KASED yöneticisi aktivist Saliha Ayata: ‘İki yıl yatar çıkarım’ klişesi cezasızlık politikası sonucudur
Ensar ÖZDEMİR
DİYARBAKIR - Kadın Kültür Sanat Edebiyat Derneği (KASED) yöneticisi, aktivist Saliha Ayata, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününde Narin Güran cinayetinden Rojin Kabaiş’in kaybedilmesi ve kayyımlara kadar iktidar ve yargının tutumunu Artı Gerçek'e değerlendirdi.
'İLK GÜNDEN BERİ AYDINLATILMASI GEREKEN ŞEYLER VAR ORADA'
- Narin Güran cinayeti hala aydınlatılamadı. Narin'i kimin, neden öldürdüğünü hala bilmiyoruz. Soruşturma ve yargılama sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Yaklaşık beş yıldır Kadın Kültür Sanat Edebiyat Derneğinde çalışıyorum. Açıkçası Kürdistan ve Türkiye üzerinden baktığımızda Orta Doğunun çoğu yerinde temel hedef kadınlar ve çocuklar. Diyarbakır’da kaybedilen Narin Güran da ilk ve son değil maalesef. Tabi Narin Güran cinayetinde aydınlatılması gereken; devletin doğrudan ilişkilerinin olduğu, özellikle korunan bir aile olması meselesi. Siz de biliyorsunuz ki, ilk gün Ensarioğlu, ‘yakın bir ailemizdir, ilişkilerimiz var, dostluğumuz var’ dedi. O günden sonra sosyal medyada yasaklamalar ve bilgi gizliliği adı altında bir çok yasak konuldu. Bugün annesi, amcası ve erkek kardeşi yargılanıyor. Ama biz Kürt kadın hareketi olarak hep şöyle bir tanımlama yaptık;
İlk günden beri aydınlatılması gereken şeyler var orada. Devletin içinde olduğu, çok karanlık figürlerin korunduğu meseleler var."
"Bizim tek kaygımız günün sonunda tırnak içinde yasak ilişki meselesine bağlanması, bağlanmasıydı. Ve nitekim bugün anne tırnak içinde o ilişki üzerinden yargılanıyor. Aslında öngörümüz Narin Güran cinayetinin tam anlamıyla anneye, annenin üzerine kalacağı şeklindeydi. Yani böyle bir sürece evrileceğini düşünüyorduk. Çünkü günün sonunda kadını suçlu ve haksız çıkarmak ve bütün suçu kadına atmak ve tırnak içinde buna bir yasak aşk vurgusu yapılarak ve bunu yapmaktan önünü alamayan bir hukuk ve medya var. Verilere baktığımızda mesela Türkiye’de yılda bin çocuğun kaybolduğu söyleniyor. Bunlar da ulaşılabilen veriler ve kim bilir ulaşılamayan kaybolan ve hiçbir rapora geçmeyen ne kadar çocuk var. Narin‘den hemen sonra işte katledilen çocuklar oldu. Yani o kadar çok fazla olay ve kaçırılma kaybettirme, gasp edilme meselesi var ki maalesef bugün Türkiye siyaseti de bu noktada hiçbir şey yapmıyor."
'ROJİN DE DOKU DA KAYBETTİRİLDİLER VE KATLEDİLDİLER'
- Rojin Kabaiş'in şüpheli ölümü de henüz aydınlatılamadı. Arama ve soruşturma sürecinde birçok eksiklik gündeme geldi. Gülistan Doku soruşturması gibi Rojin Kabaiş soruşturmasının da tozlu raflarda unutulacağız endişesi yaşanıyor. Bu konuda neler söylersiniz?
"İlk günden beri şöyle bir kaygımız oldu; elbette Gülistan Doku ve Rojin Kabaiş olayları birbirine çok benziyor. Biri Munzur kenarında, biri Van Gölü kenarında. Yine bir yurt, yine bir üniversite öğrencisi, yine kaybolan görüntüler, kameralar olmasına rağmen elde edilemeyen görüntüler, en son kimin gördüğünün belirsiz olması Gülistan Doku’da da Rojin Kabaiş’te de aynı süreç gelişti. Aile, ‘hiçbir şekilde çocuğumuz intihar edemez, çok neşeliydi, hayat doluydu, intihar edecek bir süreci yoktu’ dedikleri süreçler var."
