Irkçılık ve homofobi

Irkçılık ve homofobi
Irkçılığın ve son zamanlarda artan homofobinin bir hastalık olmadığını egemenlere hizmet eden bir ideoloji olduğunu ve bunun tıbbi bir tedavisi olmadığını pek tabii görmek istemediler.

Emre DEMİR


Belki aynı anda yan yana gelmeyen, kullanılmayan kavramlar: ırkçılık ve homofobi. İkisinin altında ne yattığına, hangi fikriyatın yeşerdiğine, hangi suçların nefes aldığına ve hangi ideolojiye hizmet ettiğine bakınca aslında birbirine benzer kavramlar olduğunu görebiliyoruz. Derdimiz yeter ki gerçeklikten uzak olmasın. Sadece biraz daha rasyonel/reel şekilde ve apolitize etmeden bakmak bize gerekli mesajları verebilir.

George Floyd'un öldürülmesiyle beraber dünya Amerika'da gelişen ayaklanmalara tanık oldu. Bu ayaklanma salt "ırkçılık" karşıtı bir ayaklanma olmaktan öte halkın talepleriyle birlikte tamamen sınıfsal bir karaktere büründü. Pandemiden sonra önlenemez ve artan yoksulluk Floyd'un ölümüyle sisteme karşı bir öfke patlamasına yol açtı. Patronları, borsayı, bankaları kurtarmak isteyen sermaye ve bekçileri, sefaletin verdiği iradeyle sokağa çıkanlara, üniforma şiddetiyle karşılık verdi. Korona'nın en fazla vurduğu kesim olan siyah ve göçmenlerin gürlemesi "nefes alamıyorum" öyleyse savaşırım mottosuna dönüştü. Neoliberal yağma ile gelişen kapitalizm koşullarında ABD'nin cezaevlerini de ucuz emek ve 'ücretsiz köle' kampına çevirdiği, şirketlere peşkeş çekilen cezaevlerinde lazım olan emek gücünü Afro-Amerikalılardan karşıladığı insani-olmayan bir düzen kurulu. Köleliği, yasada bulunan 13. Madde ile meşrulaştırdıkları, paravan uyuşturucu senaryolarıyla, sudan sebeplerle siyahların mahkemeye bile çıkarılmadan tutuklanmaları, cezaevlerinin nasıl adeta Ku Klux Klan görevi gördüğü, yapılan ırkçılığın sınırı olmadığı yıllardır görülüyor (Netflix'te '13 TH' belgeseli bu konuda daha faydalı olacaktır).Yarım milyon yıldır her gün ötekileşmeye maruz kalan, sömürülen, ağır koşullar altında çalışan, sistem içinde alabora olan, ölümle burun buruna yaşayanlar nefes alabilmek için toplumsal bir 'karşı koyuş' gösterdiler. Bu 'karşı koyuş'a politik ve sınıfsal bağlamından kopartılmak istenerek "ırkçılık hastalıktır" popülizmi bulaştırıldı. Çabaları sadece ırkçılığı sınıfsal hüviyetinden uzaklaştırmak olanlar bunu ABD'li siyah-aktivist Malcolm üzerinden her kavramda irrasyonel şekilde teorize ederek kullanmaya başladılar. Irkçılığın ve son zamanlarda artan homofobinin bir hastalık olmadığını egemenlere hizmet eden bir ideoloji olduğunu ve bunun tıbbi bir tedavisi olmadığını pek tabii görmek istemediler.

Bunlarla beraber son zamanlarda yükselen bir homofobi dalgası da mevcut. LGBT'li bireylerin yaşadıkları aşikar. Her 48 saatte bir, eşcinsel bir kişi homofobik şiddete maruz kalıyor, ölüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından açıklanan raporlarda LGBT bireyleri işyerlerinde psikolojik/çıplak şiddet görmekte ve tacize maruz kalmakta. Toplumsal baskı ve "ahlaki" kaygılar nedeniyle birçok eşcinsel-trans bireyler işini kaybediyor, ailesinden dışlanıyor ve travmatik hayatlar yaşıyorlar. Homofobinin sebepleri toplumsal ve dini değerler üzerinden yükselirken bunun çok az psikolojik tarafı görülmekte. Birçok dinde ve mezhepte lanetlenmiş olan homoseksüelliğe olan psikolojik nefretin kökeni, kendisinin eşcinsel olduğundan şüphelenen bireylerde de ortaya çıkabiliyor. Patolojik bir sorunla iç içe de geçmiş olan homofobi aynı zamanda -hatta daha fazla- politik bir nefret suçudur. Ve çoğu ülkelerde egemen ideoloji üzerinden var olmaktadır. Türkiye’de Diyanet'in son zamanlarda yaptığı çıkış buna en iyi örnek. Yıllardır nefretle kemikleşen, etnik düşmanlığın mezhepçilikle soslandığı, mistik ahlak anlayışının yer ettiği toplumu; cinsel yönelimi değerlerinin dışında olan, "marjinal" insanlar üzerinden konsolide/mobilize etmek ve LGBT'li bireyleri hedef göstermek ancak Diyanet'in üstleneceği iş olabilirdi. Yükselen homofobi ve ırkçılık nefretlerinde mutlaka kurumsallık oluyor ve bunu köktendinci ritüeller, gelenek, örf, adet radikalliğinden üretiyorlar.

