Büyülü Dağ’ın Eşiğinde: 'Empusyon'

Olga Tokarczcuk’un geçtiğimiz günlerde Timaş tarafından yayımlanan son romanı Empusyon, kadın-erkek dünyasına yönelik eleştirileri, yazarın diğer romanlarıyla kurduğu bağ ve merkezine aldığı izleklerle önemli bir metin olarak okurunu bekliyor.

Büyülü Dağ’ın Eşiğinde: 'Empusyon'

Abdullah EZİK

Olga Tokarczcuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sonra yayımlanan ilk romanı Empusyon, merkezine aldığı ikilikler üzerinden okura birçok açıdan sürpriz bir son hazırlayan, hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmadığını, sis perdeleri aralandığında arkalarında ne derece sarsıcı gerçekler barındırdığını vurgulayan bir kitap. Birçok açıdan Tokarczcuk’un diğer metinleriyle benzer bir düzlem üzerinden hareket eden roman, öte taraftan geliştirdiği atmosfer, karakterleri ve diyaloglarıyla okura referans dolu bir hikâye vadediyor.

Tokarczcuk, bütün bir romana aslında Yunan mitolojisine ait bir karakter ve anlatı ile giriş yaparak hikâyenin ne denli katmanlı bir yapıya sahip olduğunu vurgular. Bu anlamda anlatıya kitabın başlığından, Empusyon’dan başlamak gerekir. Yazar, roman başlığını bir antik Yunan karakteri olan Empusa’dan alır ve bu isimle “sempozyum” kelimesini birleştirerek yeni bir ifade ortaya çıkarır. Empusa, Yunan mitolojisinde birçok farklı kılığa girmesiyle bilinen, özellikle insan etiyle beslenen ve bütün bir düşünce biçimini insan avlamak üzerine kuran bir karakterdir. Öte taraftan Empusa’nın alamet-i farikası, çoğunlukla güzel kadın kılığına girmesi ve avlarına bu şekilde yaklaşmasıdır. Tanrıça Hekate’nin insanları korkutmak üzere hayat verdiği Empusa, böylelikle mitolojide kendisine sembolik bir yer edinir. Tokarczcuk’un Empusa ile birleştirdiği “sempozyum” ise “insanların toplandığı yer” anlamına gelir. Dolayısıyla yazar bu noktada iki sözcüğü birleştirerek ortaya “erkeklerin toplandığı, konuştuğu, avlandığı yer” olarak yorumlanabilecek yeni bir ifade çıkarır. Romanın üzerine kurulu olduğu temel mesele de buradan hareketle gelişir.

Empusyon, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen başlarında geçer. Eylül, 1913’te, Görbersdorf kasabasındaki Beyler Konukevi’nde geçer bütün bir roman. Tüberkülozdan muzdarip olan Mieczysław Wojnicz’in tedavi olmak için gittiği bu sanatoryum, bütün bir dünyanın eşiğinde olduğu büyük bir krizin habercisi gibidir. Farklı türden hastaların bir araya geldiği ve kendileriyle, hayat mücadelesi ve yaşama tutunma arzusuyla hareket ettikleri bu yer, onlar için geçilmesi gereken bir eşik gibidir. Dolayısıyla karakterleri zamansal ve mekânsal olarak bir kriz ânının içerisine konumlandıran Tokarczcuk, insanlık tarihinin bu büyük dönüm noktasını her şeyin merkezine yerleştirerek hareket eder.

Romanın ana karakteri olan Mieczysław Wojnicz, ürkek, ölüm ile yüzleşmekte olan, kendi içine kapanık bir gençtir. Hastalığı onu o derece sert bir şekilde kuşatır ki ölüm korkusunu ve bu korkuya dair hissettiği gerilimi her ân okura da yansıtır. Dolayısıyla romanın gerek zamansal gerek mekânsal gerekse ana karakter etrafında inşa edilen örgüsünde gerilim başat bir yer edinir. Metin boyunca ön plana çıkan diğer tüm karakterler de bu gerilimi hemen her zaman hissettirir. Bu bilinçli tercih, Empusyon’u bir av(lanma) hikâyesi olmakla birlikte aynı zamanda bir gerilim romanı hâline getirir.

