Pelin Cengiz
Dünya ağaca, Türkiye ölü termik santrallere para akıtıyor
Yayınlanma:
Güncelleme:
Dünya, kaynakların karbon emisyonlarının azaltılmasına yönelmesini sağlıyor, Türkiye'de ise ülke kaynakları yandaş şirketlerin kirli, verimsiz, adaletsiz enerji yatırımlarına akıyor.
Küresel olarak yılda 15 milyar adet ağaç kesiliyor, aşağı yukarı günde 41 milyon ağaç demek bu. Türkiye olarak bizim de katkımız fena sayılmaz, ne de olsa bir günde Maçka Parkı'nı dümdüz ettik.
Arazi parçalanmaları da göz önüne alındığında elle dikilen fidanlarla -geleneksel yöntemler kullanarak- yapılan ağaçlandırma faaliyetinin nasıl sürdürülebilir olacağını tahmin etmek zor.
Yakın zamanda okuduğum "Does Money Grow on Trees? Businesses Say Yes" (Para ağaçta yetişir mi? İşletmeler evet diyor) başlıklı bir makale, bunu bir "iş" haline getiren şirketlerden bahsediyor. Elle yapılan fidan dikim işleminden 150 kat hızlı, günde 40 bin tohum dikme potansiyeline sahip makinalar var artık. Özel drone'lar kullanarak, tohumlama yapılıyor ve araziler ağaçlandırılarak eski haline getirilebiliyor.
Başlık para ağaçta yetişir mi diyordu ya, World Resources Institute (WRI) ve The Nature Conservancy (TNC) tarafından gerçekleştirilen bir araştırma paranın resmen ağaçta yetiştiğini ortaya koymuş. Bu iki kuruluş yaptıkları bir çalışma ile 140 şirketi incelemiş ve hazırladıkları rapora 14 şirketi dahil etmiş.
Ağaç dikmek bir iş olabilir mi, isteyince oluyor...
Buna "restorasyon ekonomisi" diyorlar. Yatırımcılara ve girişimcilere yol göstermesi açısından raporda 14 şirketin iş modelleri detaylı bir şekilde anlatılmış. Bu şirketler BioCarbon Engineering, EcoPlanet Bamboo, Ecosia, F3 Life, Fresh Coast Capital, Guayaki, Komaza, Land Life Company, Lyme Timber, New Forests, Symbiosis Investimentos, Tentree ve Terviva olarak sıralanıyor.
"The Business of Planting Trees: A Growing Investment Opportunity" (Ağaç Dikme İşi: Büyüyen Bir Yatırım Fırsatı) başlıklı rapora göre, ağaç dikim işine giren şirketler, satışlarını her yıl 10 kata kadar arttırabiliyor.
Bu şirketler, geliştirdikleri inovatif iş modelleri ile bankalardan, risk sermayesi şirketlerinden, farklı kuruluşlardan milyon dolarlara ulaşan yatırım almayı da başarmış şirketler.
Son yıllarda arazi bozulmasına karşı ortaya çıkış uluslararası inisiyatiflerden biri olan Bonn Challenge hedefine göre, 39 hükümet, 2020 yılına kadar 150 milyon hektarlık araziyi, 2030 yılına kadar ise 350 milyon hektarı geri kazandıracak.
Dünya genelinde devletler tarafından taahhüt edilen restore edilmesi gereken 160 milyon hektar toprak mevcut. Güney Afrika'nın yüzölçümünden daha büyük. Bu taahhütler, büyük projeleri uygun maliyetle sunabilen işletmeler için artan talebi hızlandırıyor.
Bu sadece bir örnek. Dünya bunları konuşuyor artık. Ağaç dikiminin nasıl inovatif bir iş kolu haline geldiğini gösterirken, çok daha hızlı, ucuz ve verimli bir şekilde çalışmanın da imkan dahilinde olduğuna işaret ediyor.
Şimdi bütün bunları niye anlattım? Bir de biz neler yapıyoruz bakalım ve şöyle bir kıyas yapabilelim diye...
Geçen hafta, Elektrik Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK), kapasite mekanizmasından yararlanacak termik santralleri açıkladı. Bu ne demek. Yüksek maliyetli termik santralleri devre dışı bırakmamak için kamu kaynaklarından bu kirli enerji türüne para akıtmak demek. Kömürlü termik santraller ayakta kalsın diye kaynak aktarılırken, Türkiye'nin iklim değişikliğine olumsuz katkısı biraz daha artacak, hava, su ve toprak biraz daha kirletilecek, küresel anlamda dünyanın yakın gelecekte en kritik konusu gıda güvenliği biraz daha tehlikeye atılacak.
Bu devlet teşviki, aynı zamanda fosil yakıtların hızla ucuzlayan rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjiyle baş edemediğinin hatta yarışamadığını göstergesi...
Doğalgaz ve kömür santrallerinin üretime devam edebilmesi için yapılacak kapasite mekanizması ödemelerinin 1,5 -2 milyar lirayı bulacağı tahmin ediliyor. Öngörülen yardım, kamu bütçesinden otoyollar, köprüler ve hastaneler için verilen devlet garantilerinin üçte biri kadar büyük bir ölçekte ek bir ödeme anlamına geliyor.
Avrupa özelinde yapılan analizler kapasite mekanizmalarının son tüketiciye ek maddi yük çıkardığını ortaya koyuyor. Örneğin, Polonya'da benzer teşviklerin elektrik faturalarında yüzde 20 artışa sebep olması bekleniyor. Türkiye'de de fosil yakıtlara yapılacak bu yardımın elektrik faturalarına yansıtılıp yansıtılmayacağı merak konusu.
Güya ithal kaynaklara bağımlılığını kırmak amacıyla "yerli ve yenilenebilir enerji" politikasına sahip Türkiye'nin kurulu gücü Aralık 2017 itibarıyla 85 bin 200 MW'a yükseldi.
Rüzgar ve güneşin hızla düşen fiyatlarının değiştirdiği piyasa koşullarında doğalgaz ve kömür santralleri üretim yapma konusunda teşviklere ihtiyaç duyuyor. Yatırım maliyetlerini karşılamakta zorlanan santraller kamu fonlarıyla ayakta tutulmaya çalışılıyor. Kapasite mekanizması, hali hazırda yüzde 75 olan ithal kaynaklara bağımlılığın, Hazine'den kaynak sağlayarak artmasına ön ayak olacak, bu da cari açığın büyümesiyle sonuçlanacak.
Dünya, iklim değişikliğiyle mücadele ederken yeni iş modelleri yaratıyor, kaynakların karbon emisyonlarının azaltılmasına yönelmesini sağlıyor, Türkiye'de ise devlet eliyle ülke kaynakları yandaş şirketlerin kirli, verimsiz, adaletsiz enerji yatırımlarına akıyor.
Hangisi doğru, hangisi akla mantığa daha uygun geliyor, hangisi kaynakların doğru kullanımını sağlıyor, hangisi küresel müşterek derdimiz iklim değişikliğiyle mücadeleye bir nebze olsun katkı sağlıyor?
Yukarıda bahsettiğim rapora, adresinden ulaşmak mümkün...