Jale Özata Dirlikyapan: Yapıtı iptal etmek çözüm değil, tarihsel okumanın önü kapatılmamalı

Jale Özata Dirlikyapan: Yapıtı iptal etmek çözüm değil, tarihsel okumanın önü kapatılmamalı
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Jale Özata Dirlikyapan kültürel alanı sıkça meşgul eden iptal kültürü tartışmalarının edebiyat alanındaki yansımalarını Artı Gerçek'e değerlendirdi.

Deniz ÇAKMAK


Artı Gerçek - En son Agatha Christie'nin romanlarından ırkçı ifadelerin çıkartılmasıyla yeniden alevlenen fakat uzun zamandır politik ve kültürel alanın değişmeyen gündemi haline gelen iptal kültürü tartışmalarının edebiyat dünyasına yansımalarını Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Jale Özata Dirlikyapan'la konuştuk.

İktidar ilişkilerinin hakim biçimini ifşa etmek ve onu tersine çevirmek için verilen sivil mücadelenin tarihi çok eski fakat bunun kültür alanındaki pratikleri ilk defa yaygın biçimde tartışılıyor. Siz edebiyat alanında çalışan bir akademisyensiniz, dolayısıyla hem ele aldığınız metinlerin niteliği hem de o metinlerin içine doğduğu tarihsel koşullarla ilgileniyorsunuz. Sizce metnin niteliği ve kültürel alana katkısıyla, yazarın toplumsal konumu birbirinden ayrılabilir mi?

Bu soruya bir çırpıda “ayrılmaz” yanıtı verilebilir kuşkusuz. Ama konu sanat-edebiyat olunca bu kadar keskin bir yanıt vermek zor. “Metnin niteliği” ya da “kültürel alana katkısı” dediğimiz şey, metnin kültür alanına basitçe eklemlenmesi, o alanı yeniden üretmesi ya da o alanla uzlaşması değildir her zaman. Popüler kültür ürünlerinde bu uzlaşmacı eklemlenmeye daha sık rastlasak da—ki onlarda bile kültürel direnç noktaları vardır kimi zaman—temel derdi içinden çıktığı kültürel ve ulusal kodlar olan metinlerde bu uzlaşma ciddi bir mesele haline gelir.

'METİNDEKİ YAZAR İMAJI İKTİDAR İLİŞKİLERİNE GÖMÜLÜ OLABİLİR'

Yazarın toplumsal konumunu kavramamızı mümkün kılan her söylemin, metnin anlamına katkısı tartışılmaz şüphesiz. Ama öte yandan, metnin yazarın toplumsal konumunu aşan, onunla çatışan, kimi zaman kendisinin bile ayırdında olmayabileceği bilinçdışı süreçlerin işlediği durumlar vardır.

Toplumsal alanda iktidar ilişkileriyle, güç odaklarıyla mesafeli olduğu düşünülen bir yazarın metni, bu mesafeyle çelişen imalar içerebilir. Metinden çıkan yazar imajı, dikkatli bir okuma sonucunda o iktidar ilişkilerine gömülü bir yerlerden ses veriyor olabilir.

Toplumsal konumunun getirdiği yükle, bu yükü görünür kılma niyetiyle yazan bir edebiyatçı, yaratıcı-kurmaca yazı süreçleri içinde bu toplumsal konumla yaşadığı bireysel çatışmayı açık edecek bir kanala kavuşmuş olabilir. Özetle, edebiyat metnini toplumsal’dan bütünüyle koparmak kadar, bütünüyle ona gömmek de mümkün değildir.

'DÜNYA GÜÇLERİNİN SİYASİ KARARLARIYLA SANATI BOYKOT ETMEK ABSÜRT'

En son Ukrayna Savaşı sonrası Rus klasikleri Avrupa’nın prestijli üniversitelerinin raflarından indirildi. Eşitlik talepleri ekseninde başlayan uygulamalar, giderek konuya dahli olmayan yazarları ve hatta bir ülkenin kültürünü de içerecek şekilde genişledi. Artık doğrudan yüksek siyasetin öznelerinin karar vericisi olduğu bu türden uygulamalar ile edebiyatın ilişkisinin sınırı ne olmalı?

