Celal Başlangıç
CHP; Türkiye’de doğru söyler, Avrupa’da şaşar
AKP sözcüleri, yandaş medya neredeyse zil takıp oynuyordu. Sevinç, manşetlere zafer naralarıyla vurmuştu:
"Başardık", "Bambaşka bir dönem", "Avrupa ihtilali", "90 milyon coşku", "Biz de varız", "Büyüksün Türkiye".
Tarih 2004’tü. Reformların ardından Avrupa, sekiz yıl süren denetim sürecini kaldırmış, Türkiye AB’den müzakere tarihi almıştı.
Alınan sonuç hem bir önceki koalisyonun, hem de "çiçeği burnunda" AKP iktidarının başarısıydı.
13 yıl aradan sonra Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türkiye’yi yeniden siyasi denetime aldı.
İlk kez bir ülke denetim sürecinden sonra yeniden denetime alınıyordu.
Bundaki "başarı" da tümüyle AKP’ye aitti!
İktidar partisinin özellikle son altı yıllık süreçte Türkiye’yi getirdiği sefil noktaya sadece Avrupa’nın tuttuğu bir aynaydı bu karar.
AKPM’nin 2004’teki kararından sonra zil takıp oynayanlar bu kez çok kızgındı:
"Avrupa düşmanlığını yine gösterdi", "Skandal karar", "Tanımıyoruz", "Bizi denetlemek ne haddinize!", "Tarihi hata".
AKP, yola çıkarken ortaya koyduğu varoluş nedenlerinden birini daha yitirmişti; diğer pek çokları gibi…
AKP YALAN SÖYLERKEN TEKZİP YEDİ!
Avrupa’daki mecliste anlattıkları hikayelere kimse inanmadı elbette.
Türkiye delegasyonundaki AKP’liler sık sık söz alıp ülkelerinde yargının ne kadar bağımsız olduğunu, neredeyse dünyadaki en özgür basın faaliyetlerinin Türkiye’de yapıldığını anlatıyorlardı.
Tam da bu görüşmeler yapılırken Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün Basın Özgürlüğü Endeksi yayınladı.
Türkiye, bir yılda dört basamak inerek, 155. sıraya düşmüştü.
RSF raporunda; 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bağımsız gazetecilere ve medyaya baskının daha önce hiç görülmemiş bir seviyeye çıktığına dikkat çekiyor, 150 gazetecinin hapiste olduğunu, 150’ye yakın medya kuruluşunun kapatıldığını ve yüzlerce basın kartının iptal edildiğini vurguluyordu.
Çarpıcı bir tespiti daha vardı RSF’nin; AKP’nin iktidarda olduğu son 12 yılda Türkiye, Basın Özgürlüğü Endeksi’nde toplam 57 basamak gerilemişti.
AKPM’de konuşan AKP’li parlamenterlerin yalanları daha o anda kılıfsız kalıyordu.
Hadi, AKP’lileri anladık. Onlar görevlerini yapıyorlar, Türkiye’yi getirdikleri berbat noktayı saklamak için allayarak, pullayarak memlekete nasıl bir demokrasi getirdiklerini anlatmaya mecburlar.
Burada asıl sorulması gereken "CHP’lilere ne oluyor" sorusu…
CHP DEMOKRATİKLEŞMEYE DE HAYIR DEDİ!
AKPM’de Türkiye Heyeti’nin 18 üyesi var. 11’i AKP’li, dördü CHP’li, ikisi HDP’li, biri de MHP’li.
Görüşülen raporun başlığı "Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi"ydi.
Sonuçta AKP’li, CHP’li, MHP’li üyeler blok halinde Türkiye’nin denetim sürecine alınmasına "Hayır" dediler. İki HDP’li üye de "Evet" dedi.
16 Nisan referandumunda HDP ile "Hayır" da buluşan CHP, bu kez "Evet"çi AKP-MHP cephesiyle birlikte AKPM’nin raporuna "Hayır" demişti.
Sadece onlarla mı?
Türkiye’nin denetim sürecine alınmasına CHP’nin dahil olduğu sosyalist/sosyal demokrat grup parlamentodaki liberallar ve sol gruplarla birlikte "Evet" dedi.
Ancak CHP’liler Hıristiyan Demokrat ve Muhafazakar gruplardaki bir grup parlamenterle birlikte "Hayır" oyu kullandılar.
İçinde; Deniz Baykal, Haluk Koç, İlhan Kesici ve Gülsüm Bilgehan’ın yer aldığı CHP’li milletvekilleri karar tasarısının aleyhinde oy kullanırken, Türkiye’nin demokratikleşme için yapılan bütün önerilere de "Hayır" demiş oldular.
CHP TEK ADAM REJİMİNE KARŞI DEĞİL Mİ?
İşte sonuçta CHP’li milletvekillerinin "Hayır" dediklerinden bazıları:
Yargılanmayı bekleyen tüm milletvekilleri ve eş başkanların serbest bırakılmasına…
Sayıları 150’den fazla olan tutuklu gazeteci ve insan hakları savunucularının salıverilmesine…
Avukatlara erişimin ve savunmanın engellenmesi ya da gözaltı mağduriyetlerinin yaratılmasının önüne geçilmesine…
İdam cezasının yeniden gündeme gelmesine yol açacak herhangi bir eylem yapılmamasına…
Olağanüstü Hal’in mümkün olan en kısa sürede kaldırılmasına…
Muhalefet etmenin suç olarak kabul edilmesine yönelik uygulamalara derhal son verilmesine…
Terörle Mücadele Yasası’nın değiştirilmesine…
Medya, akademi ve STK mensuplarına karşı, zorlayıcı sebepler ve yargı kararları olmadan "Terör örgütü mensubu" suçlamasından kaçınılmasına…
YSK’nın 16 Nisan referandumunda aldığı mühürsüz oyların kabul edilmesi kararıyla ilgili bütün itirazları tam anlamıyla incelenmesi talebine…
Bunların hangisine karşı CHP!
