Harput edebiyatının öteki tarihi

Harput edebiyatının öteki tarihi
1894 - 1896 arasında sınırlı bir katliam uygulanmışsa da kıyım / katliam; 1915’te soykırıma dönüşmüştür.

Nusret GÜRGÖZ 


Prof. Dr. İşaya Üşür’e, 
Ölen, giden, mezarı dahi olmayan hemşerilerime…

acının vergisini verdik, gülün haracını ödedik
hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra
sen ki evyan ağıtlarda
sürekli ve ahşap bir gülümseme gibi durdun
gözlerin bozkırdan devşirme
yolların bozgundan derlenmiş
karanlık yolcusu turnaların ve kurdun
ey hüzünlere reâyâ olan derviş

I

Harput; kadim kent, memleketim!

Önce kısa bir tarihçe: MÖ 20.yüzyıldan bu yana insan yerleşimin olduğu kadim bir kenttir Harput. Bilinen ilk uygarlık M.Ö 2000 yıllarında hüküm sürmüş olan Hurrilerdir. MÖ 9. yüzyıldan sonra Urartular ve Asurlular arasında birkaç kez el değiştirmiş, sonunda Urartuların eline geçmiştir. 

Harput, MÖ 7. Yüzyılda Medler ve İskitlerin eline geçmiş, MÖ 3. Yüzyılda Roma hâkimiyetine girmiş, Roma’nın parçalanmasından sonra Bizans’ın eline geçmiş, 518 yılına kadar, Bizans ile Sasaniler arasında sürekli el değiştirmiştir. Harput,  640’ta Müslüman Arapların eline geçmiş ve Araplar, 11. Yüzyıla kadar burada hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir. 

Harput bu tarihten sonra, Selçuklular, Artuklular, Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Safevilerin egemenliği altında kalmış, 1516’da Osmanlı toprağına katılmıştır.  

Anadolu ( da ) kadim bir coğrafyadır. Türkler Anadolu’ya gelmeden pek çok uygarlık bu toprakları mesken tutmuş(tur): ‘’ Tarihten bu yana Mezopotamya ve Anadolu bir halklar, inançlar ve kültürler mozaiğidir. Yine tarihten bu yana heterodoks din ve kültürlerle azınlık halklara karşı bir arındırma ve asimilasyon politikası izlenmiş ve bu süreç özellikle 19. Yüzyılın sonlarıyla 20. Yüzyılın başlarında milliyet eksenli bir tasfiyeye dönüşmüş; tüm bunlara karşın bir renklilik ve çeşitlilik günümüzde bile kendisini hissettirmektedir.  // Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkezler, Gürcüler ve Lazlar gibi Müslüman haklar; sayıları giderek azalmış olsa da Ermeniler, Rumlar, Asuri – Keldaniler gibi Hıristiyan halklar ve Musevi Yahudiler, hâlâ bu coğrafyada yaşamaktadırlar.’’  (1)

Harput da deyim yerindeyse halklar ve inançlar mozaiğidir. Türkler, Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Süryaniler… gibi halklar ile; Müslümanlık, Hıristiyanlık, Alevilik… gibi farklı inançların  / kültürlerin var olduğu güzel bir coğrafyadır. 

Moskova Devlet Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamlayan ve Harput Ermenileri üzerine çalışan Dr. İsmet Konak Harput’a dair şunları söylüyor: ‘’ Harput, bilindiği üzere Ermenice "taştan kale" anlamına gelmektedir. Kent tarihî dokusu, kültürel motifleri ve mimarî yapısı bakımından Ermeni halkına ait derin izler taşımaktadır. Harput’un kaderi özellikle II. Abdülhamid’le birlikte olumsuz yönde değişmeye başlamıştır. Harput vilayeti bağlamında uygulanan imha politikasının ilk merhalesi 1894-96 yılları arasına aittir. Bu dönemi yakından temaşa eden Edwin Munsell Bliss, 1896 tarihinde yazdığı Turkey and The Armenian Atrocities ( Türkiye ve Ermeni Kıyımları) adlı eserinde, bahsi geçen dönemde Harput vilayetinde 30 bin kişinin yaşadığını ve bunun üçte birinin Ermeni olduğunu aktarmaktadır. Yine Bliss’in verdiği malumata bakıldığında 1894-96 yılları arasında yaşanan katliamda Harput vilayetine bağlı Arapkir’de 2 bin Ermeni öldürülmüş ve 325 işyeri yakılmıştı. Palu’da 1580 Ermeni öldürülürken, Hussenig’te 260 kişi katledilmiş ve 9 kişi acımasızca yakılmıştı. Mezkûr kıyım ve talanda hasar gören en mühim yapılardan biri de Harput merkezde bulunan Fırat Koleji’ydi. Tıpkı Robert Koleji gibi dönemin en mümtaz eğitim kurumlarından biri olan Fırat Koleji (1852-1915) özellikle 1915 tenkil harekâtında büyük bir yıkıma uğramış ve çok sayıda hocası kıyıma kurban gitmişti. Söz konusu kolejde öğretmen olarak görev yapan Ruth A. Parmelee’nin 1915’e dair kaleme aldığı raporlar dikkate şayandır. Bu raporlardan birine göre Fırat Koleji’nde 35 yıldır Osmanlı edebiyatı ve tarih üzerine eğitim veren Profesör Nigohos Tenekejian, ağır işkenceler sonrası katledilmiştir. ‘’ (2) 

Konak’ın da belirttiği gibi Ermeni soykırımının ilk basamağı 1894’tür. Ermeniler, bu tarihe kadar, toplumsal / sosyal yaşamda, ikincil konumda da olsalar, huzurlu bir hayat sürmektedirler. 1894 - 1896 arasında sınırlı bir katliam uygulanmışsa da kıyım / katliam; 1915’te soykırıma dönüşmüştür. ‘’ Buranın bir başka bölgesel özelliği de Mamuret-ül Aziz Vilayeti’nin tehcirler sırasında oynadığı önemli roldür: 1915’te Trabzon, Erzurum, Sivas bölgelerinden ve Ankara bölgesinin kısmından yola çıkan hemen hemen bütün tehcir kafileleri bu ‘mezbaha - vilayetten’ geçerler ve üyelerinin bir kısmını burada kaybederler.’’ (3)

Harput’ta toplanan Ermeniler ve diğer azınlıklar bugünkü Elazığ, Sivrice, Diyarbakır, Urfa üzerinden Suriye çöllerine yollanır. Erkekler katledilir, genç kızlara ve çocuklara el konur, çoğu yolda ölür / öldürülür, çok azı Deyrezor’a ulaşır.  Kimi kaynaklar yalnızca 150 kişinin ulaştığından söz eder.  Bugün Elazığ’ın Sivrice ilçesi sınırları içerisinde olan Gölcük ( Hazar Gölü) kan gölüne döner,  kıyısında binlerce insan öldürülür,  cesetleri ortada kalır.  ‘Mezbaha – kent’ kavramı buradaki katliam nedeniyle bu bölgeye ilişkin raporlar düzenleyen, 1914 - 1917 arasında ABD’nin Harput Konsolosu olarak görev yapan ve korkunç şeylere tanık olan Leslie Davis tarafından üretilir. 

Ermeni soykırımına ilişkin epey bir ‘külliyat’ olmasına karşın, bu bölgede yaşayan ve de sürülen / kıyıma uğrayan Süryanilere ve diğer halklara ilişkin pek çalışma yoktur. Elazığ’da yaşayan Meryem Ana Kilisesi Vakfı Başkanı Dr. Ishak Tanoğlu, Fırat Üniversitesi’nce,  23-25 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenen ‘Geçmişten Geleceğe Harput Sempozyum’unda şunları söyler: ’’ Süryanilerin ataları Asuriler ve ağırlıklı olarak Aramilerdir. Asurileri MÖ 2000 yılından itibaren Anadolu’da görmekteyiz. // Aramiler ise MÖ 1000 yıllarında güneyden Suriye ve Irak bölgesinden kuzeye çıkmışlar ve bölgede Geç Hitit Devletleri olarak görünmeye başlamışlardır. // Dolayısıyla Süryanilerin ataları olan Aramiler bizim yakın çevremiz olan Diyarbakır, Malatya ve Harput’ta MÖ 1000 yılından itibaren görünmeye başladılar. MÖ 135 ve MS 244 yıllarında Urfa, Diyarbakır ve Harput’u içine alan bir Abgar Krallığı kuruldu. // Hıristiyanlık inancına göre Hıristiyanlığı kabul eden ilk krallık Abgar Krallığı olarak görünüyor.’’ (4) 

Yazının devamında da uzun uzun Süryani tarihini anlatmasına karşın, birden 1913’ten 1936’ya atlar, kilisesinin Meryem Ana Vakfı’na dönüşmesine değinir. Bu ara döneme hiç değinmez. 

Yalnız Harput değil, hemen altında yeni kurulan,  bugünkü adıyla Elazığ’daki Müslüman olmayanlar ile Malatya, Diyarbakır, Dersim gibi pek çok kentten Müslüman olmayanlar katledilir; kalanlar tehcir edilir.’’ Hoşgörüsüzlüğün ve kıyımların arttığı dönemlerdeyse kimi Ermeni köyleri din değiştirmeye zorlandı; ancak bunlar genellikle Zaza ve Kızılbaş gibi, ana akım olmayan İslami kimlikleri benimsediler.’’  (5)  

İttihat Terakki Cemiyeti’nin kurulması bu ülkede günümüze kadar gelen pek çok felaketin habercisidir. Ermeni Soykırımı, Dersim ‘tertele’si, Maraş katliamı, Sivas katliamı, İttihat Terakki’nin ideolojik zemini üzerine inşa edilmiş resmi / sivil örgütlenmeler tarafından gerçekleştirilmiştir. Günümüzde can yakmaya devam eden Kürt sorunu… ise bu cemiyetin ardılları tarafından çözümsüzlük batağına sürüklenmiştir. Ne yazık ki ülkenin ve bölgenin en önemli sorunu olarak can yakmaya devam etmektedir.

