'Türkiye’nin normale dönmesi on yıllar alacak ve çok sert olacak'

'Türkiye’nin normale dönmesi on yıllar alacak ve çok sert olacak'
Türkiye'nin sürgündeki aydınlarının ve gazetecilerinin çoğu, İran’ın İslam Cumhuriyeti olmadığında ve olumlu değişimin hemen köşede olduğunu ısrar eden İranlı meslektaşları gibi görünüyor.

American Enterprise Institute’te araştırmacı olan Michael Rubin, Erdoğan’ın son 18 yıldır yönettiği Türkiye’yi büyük ölçüde değiştirip biçimlediğini, Erdoğan yarın sahneden çekilse bile ülkenin normale dönmesinin kolay olmayacağını savunan bir makale kaleme aldı. National Interest sitesinde yayınlanan yazıyı sizinle paylaşıyoruz:

Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'yi yaklaşık 20  yıldır yönetiyor. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun 100’üncü yılına yaklaşırken, modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ten bu yana en önemli yöneticisi oldu. Erdoğan'ın yönetiminin ilk on yılında, birçok Batılı yetkili, Erdoğan'ın idaresi altındaki Türkiye'deki değişimi görmezden gelmeyi tercih etti.

Örneğin, hem Başkan George W. Bush hem de Barack Obama, Türkiye’yi bir demokrasi olmaktan çıkardıktan çok sonra bile övdüler. Başkan Donald Trump, Erdoğan'la tutarlı bir şekilde karşı karşıya gelmezken hem Dışişleri Bakanı Mike Pompeo hem de kongre liderleri, Türkiye Cumhurbaşkanı'ndan hesap sormak için harekete geçti. Başkan Joe Biden’a hakkını vermek gerekir çünkü o Erdoğan'a selefleri gibi aynı dalkavuklukla yaklaşmadı.

Bugün çoğu Amerikan siyasi lideri Türkiye'nin müttefik olmadığını kabul ediyor. Şu anda Amerikan Kongresi’nde Türkiye Dostluk Grubu üyesi sayısı sadece bir kaç düzine oysa sadece on yıl önce bu grubun üye sayısı 200'den fazlaydı. İster işlemsel ister ideolojik olsun, Ankara'nın Moskova ile cilveleşmesi, Türkiye'nin gelecekteki herhangi bir kriz sırasında bir NATO müttefiki olarak ne kadar güvenilmez olabileceğinin altını çiziyor. 

Erdoğan'ın hem İslam Devleti'ne hem de El Kaide bağlantılı örgütlere verdiği destek ve kendisini eleştirenleri terörist olarak tanımlaması, Türkiye'nin terörle mücadelede müttefik olmadığını gösteriyor. Bu gerçek Türkiye’nin kara parayla mücadelede gri listeye alınmasıyla kendisini gösteriyor. Realistler, Türkiye'nin İran'ı İsrail’in nükleer programı konusundaki casusluk çalışmaları nedeniyle bilgilendirmesinin ardından İran'ın emellerine karşı bir siper olarak değerli bir müttefik olarak gösteremez.

Erdoğan'ın mağdur ettiği Türkler, Batılı Türkler ve birçok göçmen, Erdoğan ile Türkiye'nin eş anlamlı olmadığına işaret ediyor. Erdoğan'ın Türkiye içinde giderek artan popülerlik kaybına işaret ediyorlar. Türk lirasının devalüasyonu (on yılda yüzde 80) Erdoğan'ın mali kötü yönetiminin bir kanıtı. Erdoğan büyük altyapı projeleriyle övünse de, bunların çoğu, dostları milyar dolarlık sözleşmelerle ödüllendirmeye yönelik şeffaf olmayan girişimler gibi görünüyor. 

Erdoğan'a sadık Türkler bile onun yönetiminin ülke üzerindeki yıpratıcı etkilerine dikkat çekiyor. "İstanbul eski bildiğimiz şehir değil, çok bozuldu" söylemi, bir zamanlar Erdoğan'ın dini muhafazakarlığını iş dostu politikalar karşılığında görmezden gelmekten mutlu olanlar arasında giderek yaygınlaşan bir şikayet. Pek çok Türk, Erdoğan'ın kısıtlayıcı tavırları ve otokratik eğilimleri karşısında boğulmuş hissediyor. Daha eğitimli ve kozmopolit olan Türkler onun aptallığına ve komploculuğuna içerliyor.

Bu tablo önümüze iki soru koyuyor. Birincisi, bu tür bir popülerlik kaybının onun siyasi çöküşüne yol açıp açmayacağı ve ikincisi, Türkiye'nin 2002'den önce izlediği daha ılımlı, laik yola dönüp dönemeyeceği.

Bu iki sorunun da cevabı hayır. Erdoğan'ın seçim sonuçlarını kabul edeceğini varsaymak hüsnükuruntu. Doğru, 2019'da Erdoğan'ın yetersiz gerekçelerle yeniden oylama emri vermesine rağmen İstanbul'u bir muhalefet adayı kazandı. Bu, bir adayın (belki de İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun) cumhurbaşkanını koltuğundan edebileceğine dair umut verse de, bu, Erdoğan'ın İstanbul seçiminden aldığı temel dersin, sandığa saygı duyması gerektiği olduğunu varsayar. 

