Toplumsal eşitsizliklerin İzinde: Florent Guénard ile bir yolculuk

Toplumsal eşitsizliklerin İzinde: Florent Guénard ile bir yolculuk
Guénard’ın "eşitlik tutkusu" olarak adlandırdığı bu çelişki, Türkiye'de de belirgin şekilde kendini gösteriyor: Eşitlik, hem de tutkuyla, isteniyor ama insanlar eşitsizliklerle yaşamaya bir şekilde alışıyor.

Adalet ÇAVDAR


Öncelikle merhaba, uzun zamandır düzenli olarak yazı yazmıyordum. Artı Gerçek’le geri dönmüş oldum. Dönerken de uzun zamandır gerçekten okumayı istediğim bir kitabı ele almak istedim. Amma velakin, seçtiğim kitabın bu kadar zor olduğunun farkında değildim. Hem okudum, hem dünyanın derdine yandım, hem de her sabah gördüğüm haberlerle işin içinden çıkmaya çalıştım.

Türkiye gibi bir ülkede yaşayınca, eşitsizlik kavramı insana yabancı gelmiyor. Hem dünyanın neresinde yok ki bu lanet. Fakat Türkiye’de gün geçtikçe görünürleşen ve bize umutsuzluk veren bir hal eşlik ediyor ona. Her gün sokakta yanından geçtiğiniz insanlar, bir yanda lüks içinde yaşayanlar, diğer yanda hayat mücadelesi verenler... Hepsini aynı karede görmek, her görüşte umduklarımızın, bulduklarımızın ve bildiklerimizin muhasebesini tekrar yapmak... İşte bu yüzden Florent Guénard’ın Eşitlik Tutkusu kitabını okurken, içimdeki öfkenin ve özlemin daha da ağırlaştığını fark ettim. Bir yandan kitabın zorluğuyla başa çıkmaya çalışırken, diğer yandan Türkiye'de yaşanan eşitsizliklerin ne kadar yakıcı olduğunu düşündüm. Eşitliği arzulamak, ama her gün, hatta her an eşitsizlikle yüzleşmek, hatta yüklenmek onu... Sıradan bir çelişki değil bu, insanın yalnız kendisiyle değil etrafını saran her şeyle arasını bozuyor. Çünkü eşitlik belki de sahip olduğumuz son(uç)suz arzu.

Guénard’ın 2022 yılında yayımlanan Eşitlik Tutkusu (La Passion de l'égalité) kitabı, Haziran 2024'te Metis Yayınları tarafından Zehra Cunillere’nin çevirisiyle Türkçe yayımlandı. Kitap, modern toplumların eşitliği bir değer olarak görmelerine rağmen, eşitsizliklerin neden derinleşmeye devam ettiğini inceliyor. Guénard, bunu "eşitlik tutkusu" olarak adlandırdığı bir kavramla açıklıyor ve insanların hem eşitliği arzuladığını hem de eşitsizliklerle yaşamayı kabullendiğini savunuyor. Kitabın temel sorusu ise şu: Neden eşitlik taleplerine rağmen eşitsizlikler bu kadar çok ve hızlı bir şekilde artıyor?

Guénard’a göre toplumsal eşitsizliklerin giderilmesi sadece ahlaki bir zorunluluk değil, demokratik toplumların sürdürülebilirliği için de temel bir ihtiyaç. Bu önermesini, Jean-Jacques Rousseau, John Rawls ve Amartya Sen gibi düşünürlerin eserlerine dayanan güçlü teorik bir altyapıyla destekliyor.

Yazarın temel varsayımlarından biri de, eşitsizliğin yalnızca maddi bir sorun olmadığı. Eşitsizlik, insanların duygusal dünyasında ve toplumla ilişkilerinde derin izler bırakır. Bireylerin özgüvenini zedeler, onları toplumsal hiyerarşilere hapseder ve bu durum bireyler arasında rekabet ve kıskançlık yaratır. Guénard, bu noktada yalnızca ekonomik reformların yeterli olmadığını, insanların bu eşitsizlikleri nasıl deneyimlediklerini anlamanın da önemli olduğunu savunuyor.

Kitap, eşitlik arayışının sadece ideolojik bir talep olarak kalmaması, bu talebin somut politikalara dönüşmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Eğitimde, sağlık hizmetlerinde, gelir dağılımında ve toplumsal fırsatlarda eşitlikçi politikaların geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu da yalnızca devletlerin uygulayacakları politikalarla olacak iş değil, toplumun da bu amaca yönelik olarak örgütlenmesi gerekiyor.

Eşitlik Tutkusu kitabında Florent Guénard, dünyada eşitsizliğin yarattığı dönüştürücü sonuçları kimi tarihsel vakalardan ve günümüzden örneklerle gösteriyor. Örneğin Guénard’a göre, Fransız Devrimi, doğuştan gelen ayrıcalıklara karşı radikal bir eşitlikçi düşünceyi ortaya koyduğu için bir dizi radikal dönüşüme neden oldu. O dönemin devrimcileri, aristokrasiye karşı çıkarak herkesin eşit olduğu bir toplum yaratmayı hedeflemişlerdi. Sonuçta verili toplumsal hiyerarşilerin sorgulanmasına ve o zamana kadar süregelen adaletsizliklerin sona erdirilmesine yönelik bir başkaldırı olarak tarihe geçti.