Harput üzerine yazılmış pek çok kitabı ( bir kısmını bu yazı nedeniyle yeniden ) okumama / elden geçirmeme karşın,  Harput üzerine yazılan kitapların hemen hepsi İttihat Terakki’nin ideolojik tarlasında boy vermiş Türkçülük / İslamcılık / Türk – İslam Sentezi / İslam – Türk Sentezi / Laik Türkçülük - Milliyetçilik… gibi ideolojilerin izlerini taşıyor. Örneğin Harput Yollarında adlı dört ciltlik esere imza atmış İshak Sunguroğlu, Ermeni Soykırımına hiç değinmez. Ermeni entelektüellerini yetiştiren, pek çok Ermeni şairin ve aydının öğretmen olarak görev yaptığı Fırat Koleji’ndeki kıyımı görmezden gelir. Ona göre: ’’Bu müesseseler ( kolejler) I. Cihan Harbi’nde Amerikalılar ile harp haline geçtiğimiz için 1916’da kapatılmış ve sonra da âlakalılar tarafından satılarak yıktırılmış ve bu suretle tarihe mal edilmiştir.’’( 6)

Burada editörlüğünü Richard G. Hovannısıan’ın yaptığı, 2017’de  Aras Yayıncılık tarafından Zülal Kılıç çevirisiyle,  ‘Tarihi Kentler ve Ermeniler’ üst başlığıyla yayımlanan ‘Harput’ kitabına değinmekte yarar var. Kitap, tarihi Ermeni kentlerini konu alan bir dizi uluslararası konferansta Harput’u çeşitli yönleriyle ele alan,  on dört bildiriden oluşmaktadır.  Kitap Harput’a dair çok önemli bilgiler içermektedir.  

Ragıp Zarakolu -  belleğim beni yanıltmıyorsa Evrensel Gazetesi’nde -  yakın zaman önce yazdığı bir yazıda ‘Barış Akademisyenleri’ni üniversiteden KHK ile ihraç edilmesine değinirken, bu topraklarda,  akademideki ilk kıyımın Harput’ta Ermeni akademisyenlere uygulandığını söyler. Şimdi buradan biraz geriye dönebiliriz. Tanzimat’la birlikte görece oluşan özgürlük ortamıyla birlikte Harput’ta da Hıristiyanlar inançlarını daha özgürce yaşamaya başlamıştır. Bunun yanında Harput’ta Hıristiyanların eğitim gördüğü pek çok kolej açılmıştır. Bunlardan en önemlisi Fırat Koleji’dir. Önce Ermenistan Koleji adıyla kurulan okul, Osmanlı idarecilerinin karşı çıkması nedeniyle adı 1888’de değiştirilmiştir. ‘’ Fırat Koleji 1880’de ilk erkek mezunlarını verdi, bundan üç yıl sonra da ilk kadın mezunlarını verdi. 20 yıl içinde, kolej mütevellileri 148 erkeğin diploma aldığını gururla bildiriyorlardı. Bunlardan125’i öğretmen olmuştu… // Bu mezunlardan 27’si papaz, 252’si işadamı, 13’ü doktor, dördü çiftçi, ikisi mesahacı ve biri avukat olmuştu. // Kolejde her zaman üç ya da dört Amerikalı olsa da, öğretmenlerinin çoğunu, orada başarılı bir meslek yaşamı sürdüren Ermeniler oluşturuyordu. Onlardan biri, Maraş Papaz Okulu’ndan mezun olan ve ABD’ye göç ettiği 1895 yılına kadar Kolej’de yabancı dil ve matematik öğretmenliği yapan Profesör Harutyan K. Avagyan’dı. Avagyan, Boston’da 1907’den sonra Ermenice Goçnag ( Çağrı) gazetesinin editörlüğünü yaptı. Profesör Garabet Beşgötüryan hem Harput’ta, hem de İzmir’deki International Kolej’de Ermenice dili ve edebiyatı öğretmenliği yaptı. Beşgötüryan Detroit’e göç etmeyi başardı ve burada 1941’deki ölümüne kadar yazar olarak faaliyet gösterdi. Fırat Koleji’ni bitiren Profesör Harutyan Enfiyeciyan, Yale Üniversitesi’nde eğitim gördükten sonra, mezun olduğu okulda öğretmenlik yapmak üzere Harput’a geri döndü. Harput’taki ilk yerli Protestan öğretmen olan Profesör M. A. Melkon orada Amerikan Protestan Misyonu ile 18 yıl çalıştı… Melkon; Goethe, Schiller ve Shakespere’den Ermeniceye çeviriler yaptı. // Fırat Koleji’nin, birçoğu oraya öğretmen olarak geri dönen mezunları arasında en tanınmışları Nigoğos Tenekeciyan, Haçadur Nahikyan, Garabed Soğikyan, Hovhannes Bucikyan, Donabed Lüleciyan ( bir diğer Yale Üniversitesi mezunu, biyolog ve yazar) ile Mıgırdıç Vorperyan’dı.  Ne yazık ki bu kişilerin tümü 1915 Soykırımı’nda öldü.  //  Fırat Koleji’nde çağdaş Ermeniceye ağırlık verilmesi gerektiği uzun bir süredir vurgulanan bir konuydu, bu nedenle okul bu dildeki edebiyat hareketlerine de katkıda bulunmuştu. Eski öğrencileri arasında Hraç Yervant, Rupen Zartaryan ve Vahe Hayg gibi yazarlar vardı. The Nev Armenia’nın editörü Arşag Mahdesyan, Fırat mezunlarındandı. ABD’de Ermeni Eğitim Vakfı’nı kuran işadamı ve hayırsever Garebed Puşman, daha sonra İsviçre’de hukuk okuyan ve İstanbul’daki ABD Büyükelçiliği’nde 25 yıl görev yapan Arşag M. Şimavonyan ve ünlü bir ahlâk kuramcısı, vaiz ve yazar olan Rahip A.A. Bedikyan (Kisag) hazırlık yıllarını bu kolejde geçirmişlerdi.’’( 7 ) 

Harput; kuzeyde Dersim, batıda Malatya, güneyde Diyarbakır’ı… etkilemiştir. Zaten zaman zaman idari yapılanmada da bu yerleşim yerleri Harput’a bağlanmıştır. Nami Temeltaş, Gölcük’ü anlatırken şunları söyler: ‘’1850 – 1900 yılları arasında su seviyesi yükselen göl çevresinde bulunan birçok yerleşim bölgesinin sular altında kalmasına sebep olmuş, günümüzde su seviyesi biraz düştüğünden suların altında kalan ve içerisinde Surp Nişan Manastırı’nın da bulunduğu Dzovk köyünün kalıntıları ortaya çıkmıştır. //  Bu mekân aynı zamanda 12. Yüzyıl başlarında bu gölün yarımadasındaki Surp Nişan Manastırı’nda Ermeni şiirinin erken dönem muhteşem ürünlerini veren Nerses Şınarholi’nin yaşadığı yerdir.’’  (8)  

Ne yazık ki üstte andığımız yazarların, şairlerin, bilim insanlarının… hiçbir yapıtı Türkçeye çevrilmemiştir. 

Yukarıda andığımız ‘Harput’ kitabının 10. Bildirisi Krikor Beledian’ın ‘İmgeden Kayba: Harput Yazarları ve Taşra Edebiyatı’dır. Beledian,  bildiride önce Ermeni Taşra Edebiyatı’nın kaynaklarına ve edebiyatın üretildiği zaman diliminin siyasal koşullarına değinir: ‘’ Ermeni etnik ya da başka bir deyişle taşra edebiyatı konusu, İstanbul’da 1890’ların başlarında ortaya çıktı. Bu edebiyat türünün ilk teorisyenlerinden biri Ardaşes Harutyunyan’dı. (1873 - 1915), ama Harput ve köylerindeki günlük yaşamı seyahat notları, kısa öyküler, tarihler ve oyunlarla ilk anlatan kişi Tılgadıntsi ya da Tikantsi, asıl adıyla Hovhannes Harutyan’dı ( 1860 1915 ). Tılgadıntsi ayrıca, öğrencileri arasından aynı amacı izleyen bir grup yazarı hazırlamayı da başardı. Rupen zartaryan ( 1874 – 1915), Hamasdeğ (1895 – 1967 ), Penyamin Nurigyan ( 1894 – 1988), Vahe Hayg (1898- 1983) ve Vahan Totovents ( 1894 -1938).  Böyle bir olay, bütün bir edebi kavramın yarım yüzyılı aşan bir süre en az iki kuşak tarafından uygulanması, az görülen bir şeydir. // Taşra edebiyatı meselesinin ortaya çıktığı siyasi bağlam, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni kent ve köylerinin genel bir nihai yıkım planına maruz kaldıkları, Sultan II. Abdülhamit’in ( 1876-1908 / 1909) baskıcı rejimiyle örtüşüyordu. Bu ürkütücü perspektifin Ermenilerde doğup büyüdükleri eyaletlerin önemi konusunda farkındalığı artırdığı kuşkusuzdur. ‘’  ( 9) 

