Ankara Queer Art Programı: Sanatı, anti- homofobik ittifakın basit aracı olarak görmüyoruz

Ankara Queer Art Programı: Sanatı, anti- homofobik ittifakın basit aracı olarak görmüyoruz
İlker Cihan Biner, güncel sanat dosyasının dördüncü bölümünde Ankara Queer Sanat Programı ile LGBTİ+'ların güncel sanat alanındaki temsilini, anti-homofobik ittifakı, sanat kurumlarının yapısını ve queer sanat pratiklerini konuştu.

İlker Cihan BİNER


Türkiye'de uzunca bir süredir kültür - sanat alanına iktidar kurumlarından yönelen müdahaleler, güncel sanat alanın halihazırda yapısal problemleriyle birleşince kültür üretimlerine katkı sunan; bu alanda yazan, eser üreten, düşünen insanlarla konuştuğumuz bir güncel sanat dosyası yapma fikri kaçınılmaz oldu.

Son zamanlarda etkisini gittikçe arttıran baskı ortamı ciddi boyutlara vardı. Sansürle karşı karşıya kalan küratörler, sanatçılar var. Geçenlerde ‘Kültür Sanat Alanına Ayrımcılığa Karşı’ adında yayınlanan anonim metin tam da bu sıkışmışlığa karşı bir yanıt niteliğindeydi.

Biz de dosya kapsamında sanatçılara, küratörlere, sanat eleştirmenleri/yazarlarına, sanat yayınlarındaki editörler dahil olmak üzere konuştuğumuz isimlere, Türkiye'de güncel sanat sahasında yaşanan zorlukları, sanat-politika ilişkisini ve daha pek çok şeyi sorduk.

Dosyanın dördüncü bölümünde, Ankara Queer Sanat Programı ekibi ile kuruluş hikayelerini, LGBTİ+'ların güncel sanat alanındaki temsilini, anti-homofobik ittifakı, sanat kurumlarının yapısını ve queer sanat pratiklerini konuştuk.

218365.jpg
Ankara Queer Sanat Programı/Grup Sergisi.

Ankara Queer Sanat Programı nasıl oluştu?

Ankara Queer Sanat Programı: 2015 yılı itibariyle içinde bulunduğumuz politik atmosferin her geçen gün LGBTİ+ varoluşunu, mücadele yöntemlerimizi kriminalize etmeye başlamasıyla yeni yolar icat etmeye çalıştık. Bu vesileyle Türkiye’de ve yurt dışında düzenlediğimiz sergiler, bu sergilere paralel örgütlenen programlar çağdaş sanat alanıyla doğrudan gerçekleşen ilk karşılaşmalarımızdı. Bu karşılaşmalardan edindiğimiz tecrübeler bize Türkiye’de queer sanata odaklanan sanatçıların hem Türkiye’de sanatçı olmalarından hem de odaklandıkları alan itibariyle oldukça kaygan bir zeminde iş üretmeye çalıştıklarını gösterdi.

Biz de bu nedenle söz konusu alanda iş birliği kurduğumuz sanatçı, küratör ve eleştirmenlere danışarak sanatsal üretim süreçlerini destekleyebilecek mekanizmalar üzerine düşünmeye başladık. ‘Konuk Sanatçı’ programı hızlı ve pratik bir başlangıç imkanı sunuyordu; ilk elden bunu değerlendirmek istedik. Fakat pek çok konuk sanatçı merkezinin aksine biz sanatçılardan kalınan süre sonunda illa ki bir sergi açmasını yahut konuşma yapmasını beklemiyoruz. Elbette bunları gerçekleştirmek istiyorsa destekliyoruz ancak bu programda odağımız sanatçının 2 ay süreyle güvenli bir alanda, ne düşünmek ve ne yapmak istiyorsa desteklenmesi.

Türkiye’de LGBTİQ+ mücadelesi ‘terör’ sözcüğüyle yaftalanıyor. Baskılar güncel sanat alanına doğru genişledi. Örneğin; Artİstanbul Feshane’ye yönelik linç girişimlerinin homofobi ve transfobi ile de ilişkisi olduğunu görüyoruz. Ayrıca ‘kültür-sanat alanına ayrımcılığa karşı eyleme geçme çağrısı’ başlığıyla güncel sanat alanında yaşanan baskı ve şiddete dair bir metin yayınlandı yakın zamanda. Ankara Queer Sanat Programı tüm bu süreçlerde nasıl bir yerde duruyor?