Ancak Erdoğan'ın sicili, seçim gününden önce baskıyı artırarak ve oylar sayılırken rakamları manipüle ederek benzer bir tekrardan kaçınacağını gösteriyor. Erdoğan'ın HDP lideri Demirtaş'ı tutuklaması üzerine çok az Türk'ün sokağa çıkması ve İmamoğlu'nun üyesi olduğu merkez sol CHP’nin sesini zar zor yükseltmesi Erdoğan'ı cesaretlendiriyor.

Türkiye'nin de talihsiz bir siyasi suikast tarihi var. SADAT gibi paramiliterler, Reichstag Yangını darbesi sırasında Türkleri öldürmek için keskin nişancılar kullanmış olabilir. Grup şimdi suikast eğitiminin reklamını yapıyor. Erdoğan karizmatik bir rakiple karşılaşırsa, eski müttefiki Fethullah Gülen ile rekabetinde mükemmelleştirdiği bir taktikle, cinayet için bir başka rakibini suçlarken diğerini devirerek bir taşla iki kuş vurabilir. Seçim döneimi yaklaştıkça İmamoğlu yürüyen bir ölüye dönüşebilir.

Bazı Türkiye analistleri, Erdoğan’ın yaşlılık ve kötü sağlık nedeniyle Savunma Bakanı Hulusi Akar gibi biri lehine çekilmesine yol açabileceğini savunuyor. Akar seçimi kaybederse, Erdoğan onu suçlayabilir ama kaybetmenin damgası ile lekelenmeyebilir. Bu da ancak bir temennidir. 

Birincisi, kariyerinin çoğunu Batı'da veya Batı için çalışarak geçiren Akar'ın gizli bir liberal olduğu fikri gülünçtür. En iyi ihtimalle, Akar bir fırsatçıdır; ilkesel davranacağı fikrine asla güvenilmez. Batıya doğru meyil edeceğine inanmak, Türkiye'de son 20 yılda meydana gelen önemli demografik değişimi görmezden geliyor. Basitçe söylemek gerekirse, bugün Türkiye’yi Diyarbakır ve Kayseri, İstanbul'un Avrupa mahalleleri, Bursa ve Bodrum gibi yerleşim merkezlerinden daha iyi temsil ediyor.

Erdoğan'ın başka bir nedenle koltuğu Akar'a devretmesi de pek olası değil. Türkiye'nin lideri olarak emekli liderleri hapse atmak için sürekli olarak geçmişi yeniden dava etti. Erdoğan tarafından hapsedilen, taciz edilen veya öldürülenlerin sayısı göz önüne alındığında, geleceğin liderinin yapabileceği en popülist hareket Erdoğan'ı tutuklayıp emeklilik yıllarını Silivri Hapishanesinde geçirtmek olacaktır.

Türkiye'nin bugün sürgündeki aydınları ve gazetecilerinin çoğu, geçmişte İran’ın İslam Cumhuriyeti olmayacağı ve olumlu bir değişimin hemen köşede olduğu konusunda ısrar eden İranlı meslektaşları gibi görünüyor. Ancak gerçek şu ki, umudunu İran reformizmine bağlayanlar veya İslam Cumhuriyeti'nin 40 yılının toplumu değiştirmediğine inananlar, kendilerinin parodileri haline geldiler. Türkiye, İran'dan daha fazla küçük bir sarsıntının boş bir sayfa açabileceği bir yer değil. 

18 yıldan fazla bir süredir Erdoğan, tüm orduyu laikliği savunmak için bir güç olmaktan çok İslamcılığın motoru olacak şekilde yeniden şekillendirmekle kalmadı, aynı zamanda eğitim sistemini de yeniden şekillendirdi. 30 milyondan fazla Türk, eğitimini Erdoğan yönetiminde aldı. Medya üzerindeki kontrolü kışkırtmayı güçlendirdi. Erdoğan'ın iktidarı yarın sona ererse, onun zehrini sistemden çıkarmak için onlarca yıllık ortak bir çaba gerekecek. Bürrokrasinin de yeniden yapılandırılıp arındırılması.

Erdoğan'ın kenara attığı pek çok Türk, 2001 öncesine altın çağ gözüyle bakıyor. Erdoğan'ı bir felaket olarak gören Türklerle köprüleri yakmamak için Washington içinde dikkatli olunmasını tavsiye ediyorlar. Ancak Erdoğan'ın tüm Türkiye olmadığını kabul etmekle, ülkeyi bir daha asla eskisi gibi ortak olamayacak bir şeye dönüştürdüğünü inkar etmek arasında fark var. 

Rumlar, Ermeniler, Araplar, Kürtler ve diğerleri, Türkiye'nin kendisi ve komşularıyla barış olarak normal bir ülke olmasını başka hiçbir şey istemiyor. Ancak bunu başarmak, sürgünlerin ve eski büyükelçilerin hüsnükuruntularından çok daha fazlasını alacaktır. Yarın Erdoğan'ın kanser olduğu iddia edilse bile Türkiye yine de aylarla değil on yıllar içinde ölçülecek olan uzun ve sert bir normale dönüşle karşı karşıya kalacaktır.

Öne Çıkanlar