Ermeni Taşra Edebiyatı’nın merkezi de İstanbul’dur. Bu dönemde İstanbul’da ürün veren önemli adlar,  Mıgırdıç Khrimyan ve Karekin Sırvantzdyantts’tir. 1888 -1885’te Aravelk ve Masis gazeteleri Ermeni yazarların ürünlerinin yayımlandığı önemli iki gazetedir. Ne var ki ürünlerinin konusu İstanbul Ermenileridir. Diğer kentlerde yaşayan Ermenilerle pek ilgilenmemektedirler. Ancak bir süre sonra gazete ‘taşra’ya kapılarını açar: ’’ Arevelk ve Masis taşra muhabirlerine açtılar; bunlar arasında hem asıl adı Hovhannes Harutyunyan’ı, hem de takma adı ‘Parnak’ı kullanarak yazan, geleceğin tanınmış yazarlarından Tılgadıntsi de vardı. Tılgadıntsi, 1893’e kadar gazeteye ‘şehitlik arenası’nın tasvirlerini de içeren yazılar gönderdi. Reform planlarına rağmen, ülke zulümden inliyordu: ’Kiminin mal ve mülkünü yağmalıyor, kiminin hayatını parçalıyorlar. Bu felaket sahneleri karşısında yüreğim sıkışıyor…//  Hovhannes Harutyunyan  /  Parnak haber yazılarına bu eleştirel vurguyla devam edemedi, çünkü basın sıkı bir sansür altındaydı. Bu nedenle, 1908’de Kanuni Esasi tekrar yürürlüğe girene kadar, Tılgadıntsi’nin eleştirileri ya örtülü verilmiş, ya hasıraltı edilmiş ya da tümden ortadan kaldırılmıştı. Örneğin, ‘Kharpert yev bantkhdutyunı’da ( Harput ve Göç) Parnak, göçü ‘ülkenin, insanın asgari günlük ihtiyacını karşılayacak istikrarlı bir gelir bile vadetmeyen, genel durumuna bağlıyordu. //  Hovhannes Harutyunyan’ın seyahatleri ya da ziyaretleri hakkında yazdığı az sayıdaki makale, Parnak adıyla gönderdiği betimleyici, insanın içine işleyen, gazete makalesi olarak adlandırılabilecek yazılarından çok farklıdır. ‘Datma vankı’ ( Tadım Manastırı), Aytselutyun Abdl Mseh vanuts i Mastar ( Mastar’daki Abdul Mseh Manastırı’nı Ziyaret, ‘ Campu dbavorutyunner’ ( Yol İzlenimleri) ve Palu başkentteki okuyuculara çok önemli bilgiler iletir…’ (10) 

Bu yazılar edebi eser değeri taşır ve Tılgadıntsi’nin 1927’de Boston’da basılan ‘Skhal, skhal’ ve ‘Arevs dar, mahs ğırge’ adı toplu eserleriyle benzer karakter taşır.

Tılgadıntsi’nın ilk öğrencilerinden biri Rupen Zartaryan’dır. Önceleri gazete yazıları ve seyahat notları yazan Zartaryan ‘Kharperti küğastin’ ( Harput Köylüsü) başlıklı uzun bir araştırma yazısı yazar. ‘’ Zartaryan, İstanbul, Adana ve Amerika’ya kaçış ve göç konusunda da yazmış ve bu hareketin nedenini araştırmıştı: ‘Eğer köylümüz başını kaldırıp tarlasının ufuğundan öteye bakıyor, çarığını ayağına geçirip göçe hazırlanıyorsa, bilin ki artık yaşaması olanaksızdır; ektiği toprak artık ona ekmek vermez olmuştur; tefeci, toprak sahibi, bir avuç buğday umudunu da öldürmüştür.  // Zartaryan ayrıca dikkatini ahlaki meselelere çevirerek, ‘Angumı keğerun meç’ (Köylerdeki Yozlaşma), ‘Kharperttsi gnigı’ (Harputlu Kadın) ve ‘Paroyaganı kaverneru meç’ ( Taşrada Ahlak) başlıklı birkaç önemli makale yazdı…’’ (11)  

Tılgadıntsi ve Zartaryan, gazeteden edebiyata geçerler. Tılgadıntsi, bu yıllarda Harput’un Surp Hagop Mahallesi’nde kendi okulunu açar. ‘’ Okulu Amerikan Fırat Koleji’yle rekabet eder hale geldi ve Tılgadıntsi adı Penyamin Nurigyan, Vahe Hayg, Hamasdeğ ve Vahan Totovents gibi öğrencileri okula çekti.’’ (12) 

Zartaryan, Harput ve çevresini çağdaş bir yorumla yapıtlarında irdeler. ‘’ Zartaryan mensur şiirler, masallar ve kısa romanlar yazmıştı:Sev havı yerkets’ (Kara Tavuk Şarkı Söyledi), ‘Dan seri’ (Ev Sevgisi), ‘Mayrn zmanug mortsav’ ( Anne Çocuğunu unuttu), ‘Yegeğetsiin arüdzı’ (Kilisenin Aslanı) // Zartaryan daha korkusuzdu. Hay Heğapokhagan Taşnakstyun’un (Ermeni Devrimci Federasyonu) bir üyesi olarak, 1905’te ortamın daha özgür olduğu Varna’ya yerleşti ve orada 1890’ların korkunç katliamlarından esinlenen yazılar yazdı: ‘Mayrn zmannug mortsav ( Anne Çocuğunu Unuttu) ve ‘Kheğtetzek zayn’ ( Boğun Onu).  Bir Ermeni papazının kendini savunma çabalarını – ‘Yegeğetsiin arüdzı’ (Kilisenin Aslanı) – ve bir Ermeni gencin direnişini – ‘Hayreniks guzem’( Kilisenin Aslanı) – bile betimledi. ‘’(13) 

1893’te Hayrenik’te yayımlanan ‘Emily’ öyküsü, Tılgadıntsi’nin ilk edebi ürünüdür. ‘’ Tılgadıntsi, ayrıntılı anlatım anlamında çok az roman yazmıştır: Knamard te tslamard ( Kedi Dövüşü mü, Boğa Dövüşü mü?’, Kavad mı miayn ( Yalnızca bir Fincan), Yes gaderesti im bardks ( Ben Borcumu Ödedim). // …Ancak  Zartaryan’dan  farklı olarak, Tılgadıntsi oyunlar yazmıştır. Bunlar da farklı türden tasvirler olarak tasarlanmıştır. Önceleri ( Zartaryan’ın ifadesine göre) hayatında hiç tiyatroya gitmemesine rağmen, okul programları için küçük oyunlar yazmıştı. Bu oyunlardan bazıları kaybolmuştur; kalanlar arasında çeşitli uzunluklarda yapıtlar vardır:  Tek sahnelik oyunlar ‘Gulign u varjebedı’ (Gulig ve Öğretmen), ‘İnçbes gı nbasden’ ( Nasıl Destekliyorlar), ‘Cambort u campetsnoğneri ( Yolcu ve Onu Uğurlayanlar); tek perdelik oyunlar ‘Gdağdı’ (İrade), ‘Tebi ardasahman’ (Yurtdışına Doğru), ‘Anti – Temen’ (Öte Taraftan); birkaç perdelik oyunlar ‘Zalım dığan’ ( Zalim Çocuk), ‘Tartsoğneri’ ( Geri Dönenler ) ‘’  (14)  

Hem Tılgadıntsi’nin hem Zartaryan’ın yapıtlarında sürekli ‘Felaket’ten söz edilir. ‘’ Yaklaşan Felaket’in dehşetiyle kıyaslanamayacak öncü bir dehşet duygusudur bu, ama felaketi hisseder, bu hissi, bu hissi kehanete dönüştürür, ona işaret eder ve onun ufkuna ilerler.’’ (15)

Sonra ne mi olur? Yanıtı yine ‘Harput’ versin: ‘’Tılgadıntsi ve Zartaryan, Ermeni Soykırımı sırasında öldürülürler. Harput’un taşra edebiyatı bir süre diasporada devam etti. Hamasdeğ, Penyamin Nurigyan ve Vahe Hayg’ın yanı sıra Vahan Totovents de  Tılgadıntsi’nin okuluna devam etmişti. Dördü de, şu ya da bu noktada, Amerika’da yaşadı. Totovents birkaç kez gidip geldikten sonra, Erivan’a yerleşti. Diğer üçü, edebiyat tutkularını diasporada, Pünik (Anka Kuşu), Hayrenik ( Anavatan), Baykar ( Mücadele) ve Nor Kir’in ( Yeni Yazın) sayfalarında, daha sonra yazdıkları kitaplarda tatmin edeceklerdi. ‘’ (16 ) 

Ermeni yazarların macerası 1915’le birlikte Harput’ta son bulur. Ermeni Edebiyatına ilişkin bölümü noktalarken, Vahe Hayg’ın ‘Kharpert and Its Golden Plain’ ( Harput ve Altın Ova’sı)  adlı yapıtının Türkçeye çevrildiğini saptadım; ancak ne zaman ve hangi yayınevi tarafından yayımlandığını saptayamadım. Bunun yanında Hamasdeğ’in ‘‘Güvercinim Harput’ta Kaldı’’ öykü kitabının Aras Yayınlarınca 1997’de Türkçeye çevrilip yayımlandığını belirtelim.

