Ahmet Nesin
Ahmet'tim, Albert oldum!..
Ve yeni okul, işin ilginç yanı, okulun adı da Yeni Okul, "Ecolle Nouvelle'. İkisine de o kadar yakın oturuyorum ki şimdi ama hâlâ fırsatını bulup da gidemedim Losan'a. Hele şimdi, Almanya'dayım ve gerçekten zor. Diğer okulda Napolyon Bonapart'ın torununun torunu, Ali'nin sınıf arkadaşıydı, suratına bakınca uzun boylu Bonapart ile konuşuyorsunuz sanki. Ayrıca ressam Toulouse Lautrec'in torunu da bizim okuldaydı ve yaşından dolayı bastonu yoktu ama hep şemsiyeyle yürürdü. Bu okulda da, daha doğrusu kardeş okulunda Şah Rıza Pehlevi'nin yeğeni, Suudi Arabistan petrol bakanı Zeki Yamani'nin kızı vardı. Zeki Yamani'nin kızı beni yemeğe davet etmiş. Bir de gittim ki lokantayı kapatmış. Pratikte sınıf farkını o dakika gördüm ama kızı bir daha görmedim. Bırakın sevgili olmayı, arkadaş olmak bile zor, doğum günlerinde birbirlerine son model araba filan hediye ediyorlar. Bu arada zengin çok arkadaşım oldu ama burjuva kültürünü almamışsa vay halinize, baştan aşağı görmemişlik yaşıyorsunuz.
Bu okulda da okulun futbol takımındayım, her zamanki gibi sağ bek oynuyorum. Maçlar gayet iyi gidiyor, kalecimiz İran'lı ve biz ikimizi çok seviyor seyirci arkadaşlar. Bizim için slogan uydurdular ama hepsinin Ahmet'i söylemesi yada aynı şekilde söylemesi kolay değil, bizi maç sırasında "Albert–Ardalan" diye destekliyorlar.
Ve başıma gelecek en büyük felaket günü geldi, benim eski okuluma karşı oynayacağız, yani Ali'ye karşı. Eski okulum bu okulu maçlarda hep yenmiş, bir kez yenseler tarihe geçeceğiz ama sanki hiç yok. Ben sıkıntılıyım, yenmek yenilmek değil derdim, öyle komplekslerim olmadı hiç, tabii hep yenmek istedim ama haddimi bildim hep. Benim derdim sağ bek oynamam ve Ali'nin golcü olması. Ne var bunda diyebilirsiniz, haklısınız da ama sorun bende.
Ben bir anlamda profesyonel futbola İngiltere'de başladım. Profesyonel derken okul lisansıyla oynuyorum ama haftada 2 kez ciddi antrenman yapıyoruz, teknik direktör var, şakası filan yok işin. Yani hiçbirinde toplama takım olarak çıkmıyoruz maçlara, yedeklerle, masör bile var kimi durumlarda. Fakat benim esas sıkıntım aynı zamanda Rugby oynuyor olmam, Rugby'ye İngiliz futbolu diyorlar ama ciddi şekilde sert oynanan bir oyun. Annemin 1 kez seyrederken beni dövüyorlar sanıp bağırdığını biliyorum. O yüzden alışkanlık, futbolu da sert oynuyorum. Ali karşıma geldiğinde ya yumuşak davranacağım yada sert, çünkü Ali çok kıvrak ve çalım atan biri. Bense tam top geçer adam geçmez bir kütük. Yumuşak davransam şike kokacak, kendim gibi oynasam Ali'yi sakatlama olasılığım var.
Böyle zor bir durum ve teknik direktöre her seferinde yalvarıyorum beni ileri çıkarsın diye. Adama o kadar söylendim ki, son 10 dakika küfredercesine eliyle "Ne yaparsan yap" gibi elini salladı. Alışkanlık, gol yemeyelim diye orta sahayı da geçmemeye çalışıyorum, 2-3 dakika sonra havadan bir pas geldi ve ben neredeyse gelişine vurdum ve gol. Şaka değil, aralarla beraber 7 yıllık Avrupa futbol yaşamımda attığım tek gol ve onu da o güne kadar yenemediğimiz okula ve Ali'ye karşı. Hiç öyle eski okulum yada takımım diye üzülmedim, buruk sevinç yaşamadım, bayağı sevindim.
Bu okul takımlarının başka bir faydası oluyordu, bizim takımda, İranlı, ben, Brezilyalı, İtalyan, Portekizli, Fransız, Bulgar, aklınıza kim geliyorsa vardı, o kadar güzel bir bütünleşmeydi ki bu, yaşanmadan anlatması zor. Bu arada bir de milli takımlar yapılıyordu, ben sadece bir maça denk geldim, o da Yunanistan'a karşı oynamıştık. Başkalarını bilemem ama ben bitürlü milli bakamıyordum olaya, çok keyif almıştım. Milli takım için forma bile istedik Türkiye'den ama o zaman çok ilginç bişey öğrendim, milli forma o zamanlar yasakmış, yani sadece resmî olanlar giyebilirmiş. Bize de geldi sonunda ama bayraklı arma ters duruyor, yani resmîsinde ay yıldız sağa bakıyorsa, bizdeki sola bakıyor. O zaman resmî forma olmuyormuş ve satılıyormuş. Erdoğan'ı bilemem ama ben 1 kez milli oldum.