Makbul vatandaş kimliği hasat etmek için "makbul olmayan"ın inşasının bir dizi marjinalleştirme pratiklerine dayandırılması, iktidar mefhumunun devrede olduğu tüm alanların en bildik ve sıradan uygulaması; elbette Türkiye’nin mevcut egemenlerinden de daha kompleks bir uygulama beklenemezdi. Bu anlamıyla “Lgbtcilik” bir icad kavram olarak iktidara güçlü bir hareket alanı sağladı.

Makbul olmayan oluşlar, suç teşkil eden eylemler ve yıkıcı bir söylem toplamından oluşan programatik bir ideoloji gibi tarif ediliyor “lgbtcilik”. İnanç temelli toplum yapısını, aileyi, ulusal egemenliği tehdit eden batılı, kapitalist bir tesir, sömürgeci bir ortak düşman olarak işaret ediliyor. Ve bu sadece LGBTİ+'lara yakıştırılmıyor; zaman zaman da sanat “lgbtcilik”le organik bir bütün olarak sunulup egemenliğin yeni hegemonyasının oldukça işlevli aparatlarından biri olarak iş görüyor.

Bu nedenlerle, Artfeshane'ye linç girişimlerine ne yalnız homofobi, transfobi, ne sanat ve sansür ne de yalnız gericilik ilericilik bağlamında yaklaşmamız yeterli. Bahsettiğiniz çağrının tartıştığı sanat kurumlarının bu krizden nasıl bir özeleştiri ile çıkacağı elbette çok önemli lakin kurumların sanata müdahaleye içinde bulunduğumuz politik kutuplaşmadan taşarak yaklaşmayı başarıp başaramayacakları sonrası için çok daha belirleyici olacak.

Ankara Queer Sanat Programı bir sanat oluşumu olarak, sanatsal ifadeye müdahalelerin insan hakları ve ifade özgürlüğüne saldırı olduğunun altını çiziyor. Antihomofobik ittifakın sanatsal ifade ve üretim aracılığıyla kurulabilmesi için çalışarak yol alıyor.

Bu yönüyle sanatsal üretimi, ittifakı genişletmenin basit bir aracı olarak görmüyoruz; aksine hem queer pratiğin tüm alanları hem de sanat üretim süreçleri, dünyanın sınırlandırılmaya ve bu yönüyle denetim ve disiplin mekanizması olarak işlenmeye çalışılan potansiyellerini sonsuzca serbest bırakma mücadelesinin metodolojik ve içkin ortaklığını barındırması nedeniyle zaten iç içeler; Ankara Queer Sanat Programı basitçe, dağınık duranları bir araya getirme programı değil, dışsal gibi gözükenin esasen içkin olduğunun bilincini açık kılmaya dair bir program –tabiri caizse ‘aynı aile’deniz.

LGBTİ+'lara dair görüş ve talepler içeren metinlerde, karar alma, söz ve eleştiri üretme süreçlerinde LGBTİ+ sanat üreticilerinin kapsandıklarına değil, temsil edilip edilmediklerine değil, öncelikle söz alıp almadıklarına emin olmaya ihtiyacımız var. Bundan emin olmanın yolu, hakim sanat kurumlarında, kurumsal projelerde, otonom sanatçı birlikleri ve ağlarda yer bulamayan veya içinde olmamayı tercih eden LGBTİ+ sanat üreticilerine yer açmak üzere herkesin kendi topluluklarını ve ilkelerini gözden geçirmesidir. Varoluşun ve tüm var olanların olası potansiyellerini serbest bırakmaya yönelik en güçlü iki pratiğe, queer ve sanata yönelik eşzamanlı saldırı tüm alanlarda uygulanan muazzam bir stabilizasyonun ve giderek yok olmanın prototipidir.

Yakın zamanda İKSV ve sansür meselesi çok fazla tartışıldı. Oluşan erk, bu hiyerarşik konumlar aynı zamanda eril temsil mekanizmalarının dolaşımı ile ilgili. Türkiye’de sanat kurumları sizce demokratik mi?

Ankara Queer Sanat Programı: Yakın zamanda Eczacıbaşı Topluluğu'na maden işçilerinden gelen eleştiriyi hatırlayalım. Sanat yoluyla üretilen değer ve birikim, emeği, sermayenin birincil aracı olan işçiden sakınıldı, söyledikleri buydu. Kültür sanat kurumları demokratik mi sorusunu bu vesileyle tekrarlamak mümkün. Kültür sanat alanına şekil veren sermaye, ezilenlere kendinin dışarısı olarak ihtiyaç duyuyor.