II

acının vergisini verdin, gülün haracını ödedin
hüznü demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra 
tarlalarla sürer gider al kısrak
gökçe çiçek tozar durur sılalarla
oysa ölüm, bir uçtan bir uca
bir uzun kervansaraydır ki
savrulur günü saati gelince
yıkılır yırtıla yırtıla 

Yaralı bir tarihtir, yazıl(a)mayan ( bu tarih ve ) edebiyat tarihi. Yalnız Ermenileri değil; kendinden olmayan herkesi – (sevmedikleri) Kemalistleri bile - yok saymıştır İttihat Terakki Cemiyeti’nin her renkten sürdürümcüleri. ( Yalnızca İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında’nın ikinci cildinde Sün Köyü’nden Alevi Dedesi İzzet Dede’den söz eder. İzzet Dede’den kısa kısa örnekler verir. )

Yok sayılan ikinci grup kuşkusuz Alevilerdir.  Harput çeperinde hem Kürt hem de Türk olmak üzere,  geniş bir Alevi topluluğu yaşamaktadır. Alevi Türkler de Alevi Kürtler de Cem Törenleri’nde Türkçe deyişler söylerler. Dersim çevresinde çok az Kürtçe ya da Zazaca ( Kırmançki) deyiş söylendiği bilinmektedir. Ancak her iki dili de bilmediğimden bu konuda (fazla) söz söyleme hakkını bulmuyorum kendimde. 

Harput’un edebiyat tarihi yazımında yok sayılan / atlanan ilk ad;  Baskil’in Şexhasan Köyü’de, yüzyıllarca Aleviliği ve Ozan geleneğini sürdüren bir ozan ailesinden dünyaya gelen, doğum tarihi bilinmeyen; ancak ölüm tarihinin 1719 olduğu bilinen, ünlü ‘’ Gel ha gönül havalanma  / engin ol, gönül engin ol / Dünya malına güvenme / Engin ol gönül engin ol’  dizelerinin sahibi Teslim Abdal’dır.  

Madem yok sayılıyor, biz de hakkını teslim ederek aşağıdaki dizelerle Teslim Abdal’ı selamlayalım. 

‘’ Dört duvar içinde olsa mekânım
Taşrasından esen yel bana neyler
Yanımdaki sudan korku çekerim
Uzakta çağlayan sel bene neyler

Mekânım balçıktır, üstadım Ali
Muhammed nesline demişim beli
Çekerim gayreti sererim yolu
Ben Hak’tan korkarım, ele bana ne der

Teslim Abdal eder, gözler kanlı yaş
Aradım bulamadım bir sevdasız baş
Herkesin ameli kendine yoldaş
Haramzade olan kul bana neyler ‘’(17) 

Mehmet Bayrak, 2005’te Özge Yayınları tarafından yayımlanan ‘ Alevi – Bektaşi Edebiyatında Ermeni Âşıkları (Aşuğlar)’  yapıtında Ermeni olup Alevi – Bektaşi Edebiyatı geleneğinde ürün veren yüzden fazla ‘aşuğ’un ürünlerine yer verir. 

Bu ‘aşuğ’lardan ikisi de Harputludur. Söz edeceğimiz ilk ozan 1775 Harput doğumlu, asıl adı Hagop olan Âşık Aşkî(ya)’dir. Aşkiya ömrü boyunca Türkçe ürünler vermiştir. Mehmet Bayrak’ın S. Nüzhet Ergun’ndan aldığı şu koşmayı ben de aşağıya alıyorum.

‘’ Niçin cevreylersin ey kaşı keman
Var ise isyânım bildir efendim
Senin divanına durduğum zaman
Azâd eylemezsen öldür efendim

Gel otur sevdiğim yanıma yakın
Siyah zülüflerin gerdana takın
Benim sohbetime gücenme sakın
Güzelleri sevmek yoldur efendim

Hasretten silinmez kalbimiz pastan
Dilin bülbül olmuş hüsnün gülistan
Niçün cevreylersin didesi mestan
Bu Aşkî kapında kuldur efendim’’ ( 18 ) 

Mehmet Bayrak’ın söz ettiği ikinci ‘aşuğ’, Âşık Sûzî’dir.  Âşık Sûzî,  1846 Harput doğumludur. Sonra Sungurlu’ya yerleşir. Burada iyi eğitim alır. Sungurlulu Ermeni ünlü Alevi şairi Sarkis Zeki Nurliyan’dan şiiri öğrenir.  Şiirinde divan şiirinin etkileri vardır. Âşık Sûzî 1912’de ölür.

Size Âşık Sûzî’den tadımlık birkaç beyit.

‘’ Dil mürgü yine zülf-i sitemkâre dolaştı
Mensûr sanıp kendini ol dâre dolaştı

Ben der idim ey dil sakın ol târe yanaşma
Aksi tutarak pendimi ol mâre dolaştı

Saplanmış iken bağrıma bir nâvek – hunrîz
Yâd eyledi müjgânını dil hâre dolaştı

Âşık olanı yakmıya mı Sûzî derûnun
Vâd etmiş iken valsını inkâre dolaştı’’ (18) 

Yetmişlerin ikinci yarısında,  Elâzığ’ın Alevi mahallerinde kahvelerini, düğünlerini, siyasi toplantılarını… gezen, buralarda türkülerini söyleyen ve kötü stüdyolarda kayda alınmış kasetlerini satan, gözleri görmeyen benim de buralarda tanıdığım, türkülerini dinlediğim  ‘Devrimci Halk Ozanı Kör Memed’ vardı.  Bundan sonrasını Âşık İhsanî’den okuyalım: ‘’ Çemişgezekli Âmâ Âşık / İşte Âşık Mehmet Erdoğmuş, yani Âmâ Âşık, yoksul yöre halkından biridir. Camız Mamo’nun üç oğlundan biri olan ozanın köyüne yirmi dört yıl ardı arkası kesilmeyen hastalıklardan biri daha gelir. Bu zalim hastalık yörede, kiminin malını, kiminin canını, ozanın da iki gözünü alır gider. // Uzun dal gibi bir yiğit olan ozanın bir elinde sopa var. // Üç yıl önce köyün bir pınarının başında şöyle bir dörtlüğü de içine alan bir türkü çağırır: ‘Genç yaşta gözümü aldı bir yara, / Nedeyim bir tabip yoktur ki sara / Dolaştım dünyayı bulmadım çara / Zalim düzen bana neydi garazın’ ‘’ (20) 

Burada araya gireyim. Seksenlerin ortasında Yeni Düşün Dergisi’nde okumuştum. Arkeolojik bir kazı için Çemişgezek’e gelen,  adını şimdi anımsamadığım İngiliz bir arkeolog, Çemişgezek’in bir dağ köyünde,  kör bir köylü halk ozanından,  sosyalizm güzellemelerini dinleyince şaşırıp kalır. Kendisi de sosyalist olan bu arkeolog bu ‘büyülü hali’ bu dergide yazar. Bu yazı, benim de o tarihten bu yana aklımda gezinir durur. 

Devam edelim:

’Bizim memleketin çokları fakir,
Bir şeyi yok, evi, kabı tamtakır,
Bir kuru sovanla ederken şükür,
Sopayla başına vuran vurana

Bu halk fakir değil kendini bilse,
Çok iş yapar aklı başına gelse,
Ağadan, paşadan birisi ölse,
Meyit namazına duran durana’’ (21)

Kör Memed’, 2018’de Almanya’da hayata gözlerini yumar. 

Dersim  / Ovacık - 1948 doğumlu Âşık Zamanî, 1968’in rüzgârıyla toplumcu ürünler veren halk ozanlarındandır. Adı anılmayanlardandır. Köylü Baba türküsünün bir bölümüyle Zamanî’yi biz analım.

‘’ Yaya yürür varır köye
Bir çarıklı köylü baba
Dert diyemez hiçbir beye,
Bir çarıklı köylü baba

Tarlayı kazmayla kazar,
Ne okumuş, ne de yazar,
Fukara canından bizar,
Bir çarıklı köylü baba 

…’’ (22)

Yine Âşık İhsanî’nin ‘Ozan Dolu Anadolu’sunda rastladığım, adı anılmayanlardan biri de yaşamı hakkında çık fazla bilgi olmayan Âşık Ali Kameri’dir. O da Ovacık doğumludur. Toplumcu temlerle ürünler verir.

‘’ Şu yoz köyde üç şey bana dert oldu
Bir tahsildar, bir tefeci, bir ağa,
Yüreğime inmeleri dert oldu,
Bir tahsildar, bir tefeci bir ağa


Kameri’yem düzen zulmün bana mı?
Ağrıyan başıma çökerttin damı,
Senin çarkın üç kişiden yana mı?
Bir tahsildar, bir tefeci bir ağa’’ ( 22 )  

III

işte doğu, ki sen ki sanki
pirsultan ile bâki efendi’yi
sırmalı bir çiğdemde birleştirerek
rumeli kılan dize
işte doğu, hıl’ati güzün
ne zaman giydiysek o kadar hüzün
ve ağır, ürkek ve beyaz 
bir sülüne benzeyen örtümüzün
kat kat altındaki sağır bir hırka gibi 
ölümdür, dar gelir eğnimize 

İkinci bölümün başında söylediğimiz gibi, Cumhuriyetin kurucu ideolojisini savunan Atatürkçülere dahi tahammül edememektedirler bu resmî / yarı resmî… tarih – edebiyat tarihi yazıcıları. Bu bölümde kendisine tahammül edilmeyen / yok sayılan bir şair – yazardan, Şemsettin Ünlü’den,  söz edeceğim. 