Genelde Rus kültürüne, özelde Rus klasiklerine reva görülen boykot, akıl alır bir şey değildi. Bizzat Ukraynalı bazı sanatçıların da buna tepki gösterdiğini biliyoruz. Bu öncelikle bir ülkenin kültür ve sanatının o ülke iktidarlarının verdiği siyasi kararlarla uzlaşım içerisinde olduğunu, o iktidar odaklarının temsilcisi olduğunu iddia etmektir, ki bu iddia tümüyle bir safsatadır.

Sanat dediğimiz şey içinden çıktığı toplumun ve kültürün saf bir taşıyıcısı değildir, hiçbir zaman olmamıştır ki. Sanatın, toplumu ve kültürü aşan, bazen minicik de olsa aşan, yalnızca onunla ifade edilemeyen, kendine has, özerk bir varoluşu vardır. Ülke ya da dünya güçlerinin güncel siyasi kararları üzerinden sanatı boykot etmek, ülkemizde geçmişte tanık olduğumuz “dolar yakma”, “portakal sıkma” eylemleri kadar absürttür bana kalırsa.

Bir taraftan da iptal kültürü ya da ‘woke akımı’ olarak adlandırılan uygulamaları hedef alan itirazların bir kısmı hala hâlâ imtiyazlı sosyal cemaatlerin parçası olanlardan geliyor. Duygu politikaları üzerine de çalışan feminist kuramcı Sara Ahmed bu konuyla ilgili, ‘Sistem, onu dönüştürmeyi deneyenleri engelleyerek çalışıyor. Demek ki sistemi dönüştürmek onun çalışmasını engellemekle mümkün” demişti. Edebiyat özelinde bunun karşılığı, mevcut müdahalelerle sağlanabilir mi?

Bu hayli tartışmalı bir konu. Hele de konu sanat-edebiyat olunca. Sanatın özerkliğinden, yazarının ideolojik konumundan ve niyetlerinden bağımsız, “yaratıcılık” ve “özgürlük” temelinde yükselen bağımsız sanatsal kriterlerden söz edebiliyor muyuz? Bu açıdan yapıtın “iyi” olması ya da öyle değerlendirilmesi, yapıttaki ayrımcı, ırkçı söylemleri ya da imaları resmin dışında tutmamızı sağlayabilir mi? Bana kalırsa bu mümkün değil. Ama yapılması gerekenin bu yapıtlara ulaşımı engellemek ya da sekteye uğratmak değil, tam da söz konusu söylemleri eleştirinin merkezine taşıyıp yapıtın politik bir yanı yokmuş gibi görünen “yaratıcı”, “sanatsal” teknikleriyle iç içe okumak olduğunu düşünüyorum.

Yapıtın, kendi varoluşu özelinde ideolojik konumlanışının bu eleştirel okumayla ortaya çıkacağına ve bu ortaya çıkışın sistemin çarklarını daha derinden sarsacağına inanıyorum.

Ama önceki sorularda sözünü ettiğiniz olaylarda, konunun sistemin çalışmasını engellemek olduğunu sanmıyorum. Çoktan yazılmış, yazarları ölmüş, edebiyat tarihinde önemli bir yer edinmiş yapıtları raflardan kaldırmak, tarihsel okumanın önünü kapamaktır. Halbuki ihtiyacımız olan bu metinlerin ideolojiyle açık-gizli bağlarını açık eden güçlü eleştirel yazılardır bana kalırsa.

İptal kültürü tartışmaları özelinde, 2017'de vefat eden kültür kuramcısı Mark Fisher bu durumu sol cehanhta ivme kazanan bir tür “kimlikçi dindarlık” olarak yorumluyordu. Sizce de bu bir kimlikçilik mi yoksa halihazırda tarihten silinmiş olan öznelerin giriştiği bir tarihyazımı mücadelesi mi?

Agatha Christie romanlarına yapılan müdahaleler “iptal” olarak tanımlanabilir mi emin değilim. Yani, öyle olsa Christie’nin romanlarını basmama kararı alması gerekirdi yayınevinin. Bu türden müdahalelerin daha önce Ian Fleming ve Roald Dahl’ın romanlarına da yapıldığını biliyoruz.

