Celal Başlangıç

Celal Başlangıç

24 Temmuz Basın Bayramı’nı artık Saray kutluyor!

Abdülhamit’ten kalma “Basın Bayramı” önce 12 Mart askeri muhtırasıyla ardından AKP’nin yaptığı 20 Temmuz sivil darbesiyle ortadan kalktı. Sıra geldi sosyal medyayı kapatmaya.

Saray’ın yoğun baskısından bunalmıştı gazeteciler.

Her gün gazetelerin idarehanelerine, matbaalarına padişahın sansür memurları gelir, ertesi gün çıkacak gazeteleri denetlerlerdi.

Değil Saray’ın işine gelmeyen bir haber, yanlış yazılan bir sözcük bile ertesi gün gazetenin yayınlanmasına engel olurdu.

Yıllar süren ağır baskı ve sansür sürecinden sonra ikinci meşrutiyet ilan edilince bütün gazeteciler sözleşmiş gibi sansür memurlarını ilk kez gazetelerine sokmadılar.

Yıllar sonra gazeteler ilk kez sansürden geçmeden yayınlanmıştı.

İşte gazetecilerin Abdülhamit’in sansür memurlarını gazetelerine sokmadıkları gün olan 24 Temmuz, 1948 yılından sonra Basın Bayramı olarak kutlanıyordu.

12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonra gazeteciler üzerindeki baskılar ağırlaşmıştı. Gazeteciler hapse atılıyordu.

Dönemin Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim Kurulu bu olaylar üzerine 24 Temmuz’un Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü olarak kutlanmasını kararlaştırıyordu.

Elbette Türkiye’de gerçek anlamda bir düşünce, ifade ve basın özgürlüğü ortamı hiç yeşermedi. 

Türkiyeli gazeteciler için her gün sürekli bir Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü’ydü.

Ancak hiçbir zaman da AKP iktidarı döneminde olduğundan daha berbat hale gelmemişti.

Çok değil, beş yıl öncesine ait bir örnekle bu tespiti biraz açalım.

2015 yılının 24 Temmuz’uydu. Abdülhamit zamanından kalma bu "bayram"ın 107. Yıldönümüydü ve Taksim’deki bir otelde buruk bir kutlama yapmıştı TGC öncülüğünde gazeteciler.

Çünkü tarihlerinin en baskıcı, en sansürcü, iktidarın gazete ve televizyonların mülkiyetini en çok ele geçirdiği bir süreç yaşanıyordu gazeteciler için.

Gazeteciler "Basın Bayramı" törenindeyken "iktidara biat eden" haber kanallarından birinde canlı yayına çıkmıştı dönemin Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç.

Önünde bir dosya vardı. Çanak soruları rahatça yanıtlıyordu. Program neredeyse bitti bitecekti ki dosyayı işaret etti:

"Bunlar suç makinesi. Terör örgütünü övüyorlar. Benim daha sözlerim bitmedi. Elimde bir dosyayla geldim ama süre kalmadı. Bakın size göstereyim Özgür Gündem ve Evrensel’in de içinde olduğu, diğerlerini saymayayım birçok gazete. Bunlar suç makinesi. Bunlara dava açsak cezalara boğulurlar. Terör örgütünün eylemlerini öven ifadeler kullanıyorlar. Bazı isimler köşe yazıları yazıyorlar. Ama biz onlara bu kadar çok dava açsak bu davaları da kullanırlar. Yine çıkarlar aynı şeyleri yazarlar."

Arınç’ın 24 Temmuz 2015’te yaptığı bu konuşmadan birkaç gün sonra 20 kadar gazeteci Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde buluştuk.  Elimizde bir suç duyurusu vardı. "Şüpheli" de Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Arınç’tı.

Bülent Arınç hakkında suç duyurusu / 27 Temmuz 2015Gazetecileri ve gazetelerini "suç makineleri" diye nitelemekle, "terör örgütünün eylemlerini övdüklerini" iddia etmekle gazetecilerin onur ve saygınlığına saldırdığını ve bu eylemiyle hakaret ve sövme suçunu işlediğini ileri sürüyorduk Arınç’ın.

"Şüpheli Başbakan Yardımcısının bu görüş ve sözleri gazeteciler üzerinde sürekli soruşturma tehdit ve endişe yaratmıştır. Gazetecileri bu tür ceza davaları açılması tehditleri ile görevlerini yapmaktan alıkoymaya yönelik demeçler oto sansür yaratacak ve hatta hakkın kullanılmasından vazgeçilecek bir ortamın yaratılmasına neden olacak nitelikte olduklarından, şüphelinin söz ve açıklamaları basın özgürlüğünün ihlalidir."

Tahmin edildiği üzere birkaç hafta içinde savcılıktan "takipsizlik" kararı geldi.

AİHS’de ve Anayasa’da teminat altına alınan "haberleşme, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kapsamında bulunmuştu Arınç’ın söyledikleri.

O yıllarda Arınç’ın "iktidarından sual olunmaz"dı. TBMM Başkanlığı yapmışlığı da vardı, Başbakan Yardımcısı da Hükümet Sözcüsü de olmuştu.