Homofobiyi de "hastalık", homoseksüel-biseksüel bireyleri de "hastalık" olarak değerlendiren birbirinden uzak iki klik mevcut. Homofobinin de ırkçılık gibi bir ideoloji ekseninde geliştiğini ve bununla var olduğunu öncelikle anlamamız ve anlatmamız gerekiyor. Yani öyle bilinen 'fobi'ler içinde değildir, politik bir alanda var olur, defolu sosyal ve kültürel ilişkiler içersinde vuku bulur.

Malcolm'un teorize ettiği "hastalık" sözleri iyice oraya buraya bulaştığı için bu nefret suçu da ırkçılık gibi reel bağlamından koparılıyor, koparılmak isteniyor. Homoseksüel-biseksüel ve diğer "ötekileşmiş" bireylerin de anomali/hastalık değil tamamen doğal bir gerçeklik olduğunu, ekolojik döngü içersinde gelişen yasalara tabii olduğunu unutmamalıyız.

Özellikle Türkiye’de bu gelişen nefret iklimi ülkenin sistematik olarak gericileşmesinin nüvesi. Eğitim sistemiyle evrimin müfredattan çıkarılmasının, bilimsel-laik eğitim temelinden yoksunlaşmasının ve ülkenin gericilikle kuşatılmış olmasının payı hayli büyük. Irkçılık ve homofobinin aynı düzlemde egemen ideoloji üzerinden şekillendiğini görmek rasyonel perspektiften bakınca o kadar da zor değil. İkisi de politiktir, ikisi de sınıfsaldır, ikisi de bir sınıfa hizmet eder.

Bu iki kavramlar birbirine hiç de uzak değiller. Birçok insanın hayatını alt üst eden, o bireyleri toplumdan dışlayarak depresyona, ölüme sürükleyen iki politik olgu. Özellikle maço kabul edilen sporlarda sporcuların cinsel yönelimini açıklaması pek cüret gerektiren, zor bir karardır. Bunun bir örneği kendi döneminin en iyi ve en pahalı siyahi futbolcularından biri olan Justin Fashanu. Çocukluğundan beri ten renginin mücadelesini veren bu değerli oyuncu bir de bunun üstüne cinsel yöneliminin mücadelesini verdi hayatı boyunca. 1990 yılında The Sun gazetesine verdiği 80 bin pound ile eşçinsel olduğunun haberini yaptırdı. Kamoyuna çıkan bu haberden sonra iki ötekileşmiş kimlikle yaşayan Fashanu’nun hayatı ırkçılık ve homofobi nefretlerine karşı boğuşmakla geçti. Kardeşi kardeşlikten reddetti, futbol kulüplerinden aforoz edildi, hakaretlere, saldırılara maruz kaldı. Travmatik bir çocukluk dönemi, trajik ve alt üst olmuş bir yaşam, telef olmuş bir hayata 1998’de şu mektupla veda etti Fashanu "... Suçlu olduğumu sanıyorum. Arkadaşlarımı ve ailemi daha çok utandırmak istemiyorum... Umut ediyorum ki çok sevdiğim İsa Mesih beni nezaketle karşılar, nihayet huzur bulurum..."

Bu iki kavramı ve yarattığı trajik olayları, yok oluşları gerçek bağlamından koparmak, buna çabalamak ve görmezden gelmek en az homofobi ve ırkçılık kadar suç teşkil ediyor. Belli bir "ahlaklı" ve "saygın" sınıfa hizmet eden homofobi ve ırkçılık üzerine yazıp konuşacak onlarca şey var ama özünün ne olduğunu, nelerin üzerinden yükseldiğini, altında hangi fikrin beslendiğini unutmamak gerekiyor. Onur Haftası’na da girerken LGBT’li bireylerin sorunlarını göz ardı etmeyelim, paylaşalım, dayanışma gösterelim. Ve George Floyd vesilesiyle tüm etnik ötekileşmeye, şoven saldırıya maruz kalanları selamlayalım.

Öne Çıkanlar