Rebel Moon: Sabun köpüğü bir uzay operası
Can ÖKTEMER
Zack Synder’ın son birkaç aydır “Yeni Star Wars”, “Heyecan verici bir uzay operası”, “Böylesini hiç görmediniz!”, reklam sloganlarıyla duyurusu yapılan son filmi 'Rebel Moon Part One: A Child of Fire' (Rebel Moon Birinci Bölüm: Ateşin Çocuğu) geçtiğimiz günlerde Netflix’te seyirciyle buluştu.
Watchmen, 300 Spartalı, Superman: Man Of Steel, Justice League gibi popüler çizgi roman uyarlamalarıyla tanınan Zack Synder, CGI destekli görkemli sahneleri ve kurduğu epik dünya ile biliniyor. Yönetmen, Rebel Moon’da da önceki filmlerinden aşina olduğumuz bir dünyanın içine davet ediyor.
Film konusu kısaca şöyle: Uzak ama biraz fazla uzak bir galaksideyiz. Uçsuz bucaksız galaksiyi "Ana Dünya" adı verilen idareyi silah zoruyla monarşiden alan başka bir zorba rejim yönetmektedir. Albay Atticus Noble’ın komutasında bulunduğu "Ana Dünya"nın orduları çeşitli gezegenlere seferler düzenleyip gittikleri yeri haraca bağlamaktır. Günlerden bir gün bu acımasız ordu, günlerini Tarım Bakanlığı’nın hazırladığı tarımın önemini vurgulayan tanıtım videoları gibi geçiren bir köye de gelir. Köyde tahmin edilebilir olduğu gibi sakin, huzurlu bir yaşam sürmektedir. Üzerinde Nazi kıyafetlerini andıran bir üniforma ve ağdalı bir İngilizceyle konuşan Noble, köyü haraca bağlayıp “Bu araya kısa zamanda yeniden geleceğim. Bulgurumu, nohutumu isterim” der. Sonra da zevk için birilerini öldürür. Giderken köyü denetlemek için bıraktığı 1980’li yıllardan kalma kötülüğe sahip askerler de eğlence olsun diye millete ateş edip, kadınları tecavüz etmeye kalkarlar. Köyün gizemli yabancısı gönülsüz kahraman Kora, ilk başta işgale bir şey demese de gördüğü bu zalimliğe daha fazla dayanamaz. Yemini bozar. Eline lazer tabancası alıp, hedefi tutturma konusunda bir hayli beceriksiz askerleri öldürür. Haracı toplamak için geri gelecek imparatorluğa direnmek için başka diyarlardan eleman toplamak için harekete geçer. Yanına muhtemelen gün boyu tarla sürüp köyünde mutlu hayat süren, “Aman ağzımızın tadı bozulması” diyen oyunu her seçimde istikrardan yana kullanan tarımcı Gunnar’ı alıp yola çıkarlar. Gezegen gezegen dolaşıp biz imparatorluğa isyan ediyoruz gelsenize siz de! diye çağrıda bulunurlar. Onlar da “Abla biz doğuştan isyankârız” deyip ekibe katılırlar. Bu sırada Noble milleti doğramaya devam edip, bol bol kötü adam kahkahası atar. Sonrası yeşil ekran önünde bolca klişe, civ, cuv, patlama, civ, cuv, patlama, yavaş çekim ve patlamadır…
EKSİK KALMIŞ BİR UZAY OPERASI
Rebel Moon, samuray filmlerinden Star Wars serisine, destansı uzay operalarına öykünen oldukça iddialı bir yapım. Yönetmen Synder, hikayesini birçok alt türü harmanlayarak anlatmaya çalışmış. Bu harmanın çoğu zaman taklit hatta pastişe kaydığını söylemek mümkün. Üstelik yönetmen bu konuda oldukça açık sözlü bir tavır içinde. Peki, türler arasında diyalog kurmaktan çekinmeyen uzay operaları, Star Wars'lar, samuray filmleri benim arka bahçem diyerek hikayesini lego gibi inşa eden Synder, bunun altını doldurabiliyor mu ? Bunu söyleyebilmek bir hayli güç. İki buçuk saate yakın süreye sahip olan Rebel Moon, gözümüzün önünden akan TikTok videoları gibi gelip geçiyor. Ne karakterlerle yakınlık kurabiliyoruz ne de hikayeyle bir bağ yakalayabiliyoruz. Galaksileri yangın yerine çeviren kötü adamlarla, onlara karşı isyan eden iyi kahramanların altında yatan motivasyonu öğrenene kadar film bitiyor gidiyor.
Sinemada öykünme, açık referanslar veya pastiş örneklerine çok sık rastlanır. Bu filmlerin başarılı olanlarına baktığımızda, diyaloğunu kurdukları materyali bir şekilde kendilerinin kılmayı başarabilmiş, böylelikle taklidin önüne geçebilmişlerdir. Synder ise sadece bir yerlerden aşina olduğumuz imgeleri bilgisayar marifetiyle yeniden üretmiş. Öyle olunca da ortaya karışık kumpir tadında bir hikaye kalmış.
