Grev Filmi neyi başarıyor?

Grev Filmi neyi başarıyor?
Bir tanıtım yazısı olmaktan çok sıra dışı bir olaya tanıklık etme onu ele alma ve anlamaya çalışma yazısı olacak gibi görünmekte.

Besim Erarslan


Metin Yeğin’in senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı onun eski dostu Tanju Uysal’ın da yapımcılığını üstlendiği Grev filmi yaklaşık üç haftadır sinemalarda gösterilmekte. Başlangıçta bir tanıtım yazısı olarak tasarlanan bu yazı bir sinema izleyicisi olarak tanık olduğum bu üç haftalık süreçten sonra bir tanıtım yazısı olmaktan çok sıra dışı bir olaya tanıklık etme onu ele alma ve anlamaya çalışma yazısı olacak gibi görünmekte.

Öncelikle filmin sıra dışı hikâyesinden başlamak gerekir. Çünkü film daha proje aşamasında iken filmin tasarlanması ve kotarılış biçimi daha sonra da gelişecek olası sıra dışılıkları adeta haber veriyordu. Öyle bir film yapılacaktı ki Anadolu’daki ilk kadın işçilerin grevini kurgulanmış kişiliklerle anlatacak tarihin tozlu sayfalarında kalmış bir olayın tozlarını bir nefesle püskürtecek ve yepyeni bir dille günümüzün izleyicisinin gündemine taşıyacaktı. Bunu yaparken bugünde durduğu yerden hareket edecek ve anlatım dilini bunun üstüne kuracak ana akım ideolojiler içinde bir türlü hak ettiği yeri bulamayan kadınların, gayri müslimlerin, ezilmişlerin, isyankârların dinsel, etnik farklılıklarını unutarak emek ve mazlum olma ekseninde birleşenlerin öyküsünü anlatacaktı.

Bu öyküyü öyle bir anlatacaktı ki anlattığı şeye kendisi de inanarak inandırıcılık sorunu yaşamayacaktı. Bunun tek yolu vardı filmin anlattığı isyan ve dayanışma öyküsünü kendi öyküsüne çevirerek filmin çekilmesi sürecini bir tür statükoya isyanın ve dayanışmanın öyküsü haline çevirmekti.

Zaten bunun için koşullar mevcuttu. Siyasal iktidar ve "sanat piyasaları" tarafından pek istenmeyen bir film yapılacaktı bu birinci handikaptı. 

İkinci handikap ise sıradan bir film yapmak için bile gerekli bütçeye sahip olamayan "parasız" bir film yapmak zorunda olmalarıydı. Tam da burada yaşamı boyunca kendi değerlerinin ve hayallerinin izini sürmekten hiç vazgeçmeyen Metin Yeğin’in projeci ve pragmatik kimliği ortaya çıkıyor ve o filmi bir imece dayanışmasıyla yapmaya karar veriyorlar.

Bilen bilir Metin Yeğin sol çevrelerde en geniş yelpaze (Kürt hareketi, feminist hareket, anarşist çevreler vb.) içinde yürüttüğü "sıra dışı" projelerle (Urfa Viranşehir’de yoksullarla birlikte yaptığı kerpiç ev projesi, Soma’da madencilerle birlikte kurduğu kooperatif vb. ) dünyanın birçok ülkesinde benzer projelerde yer almış biri olarak özellikle de yoksullar tarafından saygı gören biridir.

Bunun nedeni sadece yazar ya da yönetmen olması değil inandığı değerleri hayata geçirmek için ele avuca sığmaz bir enerjiyle mücadele etmekten kaçınmaması bir fikir insanı olduğu kadar bir bakıma eylem ve proje insanı da olmasıdır. Tam da bu ahvâl ve şerait halinde filmi kotaracak ekibin imece usulleri ekibin de katılımıyla adeta ortak bir deklarasyona ve ortak rızaya dönüştürülüyor. Buna göre ekibin her bir üyesi klasik işçi işveren ilişkisini yeniden üretmemek için eşitlerin oluşturduğu ekibin bir parçası olacak yapılan işlerde alınan rollerde önemli önemsiz ayrımı olmayacak, kolektifin her üyesi aynı zaman da bu dayanışma örgütünün bir parçası ve ortağı olacak bu ortaklık filmin yapımcı şirketi ile filmin oyuncuları arasında sözlü akitle bağlanmış olacak.

Buna göre şimdilik iki filmlik (devam filmi ile birlikte) ortaklar ücret almayacak filmin kazancı yine kolektif arasında paylaştırılacak ya da bir sonraki projede kullanılmak üzere ortak kasaya aktarılacaktı. Filmde yer alan katkı veren (küresel veya yerel bilinirliğe sahip) oyuncular dâhil herkesin adı jenerikte mutlaka gözükecekti.

