Celal Başlangıç
Bir ‘TAMAM’lık canları varmış!
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencileri kırmızı bir bezin üzerine "TA" yazmışlar, başka bir kırmızı bezin üzerine de "MAM".
"TA"yı kantin duvarının bir ucuna asmışlar, "MAM"ı da öbür ucuna.
Özel güvenlik amiri "Siyasi slogan olduğu için kaldırılacak" diyor.
Karşısındaki kadın öğrenci "tamam"ın günlük kullanımda bir kelime olduğunu anlatmaya çalışıyor ama nafile.
Yanındaki görevlilerle duvarın bir ucuna hamle yapıyor güvenlik amiri, önce "TA"yı kaldıracak.
Kadın öğrenci ısrarlı, "Bari MAM kalsın, o da mı yasak" diyor.
"Kül yutmuyor" güvenlik amiri:
"Dün de oldu aynısı. TA-MAM yasak!"
Bu arada Öğrenci Kolektifleri bir süre sonra sosyal medyada paylaşmak üzere cep telefonuyla çekim yapıyor. Amir tepki gösteriyor:
"Niye çekiyorsun?"
Çok zor değildi bu soru, çekimi yapan erkek öğrenci için. Yapıştırdı yanıtı:
"Belge bu, delil."
Boş bulundu amir.
"TAMAM, çekin."
Öğrenciler inceden makaraya sardılar "TA-MAM" pankartlarını indiren amiri, "Bak sen de dedin" diye..
Sonra öğrencilerin alkışları arasında güvenlik görevlileri önce duvarın bir ucundan "TA"yı, sonra gidip öbür ucundan "MAM"ı aldılar.
Aslında "Allah ayağına dolaştırdı" mı denir, "Kendi kazdığı kuyuya düştü" diye mi tanımlanır bilmem ama Erdoğan’ın bir sözcükle kendi ayağına sıktığı kesin.
Hem de ne sıkma…
Kalktı grup toplantısında "Şayet bir gün milletimiz ‘tamam’ derse ancak o zaman biz kenara çekiliriz" deyiverdi.
Yani Erdoğan öyle bir "TAMAM" demişti ki, muhaliflerinde öyle bir şimşek çakmıştı ki ortalık yıkıldı.
Erdoğan’ın kullandığı bir sözcük kendi muhalifleri tarafından bu kadar mı kullanışlı hale getirilebilir… İnsan gerçekten hayret ediyor!
Hani kendi ayağına sıkmamış olsa insanın "Segula çırak kalır" diyesi geliyor.
Jacgues Segula’yı bilirsiniz. Siyasi reklamcılığın duayeni ünlü Fransız. Mitterand’ın kazandığı seçimin kampanyasını yürüten reklamcı.
Hani "Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor" kitabının yazarı…
1991 seçimlerinde Mesut Yılmaz bir rivayete göre "çuval dolusu para ödeyip" ANAP’ın seçim kampanyasını Segula’ya yaptırmıştı.
Ama ANAP’ın gidişini önleyememiş, Mitterand’a kazandıran reklamcı Yılmaz’a kaybettirmişti.
Vallahi Segula bile bulamazdı bu sloganı.
Erdoğan, muhaliflerine öyle bir tek sözcükten oluşan, müthiş kullanışlı bir kampanya sloganı hediye etmişti, hem de en yıkıcı biçimde kendisine karşı kullanılmak üzere; TAMAM.
Bir de muhalifleri Erdoğan’ın Türkiye’yi böldüğünü, toplumu kutuplaştırdığını söylerler. Yalan, vallahi yalan.
"Reiz" öyle bir slogan buldu ki muhaliflerine Müslüman’la Ateist’i, Türk’le Kürt’ü, Sünni’yle Alevi’yi, milliyetçiyle komünisti, ulusalcıyla 2. Cumhuriyetçileri bir araya getirdi.
Sosyal medya yıkıldı "TAMAM" diye.
AKP panikledi "TAMAM"ın bu şahlanışından, "DEVAM" diye set çekmeye çalıştı.