Şemsettin Ünlü, 1 Eylül 1928 Harput doğumludur. Rütbeli bir asker olup asıl önemli yapıtlarını emekli olduktan sonra vermiştir. 14 Ağustos 2019’da aramızdan ayrılıncaya kadar Ankara’da yaşamıştır. Yukarışehir ( 1986), Toprak Kurşun Geçirmez ( 1988) ve Yüz Uzun Yıl ( 1993)  adlı,  birbirini tamamlayan üç romanda, toplumcu gerçekçi bir dille, Tanzimat’tan II. Meşrutiyete kadar, değişen dönüşen Harput’u yazar. Bu üç romanı dışında İsmet Paşa’nın Ağır Topları ( 2003) adlı bir romanı ile masal ve deneme kitapları vardır.

Dil Derneği’nin yönetim kurulu üyesi olduğu yıllarda, doksanların başında, benim de ilk ürünlerimin yayımlandığı günlerde,  Şemsettin Ünlü ile ‘Yaba / Öykü Dergisi’ için bir söyleşi yapmıştım. Karşısında Harputlu / Elâzığlı genç bir şair / yazar adayını görünce çok mutlu olmuş, kapılarını sonuna kadar bana açmış,  evinde beni konuk etmişti. Yayımlanmış iki şiir kitabını da imzalayarak bana armağan etmişti. 

Bu iki şiir kitabını imzaladığı yıllarda,  Orhan Kemal Roman Ödülünü almış, ünlü bir romancıydı Ünlü. Şiir kitaplarının 12 Eylül’ün ağır baskı koşullarında yayımlandığını,  bu nedenle yazın dünyasında yeterli karşılığını bulamadığını acıyla / hüzünle anlatmıştı.

Şiir kitaplarından ‘Durur Bakar İbrahim’ 1977’de; ‘Dirlik Düzenlik Türküleri’  1980’ de Yeditepe Yayınlarınca yayımlanmış(tı). Bana yazmakta ısrar etmemi söyleyen,  sevgili Şemsettin Ünlü’nün Durur Bakar İbrahim’ şiir kitabından bir aşk şiiri alarak, onu sevgiyle anıyorum. 

‘’    UZAKTAN

Gece rüzgâr çıkarsa
Kavak ağaçlarıdır fısıldaşan
Korkmayasın
Bir gölge varsa pencerede
Oynak,
Ay ışığı, ağaç dalıdır.

Yaz sabahları
Gelir geçersem aklından
Bilesin
Al çiçekler açmıştır.

Yağıyorsa o kar dağınık
Puslu sokaklarına kentin
Ellerindir aklıma gelen
Sıcak, sımsıcak’’  ( 24 ) 

IV

işte doğu, ki orda her şey
kendini yineliyor batarak
orda her şey batıdan batıyor
ve bir ayışığı dahil olup gülümsememize
o doğu ki dâim düşen bir yaprak
yahut utangaç bir yakut ile 
tartıla tartıla incelen sözün
çıkarırır nakşını gözlerimize 

Önce,  şiirin ırmağına birlikte düştüğümüz, şiiri birlikte öğrendiğimiz Özgün E. Bulut’tan bir alıntı:’’ Harput / Elazığ / Elaziz’de yaşamış, sonra buradan ayrılmış şairleri tek tek yazmanın zamanıdır şimdi. Aydın Öztürk, Binali Duman, Burhan Gündoğan, Erkan Eslek, Fadıl Öztürk, Hüseyin Elçi, Hüseyin Garip, Nusret Gürgöz ve bu satırların yazarı Özgün E Bulut. Şairlerin ortak özelliği, neredeyse tamamına yakının Mazgirtli oluşlarıdır. Hatta ben, Burhan Gündoğan ve Fadıl Öztürk, istasyonaltı (yığınki) kökenliyiz.  Elazığ’da bir iç ada gibi duran Hozat Garajı, Şire Meydanı ve çevresi, hepimizin farklı dönemlerde yaşadıkları anı yuvasıdır. Bildiğim kadarı ile Elazığ’da uzun süreli yaşamamış, ancak ilişkileri olan, şair dostlarımız da vardır. Haşim Şahin, Mehmet Çetin ( yanlış araştırmadıysam, orta ya da lise yılları Elazığ’da geçmiştir) ve Nesimi Aday…’’ (25)

Yazının birkaç paragraf öncesinde Kemal Burkay’dan söz eder Özgün E. Bulut : ‘’ ‘ Ayrılmışam eşimden / Eşimden yoldaşımdan / Mastar Dağı ben oldum / Duman Kalkmaz başımdan’ diyor hoyrat. Bu hoyrata çok yakın duruyor Kemal Burkay. Mazgirt’in Dırban (Kızılkale) köyünden başlayan yaşam, Elazığ’a da uğruyor. Köy Enstitülü yıllar ve Ankara Hukuk Fakültesi sonrası, avukatlığının ilk yılları ile geziniyor sokaklarda. Hoyratlarla efkârlanıp, mayalarla duygularına duygu katıp, yanık nefeslerle düşüyor yollara. // ‘ Güneş ve sular ülkesinde orda / Orda ki eski bir öyküdür Dersim.’ Eski bir öyküdür Harput…’’ (26)

Politik bir figür de olan Kemal Burkay, 1937 doğumludur. Server Tanilli: ‘’ Kemal Burkay’ın bir ayağı Kürtçede ise, ötekisi Türkçede. Kürtçe bilmediğim için o dilde gösterdiği hüner üstüne bir şey söyleyemeyeceğim; ancak görenler pek güzel bir Kürtçeyle yazıldıklarını belirtirler. Türkçeleri için konuşmuş olayım: Bir dil bu kadar güzel kullanılabilir. Türkçenin en hünerli örneklerindendir Burkay’ın şiirleri…’ ; Cemal Süreya: ‘ Kemal Burkay, şiirimizi özümsemiş, Türkçenin tatlarına ulaşmış, gizlerini yakalamış bir şair…’ der. ( 27)   

Burkay’dan da bir şiir almanın zamanıdır.

‘’ OTUZÜÇTEN SONRA AŞK

Ne yana dönsem mayıs çiçekleri
Yüzüme sokulan bir sünger
Gözlerimde maviler… bu belki aşk
Uysal bir soluğun kıvılcımı
Ve tenimde
Usul usul kırkayak

Bu belki aşk
Belki mayıs
Körpenin körpesi bir yaprak
Diyelim ölüşü bir karamsarın
Yani otuzüçten sonra
Kayalarla, fundalarla fışkıran hayat

Bu belki bir anın nükleer parçalanışı
Belki yüreğin aldanışı
Belki aşk
Ve tenimde usul usul kırkayak’ ( 28 ) 

Adnan Yücel,  Elazığ merkeze bağlı Seli köyünde 27 Mart 1953’te dünyaya gelmiştir. Edebiyat öğretmeni olan Yücel,  Çukurova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi iken,  24 Temmuz 2002’de sonsuzluğa göçmüştür. 1979’da ‘Kavgalarla Söylenen Sevda’  ile başlayan şiir yolculuğunda, işçi sınıfının sesi olmuş, 12 Eylül’ün karanlığına karşın, bu zulüm yıllarında umudun ve aşkın şiirini yazmıştır. ‘Soframda Kaval Sesi’ (1983), ‘Bir Özlem bir Türkü’ (1983), ‘Acıya Kurşun işlemez’  (1985), ‘ Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ ( 1986), ‘Rüzgârla Bir’ ( 1989), ‘Ateşin ve Güneşin Çocukları’ (1993), ‘Çukurova Çeşitlemesi’ ( 1993), ‘Sular Tanıktır Aşkımıza’ (1989) diğer şiir kitaplarıdır. Adnan Yücel, üzerinde çalışma yapılacak bir hazine olarak önümüzde duruyor diyerek,  bir şiiriyle Yücel’i selamlayalım!

’SUSKUNUM SANA

Hangi şiire başlasam suskunum sana
Dağ göğsünde bir kaya diliyle suskun
Güneşte kavrulan bir kum tanesi
Çatlayan dudaklarım oluyor her gece
Yağmura suskun – yaşamaya suskun
Haykırabilsem
Belki bir nehir köpürebilir sesimde 
Silinebilir kuraklığın bütün izleri
Upuzun çöller vadileşebilir içimde

...

Yeter olsun gözlerinde ışık fırtınası
Sözlerinde baskı yasası yeter
Hangi kavgayı özlesem suskunum sana
Zafer sabahlarında yas kadar suskun
Böyle güzelliklere de
Böyle suskunluklara da lanet olsun
Al bu suskunluğumu – al artık
Al ki bütün gürültüler kahrolsun’’
  ( 29) 

Aydın Öztürk,  1955 Dersim doğumludur. İlk gençliği Elazığ’da geçmiştir. Benim ‘şiir ve devrim’den ustamdır. Politik bir figür olup ömrünün bir kısmını cezaevlerinde geçirmiştir. Politik yaşam, cezaevleri, Dersim coğrafyası, Elazığ ve İstanbul sokaklarında verilen kavga şiirinin yapıtaşları olmuştur. 1988’de yayımlanan ilk kitabı ‘yanardağ sıcağında’yla yazın dünyasına girmiştir. ‘ölülerle hatıra fotoğrafı’ (1998), ‘yağmur yürekli mektuplar’ (1998),  ‘yağmur yüreklim’ (2001) … gibi pek çok şiir kitabı bulunan Öztürk’ün romanları ve deneme kitapları da vardır. Öztürk İstanbul’da yaşamaktadır.