Söz oyunculara gelmişken dünya çapında tanınırlığa sahip son dönemlerin popüler dizisi La casa de papel’in başrol oyuncusu Itziar Ituno Martinez, deneyimli oyuncu Pelin Batu, yine son dönemde yerli dizilerde başarılı performansı ile adını duyuran Deniz Tansel Öngel’in, devlet tiyatrolarının deneyimli oyuncusu Murat Çidamlı’nın ve yine yeni kuşakların yerli dizilerdeki başarılı karakter rollerinden tanıdığı, bizim kuşağın ise şair olarak bildiği Orhan Alkaya’nın bu "parasız" projede gönüllü ortaklar olarak bir arada bulunuyor olmalarının önemine dikkat çekelim.

Hazır ekibi ele almışken filmin hem yapımcılığını, hem müziklerini, hem ses ve teknik bazı işlerini üstlenen, hem figüranlık yaparken hem de sette ekibin bizzat şoförlüğünü üstlenen patronsuz bir projenin örneklenmesine "sıra dışı" katkıda bulunan Tanju Uysal’dan da söz etmek gerekir ki böylece filmin hangi ahvâl ve şerait içinde kotarıldığı oyuncuların ve ekibin projeye ne kadar inandığı daha iyi anlaşılabilsin. 

Maceralı bir süreçle birlikte çekimler bitirildi ve teknik aşamalara gelindi ki pandemi patladı. Bu durum filmi doğrudan etkiledi ve hem filmin teknik tamamlanma süreci gecikti hem de kendisinin vizyona girişi ertelendikçe ertelendi. Ardından uzun bir bekleyişten sonra 29 Ekim 2021’de İstanbul’da yapılan Gala ile film vizyona girdi.      

Ancak filmin vizyona girmesi her şeyin bittiği bir mutlu son değildi. Tersine sadece birinci perde bitiyor ikinci perde başlıyordu. Zira sinema salonları ve dağıtımcı şirket filmin istenilen ilgiyi görmemesi ihtimalini göz önünde bulundurarak risk almak istemiyordu.  Filmin içerdiği "istenmeyen" politik mesajların taşra illerindeki muhafazakâr sinema salonu sahipleri taraflarından onaylanmıyor olmasından söz etmiyoruz bile.  Bu noktada filmin salonlarda seyircisi ile buluşmasının önünde kısmen öngörülse bile baştan hesaba katılmayan boyutta bir bariyer oluştu.

Dağıtımcı firma ve sinema salonu sahipleri filmin salonlarda gösterime girmesi için hiçbir filmden istemedikleri bir şey istiyorlardı o da seyirci garantisi idi. Grev daha gösterime giremeden çok büyük bir sınavla karşı karşıya kalmıştı. Ancak ikinci perde yeni başlıyordu kavgayı burada terk etmek olmazdı. Başta Metin Yeğin olmak üzere ekip bu bariyeri aşmaya kararlıydı ve sinemacıların direnişi karşı direnişle bir fırsata çevirilebilinirdi.

Bu noktada tam da öyle oldu ve muhtemelen bu topraklarda ilk kez imece usulü bir ekiple kotarılan film adım adım kendi seyircisini de örgütlemeyi hedefleyerek klişe tabirle bir ilke imza attı. Çeşitli İllerden insanlar bir araya gelerek Grev filmini nerede ve ne zaman izlemek istediklerini deklare ediyorlar ve sinema salonları buna göre seans açmak zorunda kalıyorlardı.

Artık dört bir taraftan seans talepleri geliyordu. STK’lar, demokratik kuruluşlar, yerel inisiyatifler, kadın örgütleri, yurtiçinden / yurtdışından bir araya gelen bireyler organize olup istedikleri zaman ve yerde seanslar açtırıyorlardı. Devlet kurumlarından değil destek almak son ana kadar köstek gören Grev bu duruma bilet parası olmayanlar için açtığı askıda bilet kampanyası ile cevap veriyordu. Maddi durumu uygun olanlar uygun olmayanlar için askıda bilet alarak askıda bilet havuzuna atabiliyorlar ve Grev filmini izlemek isteyip de buna ayıracak parası olmayanlar bu kampanyadan yararlanabiliyorlardı.

Buraya kadar anlattıklarımdan olayı fazlaca romantize ettiğimi düşünenler olabilir ve ortada bir heyecan olduğu doğrudur ancak anlatılan bizim hikâyemizdir ve biz bu filmi gezide de görmüştük diyorum.

Bu yüzden bu filmin sinemasal eleştirisi bu noktadan sonra çok anlamlı olmuyor. Ben bu coğrafyadaki ilk kadın grevinin dramatik bir temelde yeniden canlandırılmasını, ikinci enternasyonalin yardımlarından çok kadın işçilerin kendi özgüçlerine güvenmelerine, bir araya gelirken kimin hangi milliyetten olduğuna aldırmadan dayanışma içinde olmalarına, arabacı Paramaz’ın üzerinden 1915 Haziran’ın da Sultanahmet’te 20 yoldaşı ile birlikte astırılan sosyalist gazeteci Paramaz’a olan saygı duruşuna bakıyorum, yani bardağın dolu tarafına yani "Grev’in" durduğu yere bakıyorum.

Selam olsun!

Öne Çıkanlar