The Brutalist: Yeni bir temcit pilavı

‘The Brulatist’ karakterinin iç dünyasını, dış dünyada inşa ettiği bir yapı üzerinde kurma çabalarını anlatırken güçlü. Ama holokost anlatılarının konforundan yararlanması, Amerikan Rüyası ile kurduğu ilişki ve ana akıma göz kırpan dramatik yapısıyla gereğinden fazla Oscar filmi!

Brady Corbet daha otuzuna varmadan çektiği iki uzun metraj filmiyle sinema çevrelerinin dikkatini çekmişti. Çocuk yaşta oyunculuğa başlayan, "Clouds of Sils Maria", "Saint Laurent", "Turist", "Melancholia" ve "Funny Games" gibi yapımların da bulunduğu onlarca filmde rol alan Corbet’in potansiyeli su götürmez. O da belli ki ilk iki filmi “Bir Liderin Çocukluğu” (The Childhood of a Leader, 2015) ve "Vox Lux, 2018" filmlerinin Avrupa festivallerinde yarattığı etkinin ardından şimdi de gözünü Oscar’da çevirmiş.

Zira bugün itibariyle sinemalarımızda gösterime giren “The Brutalist” dört başı mamur bir “Oscar filmi”! Gerçek insanlardan esinlenilmiş bir mağdur karakter, böylesi bir tür epik anlatıya katılmış biraz yenilikçi yaklaşım, dozunda ve kıvamında Amerikan rüyası eleştirisi, bolca mağduriyet… Üzerine bir de soykırım travması eklediniz mi bütün kapılar açılıyor nasılsa Hollywood’ta!

Hakkını yemeyelim. “The Brutalist” iyi bir film. Corbet mütevazi sayılabilecek bir bütçeyle ve Hollywood ana akımı sınırlarında düşündüğümüzde yenilikçi bir üslupla eski bir hikaye anlatıyor öte yandan. İkinci Dünya Savaşı’nda soykırımdan kurtulmuş, kendisini ABD’ye atmış ama kaybettiği aidiyet duygusunu bir türlü yeniden kuramayan insanlara dair çokça hikaye anlatıldı. Buradaki kahramanımız László Tóth da öyle. László Tóth’un iki büyük Yahudi Macar mimar Marcel Breuer ve Ernő Goldfinger’dan esinle yazıldığına dair yorumlar var bazı kaynaklarda. Bir başka teknik bilgi daha verip filme geçelim. Brütalizm, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, özellikle İngiltere’de kendisine gelişme fırsatı bulan ancak ilerleyen yıllarda Sosyalist yaklaşımın ağır bastığı Doğu Avrupa’da zirvesine ulaşan bir mimari akım.

Filmimizin ana kahramanı László Tóth savaş öncesinde Macaristanlı Yahudi bir mimar. Toplama kampından sağ kurtulmayı başaran László, kuzeninin yanına ABD’ye gidiyor. Eşi Erzsébet ve yeğeni Zsófia da kurtulanlar arasındadır ancak Avrupa’dan çıkamamaktadırlar. Önce kuzeninin yanında mobilya tasarımları yapan László’nun hayatı savaş zengini bir adamın kütüphanesini tasarlayınca değişir. Harrison Lee Van Buren adlı bu sonradan görme zengin, önce mağdur ettiği mimarı daha sonra ihya etmeye karar verir. Erzsébet ve Zsófia’nın da ABD’ye gelmesine yardım eder. Ama asıl olarak çok sevdiği annesi adına büyük bir halk binası inşa etme işini László’ya verecektir. Bu projenin tasarımının hayata geçirilmesini saplantı haline getiren László’nun iç dünyası giderek karmaşık hale gelirken çevresini de etkiler bu durum.