Synder’ın uzun yıllar üzerinde çalıştığı projenin ana ilham kaynaklarından birinin Star Wars olduğu bilinen bir gerçek. Filmin ana olay örgüsü de Star Wars temasından ilhamla kurulmuş zaten. George Lucas'ın 1977 yılında hayatımıza dahil ettiği modern epik macera serisi Star Wars'un bu denli sevilmesinin nedenlerinin başında, sıradan insanların büyük şeyler başarabileceğine dair inanç geliyordu.
Tüm serinin ana duygusu kendine inanmaya ve başarabilme naifliğine dayanıyordu. Çöl gezeni Tatooine'de yaşayan sıradan bir çiftçi olan Luke Skywalker'ın tüm galaksiye huzuru ve barışı tesis etmesini izlemiştik. Bununla beraber sevdiği kadını hayatta tutabilmek uğruna karanlık tarafa geçen bir adamın trajedisi ve ruhsal çatışması filmin diğer önemli tarafını teşkil ediyordu. Lucas, mitolojiden, western'e hatta doğu kültürüne varana dek birçok farklı janrı harmanlamıştı. Fonda Fransız Devrim'inden totaliter rejimlere varana dek güçlü bir siyasi arka planı da vardı. Dolayısıyla ortada seyirciye duygusal olarak geçen karakterler ve hikayelerle karşılaşıyordu. Star Wars'un modern epikliği de buradan geliyordu. Hikayesi kadar stile önem veren bir tavra sahipti. Yani seriyi izledikten sonra hikâyenin kendisinden çok filmin görsel dünyası ve stili üzerine de konuşuyorduk. Synder’in filmin başarısızlığı ise hikayesi üzerine pek düşünmeden kurduğu dünya. Hikâye anlatıcılığı üzerine kafa yormadan aksiyon yeter diyen bir tavra sahip olunması filmi daha en başta zayıf bir yere konumlandırmış. Öyle olunca da Kora isyanı güdük kalmış. Kardiyo antrenmanına gitmiş gibi oradan oraya zıplayan bir karaktere dönüşmüş. Diğer karakterlerin de motivasyonun benzer olduğunu söyleyebiliriz.
Lucas’ın Star Wars sersinde isyan temasının bir şekilde politik karşılığı vardı. Alegorik olarak çağın politik söylemi ve kültürel temsiller yakalanabiliyordu. Örneğin, 1970’lerde çekilen orijinal üçleme Soğuk Savaş esintileri görülebiliyordu. Milenyum sonrası çekilen diğer üçleme ise Bush dönemi ABD politikaları eleştiriliyordu. Elbette Star Wars’a bakınca güçlü politik mesaj beklemek güç. Yine de Lucas’ın meramı, liberal demokrasiden yana tavrı seyirciye ulaştırılıyordu. Peki, Rebel Moon’da isyan kime? İsyanın sonu nereye varılacak? Tiranlık yıkılırsa yerine nasıl bir rejim gelecek? Patlayan gezegenler ve civ, cuvların ortasında bunları düşünecek zaman da kalmamış pek.
Günümüzde hikâye anlatıcılığın ciddi bir krizde olduğunu söylersek abartmış olmayız sanırım. Netflix gibi çok uluslu şirketlerin algoritmalar ve izleyici raporları odaklı bir yönetim planlaması olduğu biliniyor. Dolayısıyla hikayelerin şekli ve inşası tamamen algoritmalar üzerinden kurgulanıyor bir anlamda. Yaratıcılara hikâyenin akışıyla ilgili doğrudan müdahaleler yapılabiliyor. Bu da yaratıcılığın önünü tıkayan, bir defa izlenip unutulup, yenisinin tüketildiği dev bir dijital çöplükle bizi baş başa bırakıyor.
George Lucas’ın Star Wars’ı ilk çektiği yıllarda televizyon tarafından hırpalanan ve ezberci bir sinema endüstrisi vardı. Lucas, böyle bir ortamda filmi çekerken stüdyonun tüm kısıtlamalarına rağmen kendi görsel dünyasına uygun bir materyal çekebilmişti. Günümüzde ana akım sinemada kendi varlığını filmde hissettirebilecek, vizyoner ve kendi sesini bulabilmiş yaratıcılar pek yok gibi. Öyle olunca da Rebel Moon gibi hiç bakılmadan sırf ambalajı güzel diye internetten sipariş edilip sonra da hayal kırıklığına uğranan ürünler kalıyor. Bu kadar çok başarısız film, dizi örneğini gördükten sonra galiba hikâye anlatıcılığının geleceği üzerine ciddi ciddi düşünmek gerekiyor. Özetle Rebel Moon, beklendiği gibi büyük bir hayal kırıklığı. Yemek yerken karşısında üzerinde pek kafa yormayacak yapımlar izlemek isteyenler, 3 çarpı hızda izlerim, ertesi gün tamamlarım diyenler için ideal.