AKP’lilerin düşünce özgürlüğü ve Almanya’nın tavrı

Almanya seçim çalışmaları için izin vermiş olsun. Ama bu yine de AKP’nin ve Erdoğan’ın Almanya’da veya Avrupa’nın başka bir yerinde seçim kampanyası yapmasının hukuki ve meşru olduğu manasına gelmiyor.

Çetin GÜRER

Türkiye, Almanya’daki gündemden Trump rüzgârı nedeniyle uzun süredir düşmüştü ki, AKP’li bakanların seçim kampanyalarının iptal edilmesiyle yeniden Almanya gündemine yerleşti. Son iki haftadır Türkiye’de olduğu gibi Almanya kamuoyu da bu iptalleri konuşuyor ve tartışıyor. Erdoğan ve AKP’li bakanların kışkırtıcı açıklamaları manşetlerden düşmüyor.
Anlaşıldığı kadarıyla AKP’lilerin konuşmalarının Almanya’da iptal edilmesi (dikkat yasaklandı demiyorum), kimi dostlar tarafından da olumlu yorumlanmıyor ve düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında görüp bunun yanlış olduğu öne sürülüyor. Diğer yandan ise politik açıdan bu iptallerin, AKP’nin "mağduriyet" arayışına ve dolayısıyla evet oylarına yaradığı iddia ediliyor ve Almanya’nın bu uygulamadan vaz geçmesi gerektiği belirtiliyor. Ben hiç bu fikirde değilim.

Alman siyasetçiler ve hukukçular da bu fikirde değil. Hukuki açıdan durumu değerlendiren Almanya Anayasa mahkemesi başkan yardımcısı, Prof.Ferdinand Kirchhof gazetecilere verdiği bir röportajında konunun temel haklar çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini, sorunun bununla ilgili olmadığını söylüyor. Kirchhof’a göre bu tür durumlarda uluslararası hukukun (devletler hukukunun) kuralları geçerlidir. O nedenle Almanya isterse Türk siyasetçilerin Almanya’ya girişini de engelleyebilir ve seçim propagandası yapmasına uluslararası hukuk çerçevesinde müsaade de etmeyebilir. Bu evrensel hukuk normlarına uygun bir uygulama Kirchof’a göre.
Çünkü birincisi bir ülkenin siyasi temsilcilerinin başka bir ülkede siyasi faaliyet yürütmesi, o ülkenin "egemenlik hakları" ile ilişkili. Örneğin o yüzden Türkiye’deki siyasi partiler, resmi olarak Almanya’da örgütlenemiyor veya parti örgütü kuramıyor. Yani bu türden çalışmalar, o ülkenin egemenlik haklarına bir müdahale olarak yorumlanıyor. Buna göre nasıl ki devletler, başka ülkelerde askeri, polisiye veya ajanlık faaliyeti yapamıyorsa, siyasi çalışmalar da yapamaz ya da ancak özel izinle bunu yapabilir.

Bu noktada Türkiye’nin Alman siyasetçilerine, seçim çalışması bile değil, sadece İncirlik’teki kendi askerlerini ziyarete izin vermemesini de hatırlamak gerekir. Türkiye istediği gibi Alman siyasetçilerin Türkiye’ye girişini engellerken; Yrd.Doç. Şero Garip örneğinde olduğu gibi bir Alman vatandaşı akademisyeni, Barış Bildirisine imza attığı gerekçesiyle bir yıldan fazladır yurtdışına çıkış yasağıyla Türkiye’de rehin tutarken; Deniz Yücel örneğinde olduğu gibi yabancı gazetecileri haydutça tutuklarken ya da sınır dışı ederken, gayet doğal Almanya da AKP’li siyasetçilerin seçim çalışmalarını iptal ediyor.

İkincisi engellenen kişiler "sıradan vatandaşlar" olmadığı, bilakis siyasi otoriteler olduğu için, temel haklardan değil, ancak uluslararası hukuktan ve diplomasiden söz etmek gerekiyor. Yabancı devlet adamlarının "temel haklardan" faydalanması, ancak sahip olduğu "devlet otoritesi" sıfatını bir kenara bırakmasıyla mümkün oluyor. Bırakamıyorsa, kısıtlanan, iptal edilen şey devlet adamının temel hakları değil, uluslararası hukukun ve diplomasinin bir gereği. Ki diplomaside ‘karşılıklık esası’ da zaten bu.

AKP ve Erdoğan, uluslararası hukuku, devletlerarası ilişkilerini "Kasımpaşa Kabadayılığı" ile yönetebileceğini sanıyor. Bu kabadayılık iç siyasette işe yarayabilir, fakat dış siyasette ya bunun sonuçlarına katlanırsınız ya da işi kurallarına uygun biçimde tıpış tıpış yaparsınız. Ki nihayetinde kabadayılık sökmedi, Çavuşoğlu Alman Dişişleri Bakanı Sigmar Gabriel ile yaptığı görüşmede, kurallara uygun biçimde meslektaşından resmi izin talep etti. Sonuçta AKP Almanya’da referandum süresi boyunca otuz seçim çalışması izni aldı.

Almanya seçim çalışmaları için izin vermiş olsun. Ama bu yine de AKP’nin ve Erdoğan’ın Almanya’da veya Avrupa’nın başka bir yerinde seçim kampanyası yapmasının hukuki ve meşru olduğu manasına gelmiyor. Almanya’nın iznine rağmen, AKP yurtdışında, Erdoğan ise ne yurtdışında ne de başka bir yerde seçim kampanyası yapamaz.