Twitter, "TAMAM" sağanağına tutulmuştu, iki milyonu aştı. "DEVAM" 300 binlere geldiğinde "sahte hesap" yani "BOT" nedeniyle silindi mesajları.
Ancak bu durumda "belki utanırlar" diye düşünmek söz konusu AKP olunca hayale dönüşüyor doğal olarak.
AKP medyası hemen iki milyon "TAMAM"ı sahte olmakla suçladı.
Bir anlığına sahte olduğunu kabul edelim.
Madem sahteydi de, atılmış sahte tiwitler aleyhine Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nden Hükümet Sözcüsüne, AKP Sözcüsüne kadar çıkıp herkes ciddi ciddi konuşup, "Sandıkta hesaplaşırız, 24 Haziran’da görüşürüz" diye neden tehdit ettiler?
Öyle olsaydı eğer gazeteleri "Kuşbeyinliler", "Tamamı FETÖ yumurtası" diye çılgın gibi nasıl hakaret edeceğini bilmeyen manşetler atar mıydı?
Zaten Erdoğan 18 Nisan’da "24 Haziran’da erken seçim" dediği andan itibaren çok büyük bir düşüş yaşamaya başladı.
Birincisi gündem belirleme yeteneğini o günden itibaren tümüyle kaybetti.
İkincisi, özellikle CHP’nin çok yerinde hamleleriyle, HDP’nin onca zulme, baskıya, "siyasi soykırım"a karşın hala kaya gibi yerinde durmasıyla Erdoğan ve AKP bütün psikolojik üstünlüğü muhaliflerine kaptırdı ve hala da geri alamadı.
15 milletvekilini İYİ Parti’ye gönderip seçime katılmasını sağlamakla CHP hem bir demokrasi görevini hem de Erdoğan’ın oyununu ortaya çıkardı.
CHP’nin bu hamlesiyle anlaşıldı ki, Erdoğan’ın "24 Temmuz’da seçim" kararının ardında yatan planlardan biri de meğer İYİ Parti’yi saf dışı bırakmak, seçime sokmamakmış.
Muharrem İnce’nin Demirtaş’ı Edirne Cezaevi’nde ziyareti ve bu süreci usta manevralarla yönetmesi, ardından da hemen ertesi gün Hakkari’de miting yapması da Erdoğan’ı panikleten başka bir neden oldu.
Millet İttifakı kurulurken Erdoğan’a istediği malzemeyi sunmaması da iktidarın beklentilerini boşa çıkardı.
Bu manevrayı yaparken "HDP’ye cüzamlı muamelesi" yapılmasının toplumda, özellikle de Kürt seçmende açtığı yaranın sarılmasında atılan usta adımlar da CHP açısından 18 Nisan’dan sonraki süreçte yürütülen "sıfır hatalı" politikanın önemli köşe taşlarındandı.
1991 seçimlerinde Turgut Özal Cumhurbaşkanıydı, Demirel’de Başbakanlığa aday ana muhalefet partisi DYP’nin lideriydi.
Bu süreçte Demirel’in mitingine katılan DYP’liler alanlarda hep şöyle bağırırlardı:
"Silkele baba düşecekler."
Hakikaten de o seçimde "Baba’nın silkelemesi"yle Özal’ın ANAP’ı iktidardan düştü.
Nereden biliyordu Demirel’in miting meydanını dolduran partililer dönemin anlı şanlı partisi ANAP’in bir silkelemeyle düşeceğini?
Sorunun yanıtı basit. Seçmen fena halde kimin düşeceğini, kimin kalacağını dehşetli hassas bir şekilde hisseder.
Bugün yaşadığımız süreçte tam da öyle oldu.
Eğer bunca insan "TAMAM" diyorsa, işin bitti gideceksin, demektir.
Çünkü seçmen bilir, hisseder artık senin bir "TAMAM"lık canının kaldığını.
O zaman hep birlikte söyleyelim Cahit Sıtkı Tarancı'nın dizelerinden bestelenen o güzelim şarkıyı:
"Haydi Abbas vakit TAMAM…"