normalleşmesi, yeniden insani bir mecraya girmesi ve doğru bir yaşam sürdürebilmesi temsilciler, aracılar, toplum mühendisleri ve uzman kurumlar eliyle değil, bizzat insanların kendi iradeleri ve katılımları ile gelişebilecek bir süreçtir. Böylesine zor, karmaşık, yorucu ama aynı zamanda heyecan ve keyif verici bir süreci toplumun kendisi geliştirebilir.

Böyle bir süreç ise "devrimin kendiliğindenci dinamikleri"ne umut bağlamakla değil, doğru bir öncülük ve ciddi bir örgütlülük ile mümkün olacaktır. Seçimler ve seçim ittifakı da böylesi bir sürecin gelişmesi bakımından bir imkandır.

Seçimler ve seçim kampanyaları bütün şehir, kasaba ve köyleri kapsadığı gibi sokaklarda, meydanlarda, kahvelerde ve işyerlerinde toplumun tüm kesimlerine ulaşma imkanı yarattığı için önemlidir. 15 Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri ve Mart 2019 yerel seçimleri, eksik ve yetersizliklerine ve bazı ortakların tutarsızlıklarına rağmen başarılı olmuş; AKP/MHP faşizminin elindeki büyük imkanların ellerinden alınmasını sağlamıştır.

Ayrıca daha zor ve daha karmaşık sorunları çözmenin ön çalışması olarak da değişik parti, örgüt, kurum, inisiyatif ve grupların kendi özgünlüklerini koruyarak seçimler için ittifak geliştirmeleri, demokrasi ittifakının alternatifi veya onun yerine geçen bir ilişki değildir. Faşizme ve diktatörlüğe karşı değişik güçlerin ittifakı sadece Türkiye’de değil dünyanın değişik ülkelerinde de başarılar elde etmiş bir tecrübedir.

Kısaca ve özet olarak seçim ittifakı taktiksel, dönemsel ve geçicidir. Demokrasi ittifakı ise birlikte yaşam ittifakıdır. Bu ittifak stratejiktir, uzun vadeli ve kalıcı bir ittifaktır.

 

Öne Çıkanlar