Tutuklu milletvekillerinin ve gazetecilerin serbest bırakılmasına mı…
Olağanüstü Hal’in kaldırılmasına mı…
Gözaltı mağduriyetlerinin önüne geçirilmesine mi…
İdam cezasının geri mi gelmesini istiyorlar yoksa…
Muhalefet etmenin suç sayılmasından mı yanalar…
İktidarın her muhalifini, ki kendileri de dahil, terörist diye yaftalamasından memnunlar mı…
YSK’nın referandum sonuçlarıyla ilgili itirazları değerlendirmesini istemiyorlar mı…
Tek adam rejimine karşı değiller mi…
Otoriter bir rejimi engelleyecek tüm mekanizmaların kaldırılmasını mı istiyorlar…
‘SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ’ ZİHNİYETİ
AKPM’nin CHP’li üyesi Deniz Baykal’ın "Hayır" deme gerekçesine bir bakın.
Anlayan beri gelsin…
"Biz CHP milletvekilleri olarak bu oylamada, her şeye rağmen Türkiye’deki büyük hukuk ihlallerini bildiğimiz halde, demokrasi ile ilgili olumsuzlukların tümünün farkında olmamıza rağmen, bunlara karşılık çok büyük mücadele içinde olduğumuz halde, son anayasa referandumunda getirilmek istenenin nasıl hukuk, demokrasi, insan hakları anlayışından uzak olduğunu bildiğimiz ve Türkiye’de büyük ölçüde anlatmayı başardığımız halde, bütün bunları bir yana bırakarak Türkiye’nin böyle bir tarihi olumsuzluk ile karşı karşıya kalmaması için CHP’li dört milletvekili olarak hep beraber AKPM’nin bu kararına karşı çıktık."
Neden aslında bu öneriye "Evet" denmesi gerektiğini madde madde sayıyor Baykal, sonra da "Türkiye’nin böyle bir tarihi olumsuzluk ile karşı karşıya kalmaması" için "Hayır" dediklerini söylüyor.
Zaten Türkiye Cumhuriyeti son gelişmelerle birlikte kalacağı kadar tarihi olumsuzluklarla karşı karşıya kalmış.
Daha ne bekliyorlar, "açık faşizme" geçilmesini mi?
Başka bir CHP sözcüsü oylamada "Hayır" oyu verilmesini "Biz Türkiye’yi jurnallemiyoruz" diye açıklıyordu.
Tam da 1960’lı yıllardan, soğuk savaşın zirve yaptığı süreçten, ülke sınırların aşılmaz duvarlara dönüştüğü "iletişim çağı"ndan bir önceki çağdan kalma bir kafayla, siyaset yapma biçimiyle konuşuyor.
İletişimin geldiği yıldırım hızıyla geçirgenlikten, dünyanın küresel bir köye dönüşmesinden habersiz belli ki.
"Demir perde" döneminden kalma bir siyaset yapma anlayışı bu çağda ancak nal toplar.
YOKSA AİHM YÜZDE YÜZ YERLİ Mİ!
Türkiye içersinde AKP’nin bütün bu uygulamalarını şiddetle eleştireceksin, sonra Avrupa’ya çıkınca neredeyse destek vereceksin.
Avrupa’daki muhataplarının hiç mi haberi yok ülke içinde söylediklerinden, hiç mi duymuyorlar, okumuyorlar sanıyorsun.
Bu tavrınla "kol kırıldı yen içinde kaldı" tutumu bile olamaz ortaya koyduğun tavır, olsa olsa uluslar arası platformlarda "tutarsızlık" diye ifade edilir.
Bir de kurucuları arasında yer aldığın bir konseyde ülkenin evrensel hukuk ve insan haklarıyla ilgili sorunlarının görüşülmesini "ecnebilere jurnallemek" diye nasıl algılarsın.
Haydi diyelim senin kafanda öyle de… O zaman partinin seçim sonuçlarıyla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne gitmesini nasıl açıklayacaksın!
Yoksa AİHM yüzde yüz yerli ve yüzde yüz milli mi…
Elbette biliyorum CHP’nin evrensel değerlere bağlı çağdaş bir sosyal demokrat parti olması için daha 40 fırın ekmek yemesi gerekiyor.
Ancak benim merak ettiğim, CHP’nin bu 40 fırın ekmeği ne zaman yemeye başlayacağı…
Çünkü bu "bir fırından bile ekmek yememiş aslan sosyal demokratlar" onca hatalarına rağmen Türkiye’de dik tutmaya çalıştıkları kuyruklarını, Avrupa’da AKP’ye işte böyle kaptırırlar.
Aynen "Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar" türküsüne dönerler uluslararası platformlarda.
CHP bu işte; Türkiye’de zaman zaman doğru söyler, Avrupa’da şaşar…