İktidar, normatif toplumsal düzeni inşa etmek için azınlıkları ve marjinalleştirilmişleri hedef alıyor, örneğin homofobiyi son zamanda sıkça ekip biçiyor. Bunlar toplumsal baskının, muhbirliğin icrası yoluyla hiyerarşilere dönüşüyor (çok çeşitli toplulukların maruz kaldığı şiddet, barınamayanlar, işsiz lgbti'ler vb.) Türkiye'de şeffaflıktan, sansüre karşı pozisyon almaktan geri duran kültür sanat kurumlarının durumu, kendilerinin, ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanların, toplumun, izleyici ve sanat üreticisinin yanlış önceliklerinin sonucudur.

Ankara Queer Sanat Programı, işi LGBTİ+'lar ve insan hak ve özgürlükleri alanında çalışmak olan bir dernek ve ilkeler tarafından kapsanıyor. Bu gibi yapılara ihtiyacımız varsa, içinde bulunduğumuz politik iklimde çok çeşitli tehdite maruz kalan ve 29. yaşına giren Kaos GL gibi derneklere ihtiyacımız olduğunu söylüyor oluyoruz aynı zamanda. Yakın zamanda kültür sanat hegemonyasına odaklanan tartışmalar da benzer şekilde, pek çok ezilenin ortak yaralanabilirliğini işaret ediyor.

Programlarınızla ilişkili sanatçıları seçerken özellikle bir kriteriniz var mı?

Programın tek basit bir kriteri var: Başvuru yapan sanatçıların sanatsal üretim pratiğinde Queer neye tekabül ediyor? Bu tekabülün bizlere sunabileceği potansiyeller üzerinden, her bir jürinin ayrı ayrı değerlendirme sonuçlarını paylaştığı bir sürece giriyoruz.

Türkiye’de queer sanat tarihi çokça tartışılıyor. Ortaya çıkan estetik pratiklerin silinme tehlikesi durumlarına karşı arşiv oluşturmak önemli. Bu konuda nasıl bir pozisyonunuz var? Gelecek programlarınızda arşivleme, Türkiye’de LGBTİQ+ mücadelesiyle bağlantılı tarihsel çalışmalar olacak mı?

Gerçekleştirdiğimiz ilk sergi olan “Gelecek Queer” sadece kendinin değil aynı zamanda Türkiye’deki tüm LGBTİ+ örgütlerin basılı olarak ürettiği hemen hemen her materyale sahip olup, onu korumaya çalışan Kaos GL’nin arşiviyle, sanatçıların işlerini bir araya getirdi. Ancak estetik pratiklere dair maalesef henüz ülkede böyle bir arşiv bulunmamakta.

Arşiv kavramının öneminin farkındayız, çünkü geçmişin heybesini dolduran pratikler sadece tozlu raflarda ya da dijital depolarda bekleyen "eski"ler değildir; "şimdi ve burada"ya yapılan her müdahale ile yeniden canlanabilecek imkan ve kapasitelerdir. Zamanın büyük alt üst oluşları geçmişten çağırılan bu hayaletlerle mümkün olmuştur her daim. Böylesi bir arşiv ancak uzun yıllara yayılan, güven dolu, kolektif bir emekle mümkün olacaktır ve umuyoruz ki böyle bir çalışmanın günün birinde emektarlarından oluruz. Şimdilik sadece programda yer alan sanatçıların üretim süreçlerine odaklandığımız farklı küratör ve sanatçılarla gerçekleştirdikleri derinlemesine görüşmeleri ve programın kendi üretimlerini arşivliyoruz.

Gelecek projelerinizden bahseder misiniz? Ankara Queer Sanat programının ufkunda neler var?

Şu sıralar şimdiye kadar temas ettiğimiz sanatçılarla birlikte oluşturmaya çalıştığımız bir kitap-sergi üretmeye çalışıyoruz. Ayrıca Essen Güzel Sanatlar Üniversite’sinden aldığımız bir davet bulunmakta, umuyorum 2024 yılında programdan sanatçılarla bir sergimiz olacak bu kapsamda. Ve elbette program vesilesiyle daha fazla sanatçıyı ağırlamayı ve her biriyle sadece Ankara’da kaldıkları süre boyunca değil sanatsal pratiklerinin her aşamasında yan yana olmayı arzu ediyoruz. İlginiz için teşekkürler…

Öne Çıkanlar