Her Şeyin Şafağı: Alternatif tarih yazımı
Merve KÜÇÜKSARP
David Graeber ve David Wengrow’un kaleme aldığı “Her Şeyin Şafağı” isimli çalışma, “İnsanlığın Yeni Tarihi” alt başlığı ve Kerim Kartal’ın çevirisi ile Epsilon Yayınları tarafından yayımlandı. Graeber ve Wengrow'un antropolojik ve arkeolojik araştırmaları ışığında kaleme aldıkları bu eserde, insanlığın binlerce yıllık hikayesi yeniden sorgulanıyor. Medeniyetin ilerlemesi süreci yeniden sentezlenerek, mevcut hikayenin farklı varyasyonları ortaya çıkarılıyor.
“İnsanlığın Çocukluğuna Elveda”, “Lanetli Özgürlük”, “Buzul Çağını Çözmek” , “Özgür İnsanlar, Kültürlerin Kökeni ve Özel Mülkiyetin Gelişimi”, “Çok Ama Çok Eskiden”, “Adonis Bahçeleri”, Özgürlüğün Ekolojisi”, “Hayali Şehirler”, “Göz Önüne Saklanış”, “Devletin Neden Kökeni Yoktur”, “Başa Dönüş” ve “Sonuç” olmak üzere on iki bölümden oluşan eser, ilk etapta Hobbes ve Rousseau tarafından geliştirilen geleneksel insanlık tarihi anlatısına karşı mesafe alır. İnsanlar küçük, eşitlikçi avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşarken, tarımsal üretime geçerler, bununla birlikte ihtiyaçtan fazlası üretilmeye başlanır, nüfusta artış gerçekleşir ve özel mülkiyet kavramı ortaya çıkar. Nüfusu artan insan grupları zamanla kabilelere ayrılırlar ve yapıların karmaşık hale gelişi, insan nüfusunun organizasyonuna dair birtakım düzenlemeleri gerekli kılar. Görevlere ve işlevlere göre kişiler bu organizasyonlarda görev alır, gitgide görevlerinde uzmanlaşırlar; kimi zaman yönetici, kimi zaman da savaşçı olarak. Nüfus arttıkça ve yapılar karmaşık hale dönüştükçe, şehirler kurulur, şehirlerde ekonomik kutuplaşmalar, statü olarak farklılıklar belirir. Kapitalizmin temelleri burada atılır. Bunu şehir devletlerin yerini krallıklar ve imparatorlukların kurulması takip eder. Medeniyet bu şekilde ilerler.
Bu minvalde klasik tarih anlatısı ile eserdeki kronoloji eş zamanlı olarak ilerler. Ancak yine de, eser, yerleşik hayatın tarımsal hayata geçişten önce gerçekleştiğini vurgular. Tarımsal üretimden önce görülen ve sulak arazilerde gerçekleşen, avcılık, hayvancılık ve bahçeciliği ihtiva eden bir tür çiftçilik görülür ve bu, özel mülkiyete yol açmadığı gibi, tarımsal üretim gibi yoğun emek isteyen bir üretim değildir. Ancak yine de bu dönemde de yerleşik hayata geçilmiş, insanlar daha özgür ve kendi istekleri doğrultusunda, ihtiyaçlarını giderecek şekilde bir tür yaşam formu inşa etmişlerdir. Yani klasik anlatılarda yer aldığı gibi tarım bir anda ve bir merkezde ortaya çıkmamıştır. Keza eser, aynı şekilde şehirlerin ve krallıkların ortaya çıkışının da nasıl tedricen olduğunu ele alır.
HİKAYE DOĞRUSAL İLERLİYOR
Eserde anlatılan hikaye doğrusal bir şekilde, eskiden yeniye, ilkelden medeniyete doğru ilerler. Gruplardan kabilelere, şehirlere ve eyaletlere dönüşümün nasıl gerçekleştiğini, bu sırada bürokrasi ve kimi kutuplaşmaların temellerinin nasıl atıldığını anlatırken, insanın bu süreçte sürüklenen bir figür olmadığını, aksine seçimlerinin bu akışı etkilediğini de açıklar.
Kitap tarihsel düzlemde okuyucuyu, Buz Devri'nin öncesinden başlayarak, türlerin ortaya çıkışını ele alarak, ilk devletlerin meydana çıkışına ve elbette daha sonrasına kadar götürür. İnsanlığın miladı olarak addettiğimiz Homo Sapiens Afrika kıtasında tarihe gözlerini açar, modern insana doğru evrilir. Kitap, bu bağlamda Cennet mitini de reddeder. Hatta biyolojik ortaya çıkışımız ve kültürel anlamda var olmamız arasındaki binlerce yıllık boşluğu işaret eder. Ancak burada eser, bu ilk insanların, avcı toplayıcı grupların bugün anlatıldığı kadar basit olmadığını, aksine karmaşık olduğunu ileri sürer.
BATI MEDENİYETİNİ TAŞLIYOR
Eser, yer yer, Avrupa ve çevresindeki medeniyete dair kimi eleştiriler de ihtiva eder. insanlık tarihinin maddi ilerlemeyle birlikte seyir aldığını iddia eden geleneksel anlatının, Batı'nın onurunu kurtarmak için Yerli eleştirisine tepki olarak geliştirildiğini iddia eder. Hatta insanlığa dair anlatılan geleneksel hikayenin, adeta refah seviyesinde de bir ilerleme olarak anlatılmasının doğru olmadığını, bunun da Batı medeniyetini güzellemekten, Yerli eleştirisini hafifletmekten başka amaç gütmediğinin altını çizer., ki eser Avrupa medeniyetini pek çok konuda kınarken, Yerli fikirlerin, -keza nezaket, karşılıklı ilgi, demokrasi, özgürlük gibi- Aydınlanma düşüncesinin membaını oluşturduğunu, bu düşüncelerin Batı’da temelinin olmadığını da söyler.
Graeber ve Wengrow, ‘Her Şeyin Şafağı” isimli eserde ,insanlığın hikayesini anlatırken, kimi önemli eserlerden de bahsediyorlar ve bunların işaret ettiği hikayelere dair bir okuma yürütüyorlar. Keza bugün Türkiye sınırlarında yer alan, M.Ö. 9. Yüzyıla ait Göbeklitepe gibi kimi anıtsal mekanlarla okuru tanıştırıyorlar. Tarihin bilinen ve kabul edilen hikayesinin kimi yerlerini taşlayarak, onu yeniden yorumluyorlar.