"Gülistan Doku’nun sürecini en yakın takip eden ablası var. Rojin Kabaiş’in ise biz babanın sürecin yakın takipçisi olduğunu görüyoruz. Her ikisinin de ortak bir söylemi var; "Bizim çocuğumuz, kardeşimiz intihar etmedi." Elbette ben bir hukukçu değilim ama hukukçuların da hemfikir olduğu, bu soruşturma sürecinde birbirini tutmayan süreçlerin yaşandığı, belgelerin birbirini tutmadığı, örtüşmediği değerlendirmeler var. Bununla beraber tıpçıların da hatta coğrafyacılar bile bunu değerlendiriyorlar. Ben de 100. Yıl’da okudum, Van’da öğrenciydim. Van Gölünde sahilde kaybolan birinin, kaybolduğu söylenen başka bir yerde, alakası olmayan bir köyden çıkma biçimi biraz ütopik ve gerçekle örtüşmeyen bir olgu gibi geliyor. Yani açıkçası biz de intihar olmadığı noktasında hemfikiriz. Gülistan Doku’da olduğu gibi aynı şekilde kaybettirildiğine dair net endişelerimiz var. Maalesef 20 yıl içerisinde bu tip vakalar çok gerçekleşti. Eskiden neredeyse tüm kadın ölümleri tırnak içinde ‘töre cinayeti’ oluyordu ve kadınlar o şekilde öldürülüyordu. Şimdilerde ise mesele biraz daha ‘şüpheli ölüm’ şeklinde gerçekleşiyor. Kadın feminist örgütlerin bazı verileri var. Son on yıldaki ölümlerin yüzde 70’i şüpheli ölüm olduğu söyleniyor. Yani ya hiçbir delile ulaşılamıyor ya hepsine intihar süsü veriliyor. Bu açılardan baktığında Rojin Kabaiş de Gülistan Doku da maalesef birbirinden çok farklı cinayetler değil, kaybettirildiler ve katledildiler."
'6284’Ü HİÇBİR KARAKOL ANLAMAZKEN NASIL HAYATA GEÇİRİLECEK'
- KCDP verilerine göre 2024'ün ilk 10 ayında 343 kadın öldürüldü, 207 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Kadın cinayetlerine her gün bir yenisi eklenirken iktidarın söylemleri ve İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasının ardından 6284'in de tartışmaya açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Bir aktivist kadın olarak şunu söyleyebilirim; 6284’ün gelişi, o sürece tabi olma biçimi ve bu tartışmaların devamında kaldırılmaya çalışılması, çok fazla cinayetlerin artmaya başlaması durumu var Türkiye’de.
Yani geldiğimiz noktada 6284’ün yürürlüğe girmesi, ne kadar geçerli olduğu ya da bu karakollarda, kolluk kuvvetlerince ne kadar uygulanacağı da önemli."
"Mesela feminist hareketlerinin, Mor çatının raporlamalarına baktığımızda, orada şunu çok net söylüyorlar; ‘6284’ü hiçbir karakol anlamazken bu nasıl hayata geçirilecek, kullanacak.’ Yani meselenin liyakat tarafının da tartışılması gerekiyor. Türkiye’de gerçekten son beş yılda çok ağır bir şiddet, çok ağır bir katledilme biçimi var. Bu meselenin aslında pik yaptığı nokta, Pınar Gültekin cinayetidir. Yani bayıltmak, onun yetmemesi, parçalara ayırmak, yetmemesi, yakmak ve kemiklerini etini, onun da yetmemesi ve onu bir betonun altına saklamak. Yani o kadar aşamalı ve sistematik bir planlanmış bir cinayet biçimi var ki ortada. Ki hala doğru düzgün cezası verilememiş bir süreçten söz ediyoruz. Kürt kadın hareketinin de takip ettiği davalardan biri. Yine mesela İlknur, İstanbul’daki iki kadın cinayeti. 17 yaşındaki genç kadının cinayetleri aslında bizim artık gerçekten insan olarak ahlaki duygu ve vicdani açıdan da pik yaptığımız ve artık yeter dediğimiz, ‘bundan da ötesi olamaz’ dediğimiz cinayet biçimleri.
O kadar planlı biçimde yapılmış ki; mesela beş yıl planlı bir takip biçimi var, ondan sonra anneyle bir ilişkilenme var. Anneye o anı izletmek için oraya çağrılması var."