Guardian’daki Agatha Christie haberi, özellikle son 2 yılda epey yaygınlık kazanan “sensitivity reader”lardan söz ediyor. Nasıl çevirelim bunu? Hassaslık okurları? Ben “hassas tarayıcılar” demeyi sevdim ama çevirmenler daha iyi bir karşılık bulacaklardır.

'BU OLAYA TARİHYAZIMI MÜCADELESİ DEMEK ZOR'

Yayınevlerinde istihdam edilen bu kişiler, kitap yayına hazırlanırken metni ayrımcı ifadeler ve saldırgan dil açısından inceliyorlar. Eski kitapları da benzer bir taramadan geçiriyorlar. Peki ırkçı bir kahramanı varsa romanın ne yapacaklar? Roman kahramanını hepten iptal mi edecekler? HarperCollins Yayınevi, Agatha Christie’nin romanlarında “etnik kökene hakaret veya referanslar” içeren betimlemelerin kaldırıldığını belirtmiş.

Bu durumda, çağdaş bir edebiyat metnini tarayan kişi, yazarın Japon bir kadını betimlerken gözlerinin çekikliğine değindiği kısımları, etnik kökene referans diye hepten atacak mı? Christie’nin romanında atılan kısımlarda buna benzer referanslar vardı çünkü. Gerçekten akıl almaz bir şeyi tartışıyoruz.

Öte yandan, bu türden uygulamaların yaygınlaşması gelecek kuşaklar için tarihsel okumaları imkansız kılacaktır elbette. Belki de İngiliz yayınevlerinin amacı budur biraz da. Yazarlarını tarih önünde temize çekmek istiyorlardır.

Oysa tarih bilinci yok edilirse, eski-yeni tüm edebiyat metinleri aynı hassas gözlüklerle taranır ve makaslanırsa, elimizde “şimdi”nin politik doğrucu bir manzarasından başka bir şey kalmaz ki. Tek tip bir “şimdi”den ibaret oluruz. Üstelik derinlemesine kavranması imkansız, tamamen yüzeyden oluşan bir “şimdi”den. Zamanın ruhuna uygun.

Tam da bu nedenle bu olaya bir tarihyazımı mücadelesi demek zor. Bir mücadele verilecekse bu Christie, Flemming ya da Dahl’ın romanlarındaki söylemleri, dönemlerinin baskın ideolojik güçleriyle ilişki içinde okuyan eleştiri yazılarının gündeme getirilmesiyle, tartışmaya açılmasıyla mümkün.

'DİLSEL MÜDAHALELER YERİNE ELEŞTİRİ YAZILARI EKLENEBİLİR'

Mevcut uygulamalar arasında gri alanlar ve nüanslar olduğunu düşünenler de var. Bu tartışmaların yürütülmesine ihtiyaç olduğunu ama söz konusu ifadelerin metinlerden çıkarılması ya da raflardan indirilmesi yerine, kitaplar yeniden basılırken, metinde bu ifadelerle ilgili bilgi notları olmasını öneriyorlar. Bu öneriye nasıl bakıyorsunuz?

Şunu anlayabiliyorum. Bu tür uygulamalar, yani makaslamalar, çok satan, dolayısıyla yayınevi için vazgeçilmesi zor metinlere yapılıyor gibi. Bu yazarlar çok okundukları için, yeni kuşakların kitaplardaki bazı ayrımcı ifadelerden etkilenmemesi, bu ifadeleri normalleştirmemesi isteniyor. Bunun savaşı veriliyor bir yandan.

“Bilgi notları” önerisi de bu çabanın bir sonucu olsa gerek. Ancak bu notların içeriği beni düşündürdü? Ne yazacaklar yani? Ayrımcı ifadelerle ya da etnik kökene referanslarla ilgili nasıl bir bilgi notu yazılabilir, bilemedim açıkçası.

Eski romanların yeniden basımlarına ilişkin benim önerim şu olurdu: Amaç bir “uyanış” gerçekleştirmekse (“woke”un uyanık anlamına göndermeyle), bu yazarları gerçekte olduklarından başka bir kimliğe büründürecek dilsel müdahaleler yerine, tam da oldukları yazarlık hallerini, metinlerden yola çıkarak sorunsallaştıran eleştiri yazıları eklenebilir romanların sonlarına. Dikkat çekici, çarpıcı başlıklarla okurların dikkati bu yazıya yönlendirilebilir mesela.

Öne Çıkanlar