'' sorular canıma işleyen hançer
gönlümün en kırık telinde
bir bozlak havalanır
doldurup kanatlarını
tipilerin uçurumlarını sildiği
yollara uçuyor kalbim

sorular canıma işleyen hançer'' (30)  

Fadıl Öztürk, 1955 Dersim doğumludur. O da Aydın Öztürk gibi benim ‘şiir ve devrim’den ustamdır. Politik nedenlerle on yıl kadar cezaevinde kalmıştır. Dersim’in, Elazığ’ın sokakları, mücadele, emeğin demir ışıltısı şiirini harmanlamıştır. İlk kitabı ‘Suyu Uyandıran Sesim Olsun’ 1988’de yayımlanmıştır. ‘Esmer Bir Acı’( 1995), ‘Hep Kuzeydi Gözlerin’ (2000),  ‘Benden Adam Olmaz’ (2014) diğer şiir kitaplarıdır. ‘Ateşe Konuş Küle Ağla’ (2003) adlı bir deneme kitabı vardır. İzmir’de yaşamaktadır.

‘’aşklar susarak geçerdi

pêrisuyu uzak akar
belki her küstüğümüzde ırmakların adını da unuturuz
sevdiğim kadınların kanattığı yaram aynı denize akar
belki de siz, durdurmak istemediğim bir su, bir sabah vakti
aksayarak yürüdüğüm şarkıların çocuğusunuz

badem çiçekleri açan çocukluğumda
bir çığlık menzilince bacalardan duman yükselen
eski köy evlerinin pencerelerine kuşlar konardı
bir hüzün kapanırdı içime ne varsa o yok
iki elimde teli kopmuş telgrafın iki ucu
kendimden haber alamıyordum

bir ihtilal pembesi, bir ayaklanma zamanı
çarpışa çarpışa alınmış sokakların tadındaydı
bizim oralarda badem çiçekleri

yeşile ilk orada ad verdiler, hep eşkıya
rüzgârla dışa vuran yüzünüzdeki gökyüzü
badem çiçeklerinin tam üstünde duran gözlerinizdi…

ömrümün rüzgârlı duvarlarına çiziyordum
oniki mart olurdu, badem dalları sallanırdı
deniz’in küllerinden rüzgâr ve ıslık kalırdı bize
hüzünden isyana biletsiz geçen yolculuklar olurduk

çocuklar o köpük köpük akan ırmakların
üstündeki köprülerden geçerken, eteklerinden
efsaneler düşürüyorlardı suya. her efsanenin suya
değdiği yerde bademler çiçek açardı. yanaklarınızdan 
aşklar susarak pembe geçerdi
anılarımın badem kokması bu yüzdendir
içimden uzak pêrisuyu akar’’ (31)

Aydın Afacan, 1964 Bingöl doğumludur. Ömrünün bir kısmını Elazığ’da geçirmiştir. Gelenekselin tüm ses ve anlam olanaklarını kullanarak, onları yeniden üreterek / anlamlandırarak  / seslendirerek / biçim vererek… yetkin bir şiire ulaşmıştır. 1996’da ‘Itır ve Güneş’le ‘Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü almıştır. ‘Yan Yana Yedi Kırmızı’ ( 2001), ‘Rengin ve Hayâl’ ( 2006), ‘Binbir Deniz’ ( 2012), ‘Ateşin Beyaz’ ( 2015) şiir kitapları ile 2017’de yayımlanan ‘Bulut Defteri’ adlı deneme kitabı vardır. ‘Şiir ve Mitolagya -  Cumhuriyet Dönemi Şiirinde Yunan ve Latin Mitologyası’  kitabı,  bu alandaki kuşkusuz en yetkin yapıttır. 

Bir şiir de Afacan’dan:

‘’tek ve çok

mahut bir sessizliği gidiyoruz
tek yanı kalabalık olan
kalabalıklarda

toplu suskunluğa kapanıp
kendinde kaynayan ‘bir’ler içinde

günlerin benzinde kirli yoğunluk
ellerdeki rahatlık

çocuk gözlerdeki panik
hileyle yükselen demir gövde
gri yığınlar!
yeltek kalabalıklarla işliyor
yalanın saltanatı

renkli camlarda hile bombardımanı
kendi sesiyle mest o murdar uğultu
irin, neon, kan ve ter
ve yığına düzülen övgüler…
yüksek perdeden akıyor
yaldızlı kakafoni

sokakta bir kedi, kedide insan
ağaçta yontu yalnızlığı

mahut bir dalgınlığı yürüyoruz
dev adımlarla ilerliyor
sessizliğimizi saran gürültü’’ (32) 

Uygur Orhan, 1963 Elazığ doğumludur. Harputludur. Yığıki’de büyümüştür.  Şiirin ırmağına birlikte daldığımız arkadaşlarımdandır.  Harput’taki Balakgazi heykelini yapan, Elazığ’daki pek çok heykele imza atan,  Elazığ’da ‘Deli Nuro’  diye bilinen /  anılan Heykeltraş – Ressam Nurettin Orhan’ın oğludur. Uygur da ressam ve heykeltıraştır. Kayseri’de yaşamaktadır. Üretmektedir.  ‘Yüzyıllık İkiışık’, ‘Her Aşk Yüreğine Göre’, ‘Göğün Zembereği’, ‘Uyguruk’tan Aforizmalar’ ve ‘Roboski Ölüleri’ şiir kitapları vardır. Roboski Ölüleri’yle Adnan Yücel ödülü almıştır. 

Şiiri acının, ağıtın lirik dışavurumudur. Sevgili babası ‘Deli Nuro’ için yazdığı şu şiiri almasam;  Sevgili Nurettin Hoca’m sonsuzlukta rahat uyuyamaz.

’Yontu ustası babam için…

Kaç ruhun var / sokağın anteninden yansıyan / taş bilgisi / su bilgisi / Göğü sezen kaç imgen var / renk bilgisi / fırça bilgisi / eriyiverir için / o balmumu yontular gibi / neyin manyetik alanı şu toplanmış halk / senin damında / kim şiiri parçalamış böyle kızıl kızıl / sabahın elması güneşte / yontma çırağıyım ben / hâlâ babamın rüyasıyım / o seksen sekiz yaşındaki taşların bilgesi / kübik ruhların hâlâ öğrencisiyim derdi her zaman aralığında / yoldaşlarıydı demirciler çarşısında / ermeni bakır ustası / ateş dövücü / bahçesinde karanlığa sır üfleyen baykuşu / ve düş çeliği koman ilhan / ve nar çiçeği kadınlar / esrik öykülerin şarabı / süryanili kayabaşında / hep bahçemize doluşurdu atölye çocukları / elindeki çamura püf diyen yürecikler / fırtına Fırat’ın / dingin Dicle’nin bebekleri / düş değirmenini çeken gerçekliğin kızları / çayda çıra da yanıyor hâlâ / biçim bilgisi / ama ille de sınıf bilgisi / batan ve çıkan / ezelden ebede / beraber başladığımız diktatörler / yorgun ve yaralı yapraklar / bilirdi fillerin saltanatını / ezen bilgisi / eskiyen kumaşıyla açlığın / ezilen bilgisi…’’ (33)

Dersim – Mazgirtli Binali Duman 1967’de Elâzığ’da dünyaya gelir. Üniversiteye gidinceye kadar Elâzığ’da yaşamıştır. Üniversite için geldiği İstanbul’a yerleşmiştir.  ‘Hayatı Sevdir Bana’  ( 1996), ‘Yağma ve Huşu’ (2000) ‘Ali Dayıya Mektuplar’ (2018), ‘Taştan Yumuşak’ (2019), ‘Uğultu’ (2019), ‘Son’  (2019),’ Sonra’  (2019) yayımlanan şiir kitaplarıdır.

’harput

ser qûna mala bako
yok artık
üşengeç kadınların keyfi için
yaşar amca yok artık

o zaman da var imiş demek
o zaman da ölüm var imiş
ama ölüm bilgisi yok
zaman gizli gizli hep akar imiş
ölüm gizli gizli hep var
gülmek eski bir zaman imiş
kendi soluk hatırası gibi insan
kar yağdırırmış şu harput’un başına
( 34) 

Oğuz Özdem, 1959 Elazığ – Hal köyü doğumludur. ‘Bir Oyundu Ölüm’ (1988),’ Su Yürüdüm Destan Geçtim’ ( 1992), ‘Su İçmek Güzeli’ ( 1994), ‘Uzak’  ( 2000), ‘Cesur Acı’ (2002), ‘Yazların Isırdığı Sarı’ ( 2007) ‘İmge Çukurları’ (2014) ve ‘Güneş mi Öfkeli Olan’  ( 2016)  şiir kitapları vardır. İstanbul’da yaşamaktadır. Özdem’in ilk kitabından, bu kitabı okuduğum yıllarda,  seksenlerin sonunda,  altına ‘çok güzel’ diye not düştüğüm ‘izin ver’ şiirini alıyorum.

‘‘izin ver

neden gelin değil de
gelincik demişler
çiçekler içinden bir çiçeğe
dedi körpedir diye

neden gencecik
dedi suss
yanık bir gelincik

ey mezar üstünde açan gelincik
kimin sevgilerini açtın gencecik
duy ki baharleyin
………………….
………………….

