Yerli sinemada ‘yeni bir kuşak’ mı?

2024’te izlediğimiz ilk filmler yeni bir yönetmen kuşağının filizlendiğini de gösteriyor. Kendi kuşaklarının dertleriyle ilgilenen, daha kentli bir dili var. Memleket izin verir de serpilip gelişirler mi göreceğiz.

Adettendir, yıl sonu yaklaştığında geride kalanın şeceresi çıkarılır. Meslektaşım Mehmet Açar ile tek tek filmler hakkında ayrıntılı konuştuğumuz “Netlik Ayarı” programı 29 Aralıkta Artı TV YouTube kanalında yayımlanacak. İzlemenizi tavsiye ederim. Ama bu yılın ‘sanat sineması’ seçkilerine bakınca ortaya çıkan çeşitlilik üzerine ayrıca birkaç söz etmek gerekiyor.

2024 yılında yeni bir kuşağın filizlendiğini gördük. İstanbul, Adana ve Antalya film festivallerinin seçkisinde izlediğimiz yapımlar hem konu seçimleri hem de estetik yönelimleriyle bir arayışın varlığını hissettirdi. Sinemamızın son yirmi yılına damga vuran eğilim ve estetik statükonun azaldığı ama yerine de tam olarak yeni bir şeyin inşa edilemediği ‘ara bir dönem’ belki de bu. Örneğin, birbirlerinden çok farklı konuları, yaklaşımları ve dertleri olmasına rağmen “Bildiğin Gibi Değil” ile “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” ve “Tereddüt Çizgisi”ni birbirine bağlayan bir hat vardı bana kalırsa.

hemmenin-oldugu-gunlerden-biri-wscz.jpeg
Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri/ Yön: Murat Fıratoğlu

Önceki kuşakların “İstanbul’dan sonrası taşra” diyen toptancı yaklaşımının aksine, bu üç filmin yaratıcıları hikayeye ev sahipliği yapan kentlerin adını koymayı (Tokat, Siverek, Uşak), buraların yerel dinamiklerini hikayenin parçası haline getirmeyi ve daha da önemlisi yerleşik anlatıların toptancı yaklaşımlarını reddederek ‘olumlu’ karakter ve durumlara da alan açmayı tercih etmişti.

Türkiye’nin özellikle Gezi sonrası yaşadığı politik, ekonomik dönüşümün sonuçlarına dair hikayeler, bunlardan etkilenen karakterler de boy göstermeye başladı sinemamızda. Tam olarak böyle tarif edilebilir mi emin değilim ama “Gezi kuşağı”nın gençlerinin hikayeleri / yapıtları sıklıkla çıkıyor karşımıza. Bir önceki yılın filmi “Sanki Her Şey Biraz Felaket”, bu yıl izlediğimiz “Rosinante”, “Başlangıçlar”, “Beraber”, “Su Yüzü” gibi filmler tutunamamak, gitmek-kalmak ikilemleri ve aidiyet sorunları gibi güncel meseleler üzerine kurmuşlardı anlatılarını. “Yurt”u tema olarak değil belki ama yönetmenini kuşak olarak yukarıdaki listeye ekleyebiliriz. Yeni bir kuşağın, yeni yaklaşımların ilerleyen yıllarda sinemayı daha da zenginleştireceğine dair umutlu olabiliriz buradan baktığımızda.

baslangiclar.jpg
Başlangıçlar/ Ozan Yoleri

Bizi umutsuzluğa düşüren şey, ülke içindeki kaynakların karar vericilerinin siyasallaşmış olması, kırmızıçizgilerinin fazlalığı. Kültür Bakanlığı ve TRT gibi kurumları kastediyorum. Üstelik bu kırmızı çizgiler, yalnızca kaynak arayışındaki sinemacılara dayatılmakla kalmıyor. Aynı zamanda televizyonlardan dijital platformlara kadar her alanda üretim yapan sermaye sahibi yapımcıları da bağlıyor. Haliyle onlar da bu çizgilere basmamaya özen gösteriyorlar. Bu da ister istemez yaratıcının daha en baştan elini kolunu bağlayan bir probleme dönüşüyor. Kamu fonlarından vazgeçmek de doğru bir yol değil kanımca. Ama daha bağımsız kaynak fırsatları yaratmak, tabii ki bu filmlerin seyirciyle daha fazla buluşabileceği bir sistem kurabilmek en önemlisi.

Bu yıl Kürt sinemasından dikkat çeken iki önemli yapım görme fırsatı buldum. İlki, Adana Altın Koza’da izlediğim Orhan İnce imzalı “Hêvî”. Film, hayvancılıkla geçinin sıradan bir Kürt ailesinin dünyasına davet ediyordu seyirciyi. Üstelik bu rutini anlatırken günledik hayatın ‘siyasetine’ dair de önemli şeyler söylüyordu. Örneğin filmin evreninde günlük dil olan Kürtçenin kullanılmadığı iki an vardı. İkisi de devlet dairesinde geçiyordu. “Hêvî”, Kürtçe sinemanın hikaye alanını, çeşitliliğini büyütmesi anlamında özel bir katkı sunuyordu.

315147.jpg
Hêvî/ Yön: Orhan İnce

İkinci olarak Mehmet Ali Konar’ın Suç ve Ceza Film Festivali’nde görme fırsatı bulduğum filmi “Ceviz Yaprakları Sarardığında” filmini anmak gerek. Ölümcül bir hastalığın pençesinde olan aynı zamanda da muhtarlık yapan bir adamın bir yandan çatışmalı sürecin sancılarını azaltma diğer yandan da oğlunu bu sürecin dışında tutma çabasını anlatıyor. Film, “iki ateş arasında” kalmış bir köyün günlük rutininin insanlar üzerinde yarattığı etkiyi ustaca anlatırken, vicdanı öne çıkarıyor. “Ceviz Yaprakları Sarardığında”, daha geniş kitlelerin karşısına çıkma fırsatı bulabilirse tartışmalar yaratacaktır. Yalnızca Kürt/ Kürtçe sinemada açtığı tartışma zemini açısından değil, Kürt sorunun sinemada temsil edilme biçimlerine de yeni bir bakış getiriyor.

Bitirirken, başlangıçtaki ifadeleri tekrar etmek gerek. Türkiye ‘sanat sineması’ yeni bir kuşağın doğum sancılarını çekiyor. Sağlıklı bir ekonomik model olamadığı için ne kadar gelişip serpilebileceği muamma. 2005’te standarda kavuşturulan bakanlık destekleri on yıl kadar görece ‘adil’ dağıtılırken sinemacı bir kuşak da yaratmıştı. Şimdi böyle bir durum yok. İstisnaların varlığını kabul ederek bu kuşağa dair bir gözlemle bitireyim. Bir kısmı sinemayı çok iyi biliyor. Bu çok başlangıç için yetebilir. Ama bunun yeterli olduğunu düşünüyorlar. Uzun süre yetmez!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenay Aydemir Arşivi