"Bu artık ‘plansız’ ‘aşk cinayeti’ ‘sevgide karşılık vermemek’ üzerine tanımlanabilecek cinayetler değil bunlar. Yani Türkiye bugün aslında kendi ulus devlet biçiminin bir yaşam üzerine inşaa ediyor ama ikinci bir sorun var ki inşaa ettiği biçim tamamen kadın kırımı üzerine. Yani tamamen varlığını kadını katletmek üzerine kurgulama biçimi var. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken o kadar fazla, o kadar fazla, kaybettirilen, katledilen, kaçırılan kadın var ki, bunun artık bir ideolojik inşaa biçimi olduğuna inanıyoruz. Bunun, kadın mücadelesiyle, büyüyen kadın hareketleri ile de bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Aslında sistem şunu söylüyor bize; ‘evlerinize dönün’ ‘dışarısı tehlikeli’ ‘ölebilirsiniz’ ‘kafanız koparılabilir, parçalara ayrılabilirsiniz.’ Tırnak içinde kendince cezalandırıyor kadınları. O yüzden tüm bu süreçler tabii ki ağır süreçler ama kadın mücadelesinin büyümesi ile de orantılı devam eden süreçler."
‘İKİ YIL YATAR ÇIKARIM’ KLİŞESİ CEZASIZLIK POLİTİKASI SONUCUDUR
- Kadına şiddette gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması, kadın cinayeti davalarında ceza indirimleri şiddeti ve cinayetleri artırıyor. Bunun önüne nasıl geçilebilir?
"Açıkçası cezasızlık politikası büyük bir mesele.Yanlış hatırlamıyorsam ilk defa AKP‘den dahi birileri bu cezasızlık politikasının tartışılmasını gündeme getirmişlerdi. Yani aslında kendileri bile geldikleri noktada o kadar fazla katliam ve şiddetle yüzde kaldılar ki, ‘hani bir dakika ya biz de bu politikaları bir gözden geçirmeliyiz’ noktasına geldi. Bugün siz Ağrı’da ya da Diyarbakır’da ya da İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da herhangi bir yere gittiğinizde yani halk içinde özellikle erkeklik meselesinin örüldüğü kahvehanelerde ve yaşam alanlarında şu var; ‘namusum benim, namusuma zarar verdiğinde ya da başka bir şey yaptığında ben seni öldürürüm. Ya da iki ay yatar çıkarım.’ Bu ifade biçimi toplumlarda artık o kadar klişe bir cümle haline gelmiş ki, ‘iki yıl yatar çıkarım’ bir kere bu büyük bir cezasız politikası olduğunu gösteriyor. Yani bu cezasızlık politikasından büyük bir güç alan bir mesele."
"İkincisi sanal medyanın gerçekten çok büyük bir gerçeklik var orada. Bunun içinde kültürel şiddet meselesi de var. Türkiye’de üretilen dizilerde, çekilen kliplerde, oynanan tiyatrolarda, hepsinde kadının ezildiği, kadının katledilmeye müsait olduğu ve erkeğin kadını öldürme hakkına sahip olduğu meseleler var. Sanal medyada İlknur’un cinayetinde de gördük bunu, fail uzun süre videolar çekip paylaşmış. Bizdeki diziler, sosyal medya, sanal medya ve onun sanatsal üretim adı altında tırnak içindeki o sanatsal üretim adı altında işte şu söyleniyor mesela, ‘modern bir kadınsanız öldürürsünüz, ideal bir kadınsan öldürülürsün, itaatkar bir kadınsan da öldürülebilirsin. Çünkü erkek bir güç ve seni öldürebilir’ bu bir kod olarak kültürel şiddet kısmıyla beraber beynimize bir şekilde kod olarak işleniyor.
Dizilerdeki şiddet çok sıradan bir şiddet değil. O tokatlar, eve kadını tıkmalar, kaçırılmalar, zorla kendine aşık bıraktırma süreçleri, Kadını öldürmek ve çok erken cezaevinden çıkma süreçleri, yani toplumsal açıdan bu mesele dizilerde, filmlerde, kliplerde çekilen meselelerin içinde tekrar tekrar üretiliyor.
