Babygirl: Ailecek izleyebilirsiniz!
Halina Rejin, son filmi ‘Babygirl’de evli barklı orta yaşlı kadın ve bir genç adam arasındaki erotik gerilimi anlatırken öncülü ana akım yapımlar gibi ahlakçı değil. Hikayeyi, sert yanlarını törpüleyerek ‘ailecek izleyebileceğiniz’ bir film haline getiriyor.
Zıtlar arasında oluşan erotik çekim ya da gerilim yalnızca edebiyatın, sinemanın sıkça gündemine aldığı bir mevzu değil. Günlük hayatın içinde de sıkça karşılaştığımız, tanık olduğumuz bir hadise. Zengin ile fakirin, maço ile feministin, köylü ile kentlinin, patron ile çalışanın, siyah ile beyazın, suçlu ile kanun insanının birbirlerine karşı cinsel çekim duymaları hikaye anlatımının en temel kolonunu yani çatışmayı kurmayı kolaylaştırıyor çünkü. Bu tür hikayelerin kahir ekseriyeti mutlu sonra bitmez çoğu zaman. Hatta felaketle sonuçlanma ihtimali çok daha yüksektir.
Hollandalı oyuncu Halina Rejin, kamera arkasına geçtiği ilk filminde ‘zıtlar arasındaki çekim’ meselesini odağına almıştı. “Instinct”, cezaevinde tedavi ettiği bir suçlunun etki altına giren bir kadın psikoloğu alıyordu merkezine. Bu filmin ardından A24’un çatısı altında “Bodies Bodies Bodies” (Katil Kim?) adlı bir Z Kuşağı ‘gerilimi’ çeken yönetmen. Dilini yumuşatmakla, hatta yeni patronuna ana akımda kendisini değerlendirmesi için işaret vermekle eleştirilmişti. Bundan mıdır bilinmez ama istediği fırsatı yakalamışa benziyor. Geçen yılın çok konuşulan filmlerinden “Babygirl”, yönetmenin ilk iki filminin bir karması gibi duruyor. Bir yanıyla ilk filmdeki ayrı dünyaların insanlarının birbirini çekmesi teması var, diğer yanıyla ise Z Kuşağı’nın eski usul erotik gerginlikleri nasıl karşıladıklarına dair ipuçları da bulabiliyoruz hikayede.
Nicole Kidman’a Vededik’te en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandıran, aynı kategoride Altın Küre adaylığı getiren film orta yaşlı şirket CEO’su bir kadın ile, genç stajyer arasındaki erotik gerilim etrafında dönüyor. Kidman’ın canlandırdığı Romy bir şirketin yöneticisidir. Tiyatro yönetmeni eşi ve iki çocuğuyla birlikte üst sınıf hayatının ve gücünün tadını çıkarmaktadır. Yıllardır evde ve işte dominant olan, herkesi yöneten Romy, sokakta birisine saldıran köpeği tek bir komutla itaat ettiren genç adamı görünce içindeki ‘tehlikeli arzular’ uyanmaya başlar. Samuel (Harris Dickinson) adlı bu genç adam aynı şirkette stajyer olarak işe başlamıştır üstelik. Samuel mentor olarak Romy’yi seçince işler daha da karmaşık bir hal alır.
“Babygirl”ün önceki anlatılardan farklı yanları var. Biraz buralara değinmek gerek. Köpek metaforu yalnızca genç adamın Romy’nin dikkatini çektiği anla sınırlı kalmıyor. İkilinin ilişkisinde durmadan değişen güç dengelerinin görsel ifadesine de dönüşüyor bir noktada. Bu metafor bağımlılık, birini takip etme ve tabii ki alfa karaktere kendini teslim etme gibi anlamlar taşıyor ve bu filmin anlatısında oldukça işlevli.
İkinci olarak iki tarafın meseleyi algılayışındaki farklılıklar yepyeni bir yoruma işaret ediyor. Romy yaptığı şey yüzündün sürekli suçluluk duyuyor. Ailesine, işine ama özellikle de kendisine karşı yoğun bir suçluluk hissi bu. Ancak bu suçluluk bir yanıyla da onu besleyen, bu yasak aşkı daha da cazip hale getiren bir olguya dönüşüyor. Oysa Samuel için aynı şeyi söylemek zor. Kendisinden büyük patronuyla ilişki yaşayan kariyerinin başındaki biri gibi davranmıyor. Onda suçluluk duygusundan eser görmüyoruz.
Öte yandan türün çoğu filminde gördüğümüz gibi, genç olanın safça aşık olduğu ve bırakmak istemediği bir anlatı da söz konusu değil. Öyle büyük bir aşk da yok. Hatta başka kadınlarla da ilgileniyor Samuel. Tam da bu noktada kuşak meselesi giriyor devreye.
Samuel, cinsel eylem olarak gerçekleştirdikleri şeyleri, iki insan olarak sosyal hayatta yaptıklarının bir devamı gibi algılıyor. “Sohbet etmenin bir başka türlüsü” yani. “Nasıl ki sohbet ederken birbirimize üstünlük kurmaya, dil ile iktidar kurup biat ettirmeye çalışıyoruz ama bu ilişkimizi bitirmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Bunun cinsel eylemle gerçekleştirilmesi bir şeyi değiştirmez” demeye getiriyor adeta.
Romy’nin eşcinsel kızı Isabel’in (Esther McGregor) olayı öğrendikten sonra annesine ve sürece yaklaşımı da bunu destekliyor öte yandan. O da rızaya dayalı bu ‘normal dışı’ durumu gayet olgunlukla karşılıyor. Ki zaten kendisi de öyle yaşıyor. İki farklı kuşağın, aynı konuyu algılama biçimindeki farklılığı gösterme mahareti filmin en güçlü yanı.
Öte yandan, tasvir ettiği şeye dönüşüyor estetik olarak “Babygirl” kanımca. Romy’nin hem iş hem ev dünyasını oldukça steril çiziyor Halina Rejin. Bu iki dünyayı ayırmak için güçlü bir görsel imge.
Bu sterilize dünya film ilerledikçe karakterlerini silikleştiriyor. Kimliklerini, geldikleri yerleri, sınıfsal durumlarını ortadan kaldırıp parlak bir ışığın altında özelliklerinin kaybolmasına neden oluyor. Romy’nin geçmişinin izleri, eşi Jacop’ın (Antonio Banderas) yaşadığı ikilemler, Samuel’in nereden gelip nereye gittiğine dair ayrıntılar bu parlaklığın altında görünmez hale geliyor. Rejin’in iki dünyayı ayırmak için kurduğu görsel yapı, filmin gerçeğine dönüşüyor.
En nihayetinde türde nadiren gördüğümüz bir biçimde ‘onlar ermiş muradına’ şeklinde bir final izliyoruz. Olan “kerevete çıkamayan” izleyiciye oluyor. Böylesine bir hikaye, hiçbir sarsıcı yan bırakmadan, etkili anların bir süre sonra silinip gittiği, ortalama liberal bir Amerikalı çiftin çocuklarıyla birlikte ‘ailecek izleyebileceği’ bir yapıma dönüşüyor. Kendisinden önce bu temayı konu edinen ana akım filmler gibi ahlak bekçiliği yapmıyor Rejin ama ilk temanın sertliğini ıslah ediyor, ana akıma, seyirlik alana çekiyor.