İzin ver öpeyim yanağından bir ölümcük ( 35) 

Yavuz Özdem, Oğuz Özdem’in ağabeyidir. 1956 Elazığ – Hal köyü doğumludur.  ‘Göl’ ( 1991), ‘Bir Yüzle Yürümenin Kitabı’  ( 1994), ‘ Adınız Kime’  ( 1997), ‘ İstanbul Yolcusu Kalmasın’  ( 1999),  ‘ Yer Gece Dinlenir’  ( 2005), ‘ Gümüş Ten Fotoğraf’  ( 2007), ‘ Benim Yapamadığımı Yap’  ( Seçme Şiirler- 2009), ‘ Meydanda Kalalım’  ( 2010) şiir kitapları ile ‘Şiir ve Dil’  ( 2005) ve ‘Şiirin Sözü’ ( 2011) inceleme – eleştiri kitapları vardır. Yavuz Özdem’den de bir şiir, Göl’den:  

‘’Aşk  Atları

Bir odanın kırkıncısında ayva sarı
çürük üzüm kokar naftalin geç kalmışlıklarda
bütün belkilerin geçit resmi
göze çarptığıdır kapalı kutuluğun çeyiz sandıklarında

Bir odanın kırkıncısında dördümüz
Kardeşliğin gemilerine binmiş
küçük vilayet pencerelerinden
şimdi sakal bıraktığıdır ahbaplığın

Kilitlendiğidir o odaların suya düşmüşlüğünde
bitirememişliğidir o suyu ineklerin
açtığıdır kavurma bıçağı saplı o gülün
bütün masallarında turuncu

Mevsimlerin zarfa girmişliğinde
aşk atlarına atladığımdır’’ (36) 

Burhan Gündoğan, 1960 Dersim – Mazgirt doğumludur. Elazığ – Yığıki’de büyümüştür. ‘Bir Çocuksu Yüreğim’ ( 1997  ), ‘O Şehirde Düşlerim Kaldı’  ( 2003 ), ‘ Su Aşkına’ ( 2004  ), ‘ Gülüşün Düştü ( 2012  ), Omzundan Öptüm Sabahı ( 2018  ) şiir kitapları ile ‘Hüzün Titresin’ (2013) adlı anlatı,  ‘Dağların Sokakları Var ‘  ( 2011) adlı gezi yazısı kitapları var. İşte, yapıtları buram buram coğrafya kokan Gündoğan’ın ‘Omzundan Öptüm Sabahı’ kitabından bir şiir.

‘‘Her Perdeden Bir Yaz Düşer

Ardıma düşme alıp giderken başımı.
Göz açıp kapama, anıdır sorgulayışım o yüzlerde.
İncinmiş ne varsa bende
Yaz sıcakları bitti.
Eylül salınıp geldi örselenmiş yüzüyle.
Derviş mağaralarından inerken bir avuç incir elinde.
Ve Tağar çayının serinliği değiyor yüzüme.
Sular küçük kız saçı ve dağınık,
gözler şelale bakarken şelale,
Kalbimi kaç kez aldım elime,
İki kalp arası orada seni beklerken.
Tut ki canımdan candın
ve keder dokudum her ayak sürçüşümde.
Elin uzanır seyrekleşmiş ağaçlar içinde.
Uzaklar yakınlaşır.
Asi dağlara gider bu boğaz.
O çıplaklık Yılan, yabanıl hayatların hikâyesi
Sevmekse mevsiminde olmalı yollar.
Ellerim titrek, dudaklarım duldasız bir yakarış
Her perdeden bir yaz düşer, her akışta bir hatıra.
Çapraz zamanlardan geliyorum
Bu yollar o yollar’’ ( 37 ) 

Hüseyin Elçi,  1965 Dersim – Mazgirt doğumludur. Elazığ’da büyümüştür. Yapıtları bu coğrafyanın hamuruyla yoğrulmuştur. Elçi‘ye dair sözü Özgün E. Bulut’a bırakıyorum:’’ ‘azar azar azalırken o mağrur zaman / serçe hafifliğiyle vurdum yokuşuna harput’un / alnıma değen serinlikle göğsüm mahsur orda / kayabaşı’nda bir hoyrat:’gelme yaram kanıyor’ / evlerden, sokaklardan, türbelerden:’ yok mu dar vaktimde’ / unutulmuşluğun hicranına iki damla gözyaşı’. Mağrur ve Mahsur şiiriyle kedere değen bir gazeli tekrar tekrar kalplere indiriyor Hüseyin Elçi. Viran mahalleden biriken ses, Harput Türkülerinin yanıklığıyla buluşup, Dersim’e doğru yola çıkıyor. Yıkık bir kentten acılı bir kente serzeniş taşıyor şair:’yüzüm mastar dağına / yüreğim murat akıyor /saçlarını okşuyorum benimle dolaşan çocuğun / şakaklarımdan ter, alnımdan anılar boşalıyor / hozatlı bir amca bastonuna tutunup / o eski ihtişamın gözlerindeki fotoğrafını saklıyor / dersim’e adanmış dualarımın arasında.’’  (38) 

Elçi’nin ‘Yüreğimin Ezgisine Çığlık Düşünce’ ( 1991), ‘Kalbimin Uçurtmaları Yaralıdır Şimdi’  (1996) adlı şiir kitapları ile ‘Delal’e Mektuplar’ ( 2003) öykü kitabı var. Aynı zamanda fotoğraf sanatçısı olan Elçi pek çok sergi açmıştır. 

Nesimi Aday, 1968 Dersim – Pertek  / Corovan köyü doğumludur. Elâzığ’la / Harput’la ‘az çok’ teması vardır. İstanbul’da yaşamaktadır. Piya Kitaplığı’ndan 2000’de yayımlanan ‘’ coravan’a üç geyik’’ adlı tek şiir kitabı vardır. Aşağıdaki şiir bu kitaptan:

‘’soyismi dağ

hoş bulduk gece
benim annem öldü
üstünü ört ölü kardeşimin
üşüyorum

uykusuz aşklardan geldim
cevapsız mektuplardan
sesim mavi
sazım akşam sofrası
soyismi dağ olan şehrin
tanrısız misafiriyim

karanlık dağ yollarında
sokak lambalarını özlüyorum
köylü fenerlerini
eşgali eskimiş bir gezginim
kent kaçağıyım
köylerimi yakmayın
babam ölmedi daha

babam ölmedi.. daha ölmedi babam.. ölmedi daha ‘’ (39)

Özgün E. Bulut, 1965 Dersim – Mazgirt doğumludur. Bulut küçükken,  ailesi Elazığ’a yerleşmiştir. Özgün E. Bulut Yığıki’de büyümüştür. Bulut’la dergiye, kitaba ulaşmanın zor olduğu günlerde,  Elazığ sokaklarında ordan burdan edindiğimiz dergilerle, kitaplarla şiiri birlikte öğrendik, birbirimizi besledik, ilk şiirlerimiz aynı yıllarda - doksanların başında -  edebiyat dergilerinde görünmeye başladı. Elazığ’ın yoksul sokaklarında, yoksul çay ocaklarında şiiri ve şiirin sorunlarını konuştuk. Memleket hallerine dertlendik.

Özgün E. Bulut, Dersim katliamının konuşulmasında, bu katliamımın edebiyat alanında yazılmasında / üretilmesinde enerjisiyle, birikimiyle, ürünleriyle… önemli katkısı oldu. Kuşkunuz olmasın tarih ve edebiyat tarihi hakkını teslim edecektir.

Özgün E. Bulut’un ilk şiir kitabı 1992’de yayımlanan ‘ve çanakkale ve şırnak ve balveren’dir. Dersim için yazılmış şiirlerin derlendiği ve alanındaki ilk örnek olan ‘Şiirlerin Diliyle Dersim’ adlı antolojisi Dersim üzerindeki sis perdesinin kaldırılmasında da önemli işlevi olmuştur. ‘aşkın gayrı resmi tarihi’ ( 1996), ‘anıya şarkı’  (2001), ‘efsun’ ( 2005) , ‘ kırılma vakti’ ( 2013),  ‘kuşların kanadına sarıldım’ (2017) şiir kitapları ile ‘dersim kültür sanat içinde ( 2014) adlı inceleme / araştırma yazılarından oluşan bir kitabı vardır. Bunca sözden sonra,  ‘anıya şarkı’dan bir şiir.

‘’harput

yenik bir kentte
betonlarda ölür tarih
ve hoyrat kokusuyla dağılır akşam

düş düşlerimden acının rengi
tenim bana yabancı
sevdim ve yenildim yenildim ve sevdim
eski bir burcun üzerinden izledim girdapta kaybolan elleri
ve çınara gömdüm kalbimi
sadece yas tutanların kalbiyle baktım ovaya
mağdurların gözyaşlarından akan kandı yenilgi
duymayan kulakların panzehiriydi çığlık
acımdan çekip çıkardığım hançer
tarihin önüme koyduğu intihardı

aziz kent, deşifre olmamış anılarımı türbelerinde sakladım
şiirler giydirdim tabletlere gırnata eşliğinde
direnebildiğin kadar sakla, heybetine sar
kuşandığın bütün renklerin izleriyle birleştir
çünkü her ayrılık sızı verir, sarartır renkleri
taş taşın üstünde kalmaz, kaybolur kutsal asa 
sekiz köşeli şapka da katılır yoklar kervanına
taklitler,
yalanlar,
kahpe ilişkiler konar dallara
oysa bir gerçekliktir buğday meydanı
tanıklığını kuşbakışı yaptığın bir cinayet seremonisi
ve heybetli bir ihtiyarın narasıyla incinen mağrurluğun

seni bu mağrurluğunla seviyorum anılarımın yaşlı kenti’’ ( 40) 

Anlatacağım son Harputlu;  Nusret Gürgöz. Gürgöz, 1962 Elâzığ doğumlu. Ailenin kökeni Harput’un Xozik ( Çatalharman) köyüne dayanır. Yetmişlerin hayat  / sokak üniversitesi olan Fevzi Çakmak Mahallesi’nde büyümüştür. İlk kitapları bu üniversitede okumuştur.  Şiiri Özgün E. Bulut’la birlikte öğrenmiş(ler)(d)tir. 