The Brutalist: Yeni bir temcit pilavı - Resim : 1

Brady Corbet önceki yapımlarda olduğu gibi yine Mona Fastvold ile birlikte kaleme almış senaryoyu. Tek ortak nokta bu değil. “Bir Liderin Çocukluğu” ve Vox Lux” kurmaca karakterler üzerinden büyük toplumsal meselelere bakmakta oldukça mahir yapımlardı. İlki, iki büyük savaş arasında büyüyen bir çocuğun diktatöre dönüşme süreçlerini toplumsal dinamiklerine bakarak anlatıyordu. İkincisinde ise 1990 sonrası oluşan popüler kültüre bakarken, şiddet ile arasındaki mesafeye ve mesafenin muğlaklığına odaklıyordu kamerasını. Burada ise savaş ve toplama kampı süreçlerinde hem dış hem de iç dünyası paramparça edilmiş bir ‘sanatçının’ yalnızca bir binayı değil, kendini inşa etme çabasını anlatıyor. Ve evet bunu yaparken bütün zorluklarına rağmen binanın parçaları bir araya geliyor ancak László kendisinin parçalanmasının önüne geçmiyor! Filmin en güçlü tarafı da burası zaten. İkinci Dünya Savaşı’na tanık olmuş, toplama kampına kapatılmış birisinin kendisini inşa etmesinin imkansızlığı üzerine epik bir anlatı inşa ediyor Corbet. Üstelik László’nun savruluşlarını, kayboluşlarını anlatırken kameranın mesafesini korumayı da başarıyor. Seyircide bir acıma duygusu oluşmasına izin vermiyor. Bunu inşa ederken, savaş sonrasının estetiğine yakın kurduğu görsel atmosferi, hareketli kamerası, yenilikçi kadrajlarıyla da fark yaratıyor. Kanımca filmin heyecan uyandırıcı en büyük özelliklerinde birisi bu estetik arayışı.

Kimilerince yerlere göklere konulamayan “Amerikan rüyası eleştirisi”nin Hollywood ölçeğinde düşündüğümüzde vaka-i adiyeden olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. ABD’nin ‘özgürlükler ülkesi’ klişesini eleştiren en az bir film kontenjanı var zaten her yıl ödül komitelerinin. Dolayısıyla Harrison Lee Van Buren ile László arasındaki ilişkinin daha önce örneklerini çokça gördüğümüz bir anlatının tekrarı olmaktan öteye gidemediğini söylemeliyiz. Amerikan rüyasının hayal kırıklığına uğrattığı ilk sinema karakteri de değil László.

The Brutalist: Yeni bir temcit pilavı - Resim : 2

Öte yandan Erzsébet ve Zsófia üzerinden inşa edilen İsrail söylencesinin tarihsel olarak çok talihsiz olduğunu da ifade edelim. İsrail’in özellikle savaş sonrasında gidecek yeri olmayan Yahudi toplumu için bir ‘vatan’ olarak işaret edilmesi anlaşılabilir. Ama bugün geldiğimiz noktada İsrail’e bir ‘kutsallık’ atfetmek biraz izansız. Kuşkusuz film geçmişi anlatıyor ama bir kurmaca olduğunu ve geçmişe dair her kurmacanın aslında bugüne dair bir şey söylediğini unutmamak gerekiyor. İsrail’in gözümüzün önünde Filistin halkına soykırım uyguladığı bir zamanda, çok iyi de anlatılmış olsa da yeni bir holokost hikayesi için istiap haddimiz dolmuş!

Eli yüzü düzgün her holokost anlatısının Oscar namzeti olduğu bir kültürel iklimde, bu alana girmenin konforuyla ortaya çıkan her eser biraz temcit pilavı tadı da veriyor öte yandan. Holokost o kadar kullanışlı bir tema ki, seyircinin bu konuya dair tarihsel ve görsel hafızası yaratıcılara büyük olanaklar sunuyor. Geçen yıl Jonathan Glazer’in “İlgi Alanı”nda toplama kampını göstermeden soykırımı anlatma lüksü olduğu gibi; burada da László’nun neler yaşadığına dair en ufak bir görsel dünya inşa etme, sözlü olarak ifade etme ihtiyacı duymuyor Corbet. Çünkü seyircinin karakterin yaşamış olma ihtimali olan şeylere dair bir fikri olduğunu biliyor. Üstelik, bu karakterin hikaye içinde yaşadıklarından çok daha fazlasını ona yükleme, holokosta dair bütün hafızayı karakterde özdeşleştirme gibi ihtiyaç fazlası bir bütünleme anlamına da gelebiliyor.

Bir yaratıcı için karakterinin yaralarının nedenini anlatmak zorunda kalmamak ne büyük lüks!