O "devrisaadet" zamanında manşet manşet gazetelerde, ekran ekran televizyonlardaydı.

Kısa bir süre sonra devir değişti, nasıl olduğunu kendisi bile anlayamadan gözden düştü.

2016’nın Mayıs’ında bir üniversitenin öğrencileri, düzenledikleri "Anayasa Çalıştayı"na konuşmacı olarak çağırdılar Arınç’ı.

Ancak üniversite yönetimi "provokatif olaylar çıkabilir" diye konuşmasını iptal etti.

Bu vesileyle ortaya çıktı ki üst üste iptal edilen beşinci konuşmasıymış bu üniversitelerde.

Kendisine uygulanan sansüre kızgındı Arınç, verip veriştiriyordu:

"Hoşa gitmeyen gerçekleri duymama ve duyurmama adına izlenen bu antidemokratik yol, baskı rejimlerinin yoludur ve tarih kitapları bu yolun yolcularının hazin sonlarıyla doludur. Bilinmelidir ki ‘provokatif olaylar’ üniversitelerde konferans verildiğinde değil, bilakis kürsüler, kalemler, meşru ve farklı sesler susturulduğunda da çıkar."

Adeta bir sansürle mücadele bayrağı açmış gibiydi:

"Daha düne kadar başörtüsü yasağı gibi nice yasaklara birlikte karşı çıktığımız, omuz omuza mücadele verdiğimiz insanlar, artık bugün saf değiştiriyorlar, güç sarhoşluğuyla yasakçılık oynuyor ve omuz atıyorlarsa, o halde özgürlüklere müdahaleyi, özgürlük için mücadele sebebi sayar ve bunun icabını yaparız."

Çok değil, bir yıldan az bir süre içersinde nereden nereye gelmişti Arınç.

Daha dün özgür basının sesini kesmek için "cezaya boğmakla" tehdit ediyordu, ama bir yıldan az bir süre içinde kendi sesi kesilmişti bu kez.

Arınç’ın o tarihte yaptığı "özgürlük" açıklamalarına tek bir yandaş medya yer vermedi. Kendi mahallesinden kimsenin haberi olmadı Arınç’ın bu açıklamalarından.

Ama işin ilginci "suç makinesi" olmakla suçladığı Özgür Gündem, Evrensel gibi gazetelerle birkaç muhalif televizyon kanalı yer verdi Arınç’ın başına gelenlere ve açıklamalarına.

Bu süreç 15 Temmuz başarısız darbe girişimi öncesinde yaşanmıştı.

O tarihte Türkiye’de tutuklu gazetecilerin sayısı 40’ın altındaydı. Bağımsız gazeteler, televizyonlar daha kapatılmamıştı.

Ardından 15 Temmuz darbe girişimi geldi. 20 Temmuz’da Olağanüstü Hal ilan edildi. 200’e yakın gazete, televizyon, haber ajansı, radyo kapatıldı. Tutuklu gazeteci sayısı 190’ları geçti.

Günümüzde artık Özgür Gündem gazetesi yok. Bugünlerde tutuklu gazeteci sayısı 100’e yakın.

Saray, televizyonlarıyla gazeteleriyle dev bir propaganda aygıtı kurdu. Ancak bu bile ona yetmiyor.

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) aracılığıyla bağımsız birkaç televizyon kanalına ağır para cezaları veriyor, ekranlarını karartıyor.

Basın İlan Kurumu (BİK) üzerinden kalan birkaç bağımsız gazetenin ilanlarını kesiyor, ekonomik olarak boğmaya çalışıyor.

Ama bu da yetmiyor Saray’a.

Şimdi gözünü sosyal medyaya dikti.

Binlerce ücretli trol beslemesine rağmen sosyal medyaya hakim olamadı. Muhaliflerin, gençlerin sosyal medya üzerinden Türkiye’nin gerçeklerini, iktidarın yolsuzluklarını, güvenlik güçlerinin işkencelerini, kadın cinayetlerini, Saray’ın pençesini geçirdiği yargının iktidara bağımlılığını duyurmasını, halkın bu gerçekleri öğrenmesini engelleyemedi. 

Bugün 24 Temmuz, eskinin "Basın Bayramı". Bu "bayrama" bir gün kala resmi adıyla "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunla Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"ni TBMM’ye indirdi AKP-MHP iktidarı.

Belli ki Saray; halkın haber alma, bilgi edinme, gerçekleri öğrenme hakkını tümüyle ortadan kaldırmayı hedefliyor.

Sadece bu da değil. Aynı zamanda bu yasa değişikliğiyle sosyal medyadaki kirli geçmişini de "sıfırlama" fırsatı yaratmaya çalışıyor Saray. 

Son kalan "haberleşme özgürlüğü" kırıntıları da Saray eliyle tümüyle ortadan kaldırılacak.

Elbette bu koşullarda gazetecilerin "24 Temmuz Basın Bayramı"nı kutlamaları biraz komik olacak.

Türkiye’de artık gazetecilerin yeni bir "basın bayramı"na, halkın da yeni bir iktidara ihtiyacı var.

O güne kadar "24 Temmuz Basın Bayramı"nı kutlamak da Saray’a kalıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Celal Başlangıç Arşivi