Şiirleri, ‘toplumcu – gerçekçi’dir. ‘Düşbilgisi’ ( Çocuklar İçin Şiirler – 1998 ), ‘Ağıdım Kuşlara Kalır’ ( 1999), ‘Okuntu’ ( 2006) adlı şiir kitapları ile ‘En Hakiki Hayat Hikâyeleri’ ( 2004) adlı bir deneme / anlatı kitabı vardır. Bu şiir de Gürgöz’den!

‘’DÜŞBAZ

Yurdagül’e

Düş kuşlarının tek tek avlandığı 
Günlerde sevdim seni
Çay buğusu kirpiklerini
yedirdim acemi şiirlerime

Yeri miydi zamanı mıydı bilinmez
düşüp peşlerine düş kuşlarının
düştaş oldun düş yollarına
Uçup gittin yüreğimin üstünden
Yoldular narin teleklerini

Saklısı gizlisi yok
Adını defterime yazdım,ağaçlara kazıdım
Bir bulsam akrostişlerimi
Sana yollayacağım

Bir bulsam bunca yıl sonra
Çiy buğusu kirpiklerini
Oğlumla 
Selam uçuracağım’’ (41) 

Görüldüğü üzere, 1915’ten sonra Harput / Elâziz / Elazığ -  ta ki altmışların sonunda başlayıp yetmişlerde ivme kazanan siyasal ve toplumsal dönüşümün, başka bir ülke düşünün yetiştirdiği yeni yazar / şair kuşağının yetişmesine kadar  - hem kültürel hem de yazınsal üretim açısından çoraklaşmıştır. Ara cümlede imlediğim dönüşümün yetiştirdiği ve yukarıda kısa kısa değindiğimiz şairlerin önemli bir kısmı,  Dersim kökenli olup bir biçimde, hayatlarının bir döneminde Elazığ’da bulunmuşlar, bu kentin kültürel dönüşümüne renk vermişler, sonra farklı kentlere yerleşmişlerdir. Başka kentlere yerleşseler de her birinin yapıtlarında ayrı ayrı Harput’un kokusunu almak, büyüsünü bulmak, coğrafyasında gezinmek…  mümkündür. Pek çoğu sosyalist guruplarda yetişen bu yeni kuşak şairlerinin her biri,  ayrı ayrı incelenmeyi, ve üzerlerinde akademik çalışma yapılmayı kuşkusuz hak ediyor. 

Bu çalışma daha çok şiir odaklı oldu,  biliyorum. Şemsettin Ünlü, Abdullah Ataşçı, Haydar Karataş, Nazmi Bayrı, Mehmet Maden, Aydın Doğan (D. Piranlı, Aziz Aydın Doğan), Metin Aktaş… gibi ‘düzyazı’ ustaları kuşkusuz ayrı ve geniş bir inceleme konusudur.

V

o doğu simyacısıdır siyaseten katledilmiş bir gülün
yahut bir çilehâneye benzeyen yüzümüzün
ve sevgili, gam sultanıdır orda
yâni doğuda, solgun bir melâmetle doğan
bükük boynuyla gecenin ve gündüzün
ve şairler ki sevda askerleridir
kızıl bir kadife kadar mağrur
yahut şayak kadar hırçın
ve vakur
gönlümüzün

Önce iki alıntı…

İlki Zülfikar Doğan’dan : ‘’… Dişçi Afrim, Musiki Cemiyeti’ndenki saz arkadaşlarım Senharip, Yakup, solistimiz ablaları Elizabeth, kimya öğretmenimiz Diş Hekimi Roza, Doktor Bayram Şifael, Paris’in modasını kentimize taşıyan kadın terzisi Vahan, şehrin sosyete manavı Baki, Somun Ahmet, Dam Vale Erkek Terzisi Necdet, ‘kaloriferli, sıcak sulu’ Erdem Otel, Harput, Kesrik, Mornik, Hırhırik, Hüseynik, Seko Mahallesi…’’ ( 42) 

İkincisi Tahir Abacı’dan : ‘’ … Gül bahçeleriyle Harput’ta gecelere savrulan bir hoyrat da gül özdeşliğini şöyle söylüyor:’ Güle damlar güle damlar / Gül suyu güle damlar / Kendi gül meclisi gül / Oturmuş gül adamlar / Bülbül yuvasın kurmuş / Her seher güle damlar / Asmalar dama çıkmış / Bağ olmuş güle damlar / bu dam gül bahçesi mi/ gül yüzler / Gül endamlar’ ‘’  (43) 

‘Gül adamların / kadınların’ kentiydi Harput. Harput’ta artık hiçbir Ermeni ya da Süryani yaşamıyor. Dr. İshak Tanoğlu, 2012’deki sohbetimizde, Elâzığ’da, etnik köken belirtmeden, yalnızca sekiz Hıristiyan ailenin yaşadığını söylemişti.

Gülün kenti yok edildi. Tarihi tahrif edildi. Tarih ve edebiyat tarihi yazımı, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sürdürümcüsü,  farklı renklerden ve tonlardan ırkçı ve gericilere terk edildi.

Bu tarihi ve edebiyat tarihini bilimsel verilerin ışığında yazmak,  kuşkusuz mümkündür. Bu yazı,  yeni çalışmalara ve araştırmalara yol / ışık / iz… olsun diye, bir de kardeşlik için, şiir için, daha güzel bir dünya için yazılmıştır. 

Sait Faik diyordu ya Son Kuşlar’da :’ Benden hikâyesi’ diye. 

Benden hikâyesi… 

Dipnotlar     :

1-Mehmet Bayrak – Alevi – Bektaşi Edebiyatında Ermeni Âşıkları, Özge Yayınları – 2005 
2-İsmet Konak – Agos 14.05.2015 
3- Raymond Kêvorkıan – Ermeni Soykırımı, İletişim Yayınları – 2015 
4- Ishak Tanoğlu – Fırat Üniversitesince 23- 25 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenen ‘Geçmişten Geleceğe Harput’ sempozyumuna sunulan bildiri  
5-  Editör: Rıchard G. Hovannısıan - Tarihi Kentler ve Ermeniler HARPUT,  Aras Yayıncılık – 2017
6-  Ishak Sungoroğlu – Harput Yollarında ( Seçmeler) Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları – 1986
7- Editör: Rıchard G. Hovannısıan - Tarihi Kentler ve Ermeniler HARPUT,  Aras Yayıncılık – 2017
8- Nami Temaltaş,  Mezhaba Vilayeti Harput, 16.07.2020 Bianet
9- Editör: Rıchard G. Hovannısıan - Tarihi Kentler ve Ermeniler HARPUT,  Aras Yayıncılık – 2017
10-age
11-age
12-age
13-age
14-age
15-age
16-age 
17- www.ihsanöztürk.com
. Erişim tarihi: 06.07.2020
18- Mehmet Bayrak – Alevi – Bektaşi Edebiyatında Ermeni Âşıkları, Özge Yayınları – 2005 
19- age
20- Âşık İhsanî – Ozan Dolu Anadolu, Berfin Yayınları- 2002
21- age
22-age
23-age
24- Şemsettin Ünlü – Durur Bakar İbrahim, Yeditepe Yayınları – 1977
25- Özgün E. Bulut- dersim kültür sanat içinde, Totem Yayıncılık -2014 
26- age
27- Kemal Burkay - Dersim ( arka kapak yazısı),  Kalan Yayınları- 2001 
28- Kemal Burkay – Dersim,  Kalan Yayınları- 2001
29- Adnan Yücel – Çukurova Çeşitlemesi, Yurt Kitap Yayın – 1993 
30- Aydın Öztürk – ağıtlara yazıldı zaman, Berfin Yayınları - 1994 
31- Fadıl Öztürk – hep kuzeydi gözlerin, Piya Kitaplığı – 2000
32- Aydın Afacan – Itır ve Güneş, Doruk Yayımcılık – 1996 
33- Uygur Orhan – Roboski Ölüleri, Yapı Kitaplığı – 2012 
34- Binali Duman – Sonra,  Pagan Yayıncılık - 2019 
35- Oğuz Özdem – bir oyundu ölüm, Bilim Kitapevi – 1988 
36- Yavuz Özdem – Göl – 1991
37- Burhan Gündoğan – omzundan öptüm sabahı, Payda Yayıncılık – 2018 
38- Özgün E. Bulut- dersim kültür sanat içinde, Totem Yayıncılık -2014 
39- Nesimi Aday – coravan’a üç geyik, Piya Kitaplığı - 2000
40- Özgün E. Bulut- anıya şarkı, Berfin Yayınları – 2001
41- Nusret Gürgöz – Ağıdım Kuşlara Kalır, Kora Yayın – 1999
42- Zülfikar Doğan – Boğuluyoruz Birlikte, Gün Yayıncılık -2001 
43- Tahir Abacı – Bir Zamanlar Anadolu’da, İletişim Yayınları- 1999 

Birinci ve ikinci bölümün başındaki şiir: Hilmi Yavuz – sırası gelince 
Üçüncü ve dördüncü bölümün başındaki şiir: Hilmi Yavuz – doğunun şairleri

Öne Çıkanlar