Mesela dikkat edin son dönem ölümlerinde erkeğin intihar biçimi de var. Örneğin, anneyi tehdit etmek için çocukları yanına alıp görüntülü arama başlatıyor ve görüntüde öldürme biçimi anneye görüntülü izletiyor. Aslında bir şov gerçekleştiriliyor."
"Son dönemde partnerlerin, yani eski eşlerin kadına karşı uyguladığı durum sadece artık fiziksel biçimde değil gözleri önde çocuklarını öldürür gözlerinin önünde kızını öldürüyor, anneye bir ceza verme biçimi aslında bu. Hukuki yönüyle ve gerçekten bu erkeklerin travma mı geçiriyorlar ya da psikolojik olarak problemleri mi var eğitilmesi rehabilite edilmesi mi gerekiyor yani mesela ne oluyor karakola gidip boşanmak için başvuran kadın kapatılmaya çalışılıyor, erkek yine dışarıda istediğini yapıyor. Yani bu mesela artık toplumsal mesele.Bunun politikası siyaseti üretilmeli ve kesinlikle bu cezasızlık politikasıyla bunun önüne geçilemez bunun için bir bütün toplumsal bir yaşam inşa edilmesi gerekiyor."
KÜRDÜN, KADININ KENDİNİ YNETİM BİÇİMİNE BİR MÜDAHALE VAR
- Kayyım atamaları eşbaşkanlık sistemine, siyasette kadın temsiline ve kadın kazanımlarına yönelik darbe anlamı taşıyor. Sizce kadın hareketinden buna yeterli tepki geliyor mu?
"Kadın hareketlerinin, özellikle Kürt kadın hareketinin aslında son 20 yılda çok ciddi kazanımları var, oldu. Yani yüzde 25 temsiliyetten, kotalardan yüzde 50’lere geldi. Kürt kadın hareketinin mücadelesiyle aslında Kürt siyasetine eşbaşkanlık tartışmaya başlandı ve eş başkanlık sistemine geçiş sağlandı.
Son 20 yıldır bir eş başkanlık sistemi var ve bu fiili olarak uygulayan bir parti var.O yüzden bu bir başarıdır. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan işte Türkiye’de orta doğuda özellikle hiçbir yerde olmayan bir örnek var. Eş başkanlık sistemi sadece bir parti değil bir çok dernekte, bir çok sivil alanda, bir çok kurumda artık eş başkanlık sistemi var. Eşit temsiliyet gerçekleşiyor o yüzden aslında kadın hareketlerinin bu noktadaki tavrı çok nettir yani bu bir kazanımdır ve kadınlar bugün Kürt kadın hareketinin eş başkanlık sistemiyle aslında dünya feminist hareketlerin de ayrıldığı bir noktada. Yani dünya feminist hareketlerinde hala böyle bir eş başkanlık sistemi fiili hale getirememişlerken Kürt kadın hareketi son 30 yılda böyle bir sistem yarattı ve bu 15 yıldır da aktif olarak uygulayıcısı tabii ki bugün atanan kayyumlardan eş başkanlığın da çok büyük bir etkisi var. Buna tahammül edemeyen, kadını yönetimine tahammül edemeyen bir gerçeklik var. Bununla beraber ben şuna bakıyorum ‘Kürt kendini yönetemez’ meselesi de var işin içinde. Türkiye’de şu anda mevcut tek demokratik denebilecek sistem artık bir seçim meselesi onun dışında çok demokratik mesele yok artık."
"Türkiye’de her şey, hukuktan eğitime, siyasette, her şey bir pamuk ipliğine bağlı ve günlük küçük çözümlerle süreç yürütülmeye çalışılıyor. Demokrasi meselesinde tek bir sandık meselesidir ama Kürde, Kürdistan‘a geldiğinde buna da tahammül edemiyorlar. Bunu kabul etmeyen birileri var. Aslında mesele çok küçük görünen bir yerden çok büyük bir mesele. Burada olay Dersin Belediye eş başkanlarına, Mardin, Batman eş başkanlarına verilen cezalar değil burada aslında Kürdün kendini yönetim biçiminde bir müdahale var. ‘Sen kendini yönetemezsin, ben seni yönetebilir, ben istediğim sınırda sen kendini yönetebilirsin, hele kadın hareketlerinde, kadınlarla eşit haklara sahip olduğu, kadının da sözünün geçerli olduğu bir yaşam biçimine hiç tahammülüm yok.’