Bir diğer çarpıcı örnek ise Fransa’nın Belle Epoque (Güzel Çağ, Fransa-Prusya Savaşı’nın bittiği 1871’de başlayıp I. Dünya Savaşı’na kadar geçen dönemi adlandırmak için kullanılır) dönemi sonrası yaşadığı değişimler. Guénard bu dönemde belirleyici olan göreli bir istikrar ortamıydı. Böylesi bir ortamda sanat ve kültür hayatı canlanırken, teknoloji ve bilim alanında da önemli adımlar atıldı. Ekonomik büyüme, toplumsal değişimin yakıtı haline geldi. Eşitsizlikler görece gücünü yitiriyor ve bu da topluma umut veriyordu.

Eşitsizliğin ve eşitlenme umudunun ortadan kalkmasının sonuçlarını ise Latin Amerika deneyiminden yola çıkarak aktarıyor Guénard. Gençlerin toplumsal hiyerarşide yükselmelerini sağlayacak eğitim ve ekonomik fırsatlara erişememeleri, suç oranlarını artıran başlıca nedenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Toplumsal eşitsizlikler, güvenlik harcamalarının artmasına ve toplumdaki kutuplaşmaların derinleşmesine yol açıyor.

Fakat bütün bunlar yalnızca Latin Amerika’ya özgü olmadığı gibi, radikal ve başa çıkılamaz eşitsizliği yeniden ayyuka çıkartan bir dönüm noktasından itibaren küresel bir salgına dönüşmüş durumda. O dönüm noktası ise 2008 finans krizi. Guénard’a göre 2008 finans krizi sonrasında tüm dünyayı saran belirsizlik, eşitsizliklerin nasıl ekonomik felaketlere yol açabileceğine dair çok önemli işaretler taşıyor. Dünyanın her yerinde orta sınıfların ödeyemediği borçların altında ezilmesi, buna karşılık derinleşen eşitsizliğe toplumların verdiği cevapla yaşanan siyasi savrulmalar küresel ekonomiyi, dolayısıyla insanlığın geleceğini öngörülemez bir krizler sarmalına hapsetmiş durumda. Dolayısıyla eşitsizlik yalnızca bireylerin, hatta kendi iç döngüleri içinde toplumların değil, tüm insanlığın geleceğini tehdit ediyor.

Kitabı okurken, şuncacık ömrümde Türkiye’de yaşadığımız değişimi, dönüşümü ve siyasi tartışmaları düşünmeden edemedim. Türkiye’deki gelir adaletsizliği, toplumsal sınıf farkları ve bölgesel eşitsizlikleri, bu eşitsizlikler karşısındaki isyanları dilsizleştirmek için icat edilen bütün o kutuplaştırma siyasetini ve bu siyasetin o eşitsizlikleri sürdürmek ve daha da derinleştirmek için ne kadar kullanışlı bir araç olduğunu...

Belli ki ekonomik farklar siyasetin hem yakıcı konusu, hem kullanışlı --çünkü sürekli-- bir sorun alanı, hem de çözümsüzlük siyasetinin en “sağlam” uygulama alanı. Bu yüzden bir yanda eşitlik vaatleriyle halkı mobilize eden siyasi parti ve siyasetçiler, sıra bu vaatleri somut eşitlikçi politikalara dönüştürmeye geldiğinde çeşitli türden “beka” mazeretlerine sığınmaya başlıyor. Demek ki, Guénard’ın "eşitlik tutkusu" olarak adlandırdığı bu çelişki, Türkiye'de de belirgin şekilde kendini gösteriyor: Eşitlik, hem de tutkuyla, isteniyor ama insanlar eşitsizliklerle yaşamaya bir şekilde alışıyor.

Benzer şekilde, Guénard’ın eşitliğin sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi düzeyde de sağlanması gerektiği vurgusunun da bir karşılığı var Türkiye’de. Etnik, dilsel ve dini kimlikleri itibariyle birbirlerinden farklı topluluklar arasındaki ilişkileri de en temelde eşitlik/eşitsizlik parametreleri belirliyor. Bu nedenle başına Kürt, Alevi, kadın, LGBTİ+ gibi büyüklü küçüklü toplulukların adlarını getirdiğimiz ve “sorunu” şeklinde tamamladığımız her türlü mesele aslında “eşitlik sorunu” altında tartışılabilir, daha doğrusu bu sorunların yarattığı ortak deneyim “eşitlik talepleri” üzerinden ortaklaştırılabilir.

Guénard’ın dediği gibi, eşitlik taleplerinin yalnızca ideolojik değil, somut politikalara dönüşmesi gerekiyor. Eğitimde fırsat eşitliği, sağlık hizmetlerine erişim ve gelir dağılımı gibi konular, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal geleceğini şekillendiren en önemli meseleler. Eşitlik Tutkusu, Türkiye’deki mevcut eşitsizlikleri anlamak ve bu sorunlarla nasıl başa çıkılabileceği üzerine düşünmek için güçlü bir rehber.

Öne Çıkanlar