Birçok farklı türden ikilik (düalite) üzerine kurulu olan Empusyon’da kadın-erkek ilişkileri, doğa-insan çatışması, hayat-ölüm yüzleşmesi önemli bir yerde durur. Mieczysław Wojnicz ve beraberindeki karakterler hayata dört elden tutunmaya çalışırlar. Bununla birlikte ölüm, her zaman onları etkisi altına alan bir mesele olarak kendisini yakından hissettirir. Kimi bu meseleye felsefi bir yerden yaklaşır, kimi dini, kimi ise bilim. Nihayetinde ne olursa olsun bu korku ve düşünce kendisine derin bir karşılık bulur. Benzer bir ikilem doğa ile insan arasındaki ilişki üzerinden de ön plana çıkar. Görbersdorf kasabasındaki Beyler Konukevi, misafirlerini doğa ile buluşmuş, korunaklı, ayrıksı bir yerde ağırlar. Doğanın içerisinde, misafirlerini (hastalarını) dünyanın bütün gerçeklerinden ve krizlerinden uzak bir yerde ağırlayan bu konukevi, öte taraftan insanın kendisi dışındaki her şeyi nasıl tarumar ettiğini de gözler önüne serer. Doğa her zaman insan için sığınılacak bir liman değildir, bazen dümdüz edilmesi gereken bir engel olarak da görülebilir. Dolayısıyla insanın doğa ile ilişkisi onunla kurduğu bağa ve temel hedefe göre değişkenlik gösterebilir. Roman, bir noktada bu meseleyi de işin içerisine dâhil eder.

Erkek egemen dünya, birçok romanında olduğu gibi Empusyon’da da Olga Tokarczcuk’un temel meselelerinden biri olarak ön plana çıkar. Roman, bütünüyle erkekler dünyası üzerine kuruludur. Kadının adının dahi söz konusu olmadığı bu yerde her şey erkeklerin dilediği biçimde gelişir. Roman boyunca Mieczysław Wojnicz’in çevresindekilerle yaptığı konuşmalar erkeklerin kadınlar hakkında ne(ler) düşündüğünü farklı şekillerde vurgular. Buradaki asıl oyun ise ancak romanın final sahnesinde tam anlamıyla sabit yere konumlanır. Tokarczcuk’un Platon, John Milton, Friedrich Nietzsche, Arthur Schopenhauer, Racine, Jean-Paul Sartre, Ezra Pound ve Shakespeare gibi birçok yazara, şair ve filozofa atıflarla geliştirdiği diyaloglar, erkek egemen dünyanın nasıl şekillenip bugünlere vardığını tarihsel olarak takip eder. Roman, söz konusu isimler üzerinden gelişen tartışmalarla kendi finaline doğru ağır ağır ilerler.

‘Kadın, evrimin geçmiş ve daha düşük bir aşamasını temsil eder, Bay Darwin’in yazdığı şey bu ve burada şunu söylemek istemiştir, kadın...’ Lukas doğru sözcüğü arıyordu, ‘...evrimsel olarak uyuşuktur. Erkek çoktan ilerleyip yeni beceriler kazandığında, kadın eski yerinde kaldı ve gelişemedi. Bu yüzden kadınlar genellikle sosyal olarak engellidir. Bir şeyle kendi başlarına başa çıkamazlar ve her zaman erkeklere güvenmek zorundalar. Bu nedenle erkekte bir izlenim bırakmak zorundalar. Gülümse manipülasyonu. Mona Lisa’nın gülümsemesi, evrimsel olarak kendiyle başa çıkma stratejisinin sembolüdür. Baştan çıkar ve manipüle et.’

Olga Tokarczcuk’un geçtiğimiz günlerde Timaş tarafından yayımlanan son romanı Empusyon, kadın-erkek dünyasına yönelik eleştirileri, yazarın diğer romanlarıyla kurduğu bağ ve merkezine aldığı izleklerle önemli bir metin olarak okurunu bekliyor.

kitap Roman nobel Nobel Edebiyat Ödülü Olga Tokarczcuk