İnsanın çelişkili doğasına dair: 'Çan'
Merve KÜÇÜKSARP
Iris Murdoch’ın kaleme aldığı ‘Çan’, Seda Ağar’ın çevirisi ile Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Murdoch, bu romanında karakterlerin arasında oluşan karmaşık ilişki ağı ekseninde onların aşk, inanç, cinsellik ve evlilik gibi kavramlarla olan imtihanını ele alıyor, mütereddit ruh hallerini anlatıyor.
Iris Murdoch, romancılığının yanı sıra metinlerinde güttüğü filozof tavrıyla da namlı bir yazardır. Öyle ki, kimi zaman 19. Yüzyıl roman geleneğine atıfta bulunurcasına, anlatısını denemeye dönüşen metinlerle inşa eder, ayrıntılı karakter analizleri yapar ve karakterlerin yaşadıkları ussal yarılmaları anlatır. Verdiği mülakatlarda da, 19. Yüzyıl romanın modernist romana göre geniş olanakları, hatta üstünlükleri olduğunu, modernist romanın insanı iyi anlat(a)madığını, bunun yerine biçimciliği ile içi boşaltılmış bazı kavramlar ihtiva ettiğini savunur. Romanlarında örtük anlamlar kullanmak, manayı okurun tahliline bırakmak yerine anlatıcının sesini bariz kılar. Nitekim ‘Çan’da da, bu sesi duyarız.
Hikaye romanın baş kişisi olan Dora’nın Paul Greenfield isminde bir adamla olan marazi ilişkisi ile başlar. Dora ve Paul evlidirler ve birbirlerine güçlü bir duygusal bağla bağlıdırlar. Buna rağmen Paul Dora’ya kötü davranmakta, Dora bu evliliğin içinde kendini mutsuz ve sıkışmış hissetmektedir. Kitap Dora’nın Paulle olamadığını, Paulsüz de yapamadığını romanın en başında şu cümlelerle okura bildirir:
“Dora Greenfield kocasını terk etti çünkü ondan korkuyordu. Altı ay sonra ise aynı sebepten dönmeye karar verdi. Olmayan Paul, mektuplar, çalan telefonlar ve merdivenlerdeki hayali ayak sesleriyle Dora’ya dadanarak daha büyük bir eziyete dönüşmeye başlamıştı. Dora kendisini suçlu hissediyordu, suçluluk duygusu da beraberinde korkuyu getirdi. En sonunda Paul’ün varlığının sebep olduğu zulmün, yokluğunun sebep olduğu zulme yeğ olduğuna hükmetti.”
Ne var ki, Murdoch bu ikisi arasındaki ilişkiyi eksenine alacağını okura hissettiredursun, sadık okurlarının enikonu bildiği bir taktiğe sarılır ve anlatıyı farklı rotalara doğru götürür. Hikaye Dora’nın Michael isimli biriyle tanışmasıyla birlikte aks değiştirir. Murdoch bu defa Michael'ın hikayesini ortaya çıkararak eşcinsellik, aşk, içgüdüler arasında kalan bir adamın yaşadığı maneviyat keşfini anlatıda baskın hale getirir.
Dora yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, çökmekte olan evliliğini kurtarmaya çabalayan, ne yapacağını bilmez halde yalpalayan bir kadındır. Hikaye ilk etapta onun bakış açısıyla kaleme alınır. Dora, Michael ile tanıştıktan sonra ise anlatı bu kez Michael’in bakışına odaklanır, onun gözüyle yeni bir dünya çizer. Hikaye bu noktadan sonra Imber Manastırı geçer. Buraya sığınan veya burayı gerçekten evi bilen topluluk içinde yaşananlar anlatılır.
Buradaki topluluğun amacı, Manastır'a kendini adayacak, vazifeşinaslık ile orada çalışacak, diğer yandan da dünyevi hazlardan ve meşgalelerden kendini soyutlayacak insanları bir araya getirmektir. Michael de bu topluluğun, aynı saikle hareket etmeye çalışan, arzuları ile imanı arasında gidip gelen lideridir.
AHLAKİ BİR SEMBOL OLARAK ÇAN
Romana ismini veren ve sık sık ismi geçen çan, bireyin ahlaki sorunları simgeler. Çan’ın bir de hikayesi vardır, Manastırın orijinal çanı, bir rahibenin cinsellik ile olan imtihanında dürtülerine yenilmesi sonucunda -adeta mistik bir ceza olarak- Manastır yakınlarında bir göle düşmüş ve o günden bu yana bulunamamıştır. Manastır artık yeni bir çan almayı tasarladığı bir sırada, Tody isminde bir genç göle dalar ve gölde kaybolan eski çanın yerini bulur. Ancak onu nasıl çıkaracağı okurun izini süreceği diğer bir sorudur. Murdoch tarafından hem güzel ve büyüleyici, hem de karanlık ve sır dolu olarak tasvir edilen göl de insanın tabiatını sembolize eder.
Romanın olay örgüsünü bir diğer geliştiren unsur ise, geçmişte kimi erkeklerle –manastırın uygun görmediği- ilişkilere giren Michael'ın hem bunları hatırlayışı hem de Toby'ye karşı hisler beslemeye başlamasıdır. Michael, hislerininin yanlış bir şey olmadığını düşünmekte, yine de aldığı terbiyeden dolayı bunları bastırmak için kendini zorlamaktadır. Ancak bir gün dürtülerine amade olduğu bir sırada, Toby’i öper ve bu davranışı yüzünden pişman olur, zihninde davranışını gözden geçirip durur. Toby’i incitip incitmediğini, ona zarar verip vermediğini, geçmişte yaşadığı bazı deneyimlerden yola çıkarak sorgular. Oysa Toby kendisine kızgın değildir. Bu ilgi onun da kendini, cinselliğini keşfetmesiyle sonuçlanan bir serüvenle nihayetlenir. Eşcinsel eğilimlere sahip olmayan Toby – biraz da Michael’e herhangi bir duygu taşımadığını hem kendine hem de Michael’e kanıtlamak niyetiyle- Dora için karmaşık duygular beslemeye başlar ve aralarında yanlış anlaşılmalar, tuhaflıklardan müteşekkil bir ilişki filizlenir.
Murdoch romanda homofobik bir yaklaşım gütmez, sofu bir ortamda yaşayan bir adamın çelişkilerini, insani zaaflarını ortaya serer. Bunu yaparken karakterlerinin içine düştüğü, manastır tarafından günah ya da sevap olarak yaftalanan davranışların ve düşüncelerin birbirine zıt şeyler olmadığını, hatta kimi zaman iç içe geçmiş, birbirinin nedeni veya sonucu olabilen haller olduğunu gösterir. Satır aralarında ahlakın ne olduğuna dair okuru düşündürür ve son kertede okurun zihninde ahlakın dinle ilişkili olmadığına, aksine ahlakın insanın kendi kişisel yolculuğunda kendi kendine ulaşabileceği bir erdem olduğuna dair fikir tohumlarını da ekmeyi ihmal etmez.
Iris Murdoch ‘Çan’ isimli romanında ahlaki kurallar ve duygular arasında sıkışıp kalmış bireyi mercek altına alırken, onun iç çatışmalarını, arzu ve pişmanlık arasındaki gelgitlerini, kimi zaman kendi eylemlerine dışarıdan bakarak kendine yabancı kalışını anlatıyor. Bir yandan da ahlak ve aşk ekseninde doğru ve yanlış kavramlarını sorguluyor.