Anlaşılan o ki dostlarımız da Erdoğan gibi mevcut Anayasayı ve orada yazılı olan Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini unutmuş. Erdoğan, ayaklar altına aldığı ve değiştirmek istediği bu anayasaya hala tabi. Ne diyor bu anayasa? Erdoğan, bırakın Almanya’yı, Türkiye’de dahi seçim kampanyası yapamaz. Neden? Çünkü bu kural tanımaz diktatörün mevcut anayasaya göre "ta-raf-sız" olması gerekiyor, mecliste "na-mus ve şe-ref" üzerine ettiği yemine sadık davranması gerekiyor. Yemin yemindir. Bir insanın namus ve şerefini ne kadar ayaklar altına alacağı elbette kendi haysiyetiyle ilgili, ona da karışacak değiliz.
Bitmedi. Bizzat AKP’nin 2008’de çıkardığı seçim yasasına göre, yurtdışı temsilciliklerinde seçim kampanyası yapmak yasak. Haa! AKP ve Erdoğan zaten hukuk ve kanun tanımaz bir çete gibi davranıyor, ta 2008’de kendi eliyle çıkardığı kanuna mı uyacak, Türkiye’de AKP uzun zamandır kendini her tür yasanın dışında tutuyor ki zaten derseniz, Yüksek Seçim Kurulu’nun bu referandum için aldığı yurtdışında seçim kampanyası yapılamaz kararını yine de AKP’lilere hatırlatmak gerekir.

Neresinden bakarsak bakalım her şey AKP’nin ve Erdoğan’ın elinde kalıyor. AKP ve Erdoğan, yasayı yapanlar ve yasaya tabi olanlar olarak orman kanunlarına başvursa da, Almanya bu iptallerle AKP ve Erdoğan’a hukuk devleti ilkelerini hatırlatıyor, yasalara ve kanunlara uymasını salık veriyor, hayırcı seçmenlere karşı yaygınlaştırdığı nefret söylemine karşı bu seçmenlerin özgür, demokratik ve güvenli bir ortamda iradesini ortaya koyma hakkını kolluyor.

Hukuk, kanun AKP ve Erdoğan için sadece kendi işine geldiğinde kullandığı bir araçsa, o zaman en çok ağzına doladığı millet üzerinden AKP ve Erdoğan’ın Almanya’da istenmediğini anlatalım. ARD televizyonunun düzenli olarak yaptırdığı Trend-Almanya araştırmasına göre, Almanya’nın %91’i AKP’lilerin Almanya’da seçim kampanyası yapmasını iyi bulmadığını ifade ederken, %77’i ise bu kampanyaları Almanya’nın engellemesi gerektiğinden yana. Millet diye vır vır yırtınanlar! Bakın bunlar da millet. Bunlar idam isteyen milletten değil ama idamı bir seçim vaadi olarak ağzına dolayan siyasetçiyi bir AB ülkesinde görmek istemeyen milletten. Hadi bu millete de kula verin.

Elbette AKP’nin ve Erdoğan’ın nefret söylemleriyle dolu, ayrıştırıcı, yıkıcı ve hedef gösteren seçim çalışmaları her yerde yasaklanmalıdır. Zira hayır diyenler sadece Türkiye sınırları içinde engellenmiyor, tehdit edilmiyor, susturulmuyor. AKP’nin ve onun Avrupa’daki zincirini koparmış örgütü UETD de Avrupa’da hayır diyenleri tehdit etmekten geri durmuyor. İşyerleri taşlanıyor, telefonla insanlar aranıp "sınırı çoktan aştın, kendine dikkat et’" tehditleri yapılıyor. Kendisini ‘tarafsız’ ve ‘partiler üstü’ olarak tanımlayan UETD, Avrupa topraklarında AKP’nin yasal kolu gibi çalışıyor ve millete karşı "terör" estiriyor. Öyle bir partiler üstülük ve tarafsızlık ki UETD başkanı Zafer Sarıkaya, AKP’nin Avrupa seçim koordinasyon merkezinde görev yapıyor. Bu riyakarlık, yalan ve sahtekarlık nedeniyle, Alman basın mensuplarını gördüğü her yerde şimşek hızıyla kaçıyor, ısrarlı röportaj taleplerine karşılık vermiyor, çalınan kapılarını açmıyor. Yani anlayacağınız, Almanya toplumu, halkı ve basını da bunlardan artık illahlah etmiş durumda. Hani kapısına bağlasan kimse bir tas su vermek istemez durumdalar.

Hal böyleyken her seçimde olduğu gibi devletin tüm olanaklarını da arkasına almış olan haramzadelerin, utanmayan, sıkılmayan, arsızca yüzleri de kızarmayan AKP’lilerin, her tür uluslararası norm, kural, kaide tanımadan dingonun ahırı gibi Almanya’da istediği gibi at koşturmasının engellenmesi, düşünce özgürlüğü, temel haklar vs. kapsamında değil, olsa olsa insanı, insanlığı kötü düşünceden korumaya dönük, yerinde ve gerekli diplomatik hamlelerdir. AKP’nin buradan mağduriyetlik devşirmesini engelleyecek olanlar ise bizlerden başkası değil. AKP’lilerin düşünce özgürlüğüne vurgu yaparak değil, yaptıklarının zaten yasalara aykırı olduğunu, gayri meşru bir referandum süreci içinde olduğumuzu haykırarak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Çetin Gürer Arşivi