Gazetecilik krizinin sorumlusu…

Meslek zor durumda. Dünyanın dört bir köşesinde yurttaş gazeteye, gazeteciliğe artık güven duymuyor, devlete de inanmıyor. Başka kaynaklara yöneliyor.

Bu aralar elimin altındaki kitaplardan biri ‘’La Presse est un combat de rue’’ (Gazetecilik bir sokak kavgasıdır). Le Monde’un eski Genel Yayın Yönetmenlerinden Eric Fottorino’nun yönettiği ‘’Le 1’’ (Bir) gazetesinde çıkan yazıların bir derlemesi. Bu haftalık yayın, her sayısında bir tek konuyu ele alıyor, meselenin siyasi, ideolojik, ekonomik, kültürel, tarihi…bütün yanlarını derinlemesine inceliyor. Fransız usulü ‘’Slow Journalism’’ (Yavaş Gazetecilik) yapmaya çalışarak egemen medyadaki yüzeyselliğe, gereksiz sürate, yalan haberlere ve bilgi kirliliğine karşı mücadele ediyor.

Fottorino,

Le Monde’da 25 yıl çalıştı, 2007-2011’de Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi. 1960 doğumlu bu gazetecinin şimdiye kadar çeşitli türlerde yayınlanmış tam 40 (kırk) kitabı var. ‘’Mon Tour du ‘Monde’’u (Benim Le Monde Turum ya da Le Monde’daki Sıram) okumuştum.

2020’de yayınlanmış yeni kitabında bir çok önemli ve değerli makale var. Aralarından biri özel olarak dikkatimi çekti: ’’Gazeteciler  kendi sorumluluklarını yeterince sorgulamıyor’’. Yazarı ‘’Gazeteci ve Siyaset Bilimci’’ olarak tanıtılan Géraldine Muhlmann. Bu ünvan, sorunlu. Gazetecilik ve siyaset bilimi akademisyenliği aynı anda, paralel olarak icra edilebilecek iki meslek değil. Parlak bir eğitim kariyeri (New York’ta gazetecilik, Paris’te felsefe ve en önemlisi Ecole Normale Supérieure mezunu) olan 1972 doğumlu hanımefendi, önce Fransız televizyonlarında siyasi tartışma programları hazırlamış, yönetmiş ve sunmuştu. ‘’Gazeteciliğin Siyasi Tarihi’’ başlıklı kapsamlı bir çalışması var. Ekranlarda iken genç bir medya yıldız adayı olarak parlamış ya da parlatılmaya çalışılmıştı.  O düş gerçekleşmeyince, kendini akademiye adamış. Halen Paris Assas Üniversitesinde Medya Sosyolojisi ve Siyaset Felsefesi dersleri veriyor. Bir akademisyenin uzman olduğu dalda zaman zaman medyaya katkıda bulunması normal/olağan/alışılmış bir uygulama. Ama bir yandan akademide tam zamanlı hoca olup, bir yandan da gazeteci kartvizitini kullanmak sorunlu bir konum. İki alanın bir çok ortak noktası olmasına rağmen amaç, çalışma koşulları ve genel konum itibarıyla bir çok da çelişkili yanı var. Mesela, gazeteciliğin zorunlu kıldığı sürat ve dolayısıyla yüzeyselle yetinme ile akademisyenliğin gerektirdiği araya mesafe ve zaman koyma ilkesi ve derine inme ihtiyacını uzlaştırmak mümkün değil. Ayrıca ben, birden fazla farklı iş yapan insanların, her işi aynı kalitede yapabileceklerine pek inanmıyorum.  

Muhlmann, gazeteciliğe girerken, farklı ve aykırı görünmeye çalışmış. Neye göre farklı? Neye aykırı? Mesela boyundan büyük bir işe girişip yarı akademisyen yarı gazeteci kimliği ile, Pierre Bourdieu’nün ‘’Televizyon Üzerine’’ kitabındaki tezleri tekzip hatta berhava etmeye heveslenmiş. Sonuç, hüsran. Fena teşhir etmişler hanımefendinin eksik alıntılarını, okuduğunu anlamamışlıklarını. Bir de sık kullandığı ‘’Öyle görünüyor ki…’’ ibaresinin zaafını.

Neyse…Yine de Muhlmann’ın ‘’Le 1’’de yayınlanan söyleşisinden bazı bölümleri açarak özetleyeyim:

  • 19. Yüzyılın ortasında Batı demokrasilerinde gazeteler, fikirkanaat yayınlamaktan çok, hikayeler (Stories) yani olup-biteni, olguları anlatmak/aktarmak için yayınlanırdı. Mesela 1887 yılında Manhattan açıklarındaki Blackwell adasındaki kadın psikiyatri hastanesi hakkında korkunç, acaip, inanılmaz söylentiler vardı. Muhabir Nellie Bly, patronu Joseph Pulitzer’e gitti ve deli kadın kılığında hastaneye girip orada olup biteni haber yapmak istediğini söyledi. New York World gazetesinin patronu, ‘’Tamam’’ dedi. Nellie hastanede 10 gün kaldı, sonra taburcu oldu ve oturdu uzun bir röportaj yayınladı. Böylece söylenti ile olgu arasındaki fark ortaya çıktı. Nellie yıldız muhabir olmuştu. Bu röportaj sonrasında Blackwell Psikiyatri Hastanesi de kapatıldı. Bu örnekten yola çıkarak muhabirin/gazetecinin ‘’tanık-elçi’’ olması gündeme geldi. Olguya/olaya kamunun temsilcisi/elçisi gözüyle tanıklık edecek yani… Bu gazetecilik olayı, ‘’Accuracy’’ (Olgudaki doğruluk, dakiklik, kesinlik, olguya sadakat) kavramının önemini ortaya çıkardı.
  • Bugün bu doğruluk kavram ve uygulamasının karşısına dikilen üç engel var:

+ Söylentiler, Internet vasıtasıyla eskiye oranla çok daha geniş ve hızlı bir şekilde yaygınlaşıyor.

+ Ekranda yazı okumakla kağıda basılmış yazıyı okumak arasında odaklanmak, kavramak ve anlamak düzeylerinde büyük farklar var.

+ Komplo teorilerinin egemen olduğu fikriyat ve medya dünyasında olgu/gerçek eski değerinden çok şey kaybetti.

  • Popülizm sözcüğünü pek kullanmıyorum ben. Adorno’nun sözünü ettiği üzere, ‘’gerçeği yeniden kurma isteğiyle beslenen faşizan ortam’’ diyorum. Mevcut ekonomikpolitik-toplumsal ortam sıkıntı ve güvensizlik yaratıyor. Ama insanlar, bir yandan da tüm olumsuzlukları gidereceğine inandığı bir otoriteye ihtiyaç duyuyor. Bu durum, mevcut elit yönetimlere karşı bir öfke hatta ayaklanma hissiyatını körüklüyor.
  • La Fontaine, bir şiirinde ‘’İnsan buz kesilir gerçek karşısında/Yalan gördüğünde ise ateş oluverir’’ der. Guy Debord da ‘’Gösteri  Toplumu’’ kitabında ‘’Hakikaten altüst olmuş bir dünyada, gerçek, bir yalan vaktidir’’ diye yazar.(Eric Fottorino)
  • İnternet ilk başta, profesyonel olmayan kişilerin de gazetecilik yapmalarını sağlayabiliyordu. Hatta ABD’de bu dönemde ‘’Yurttaş Gazeteciliği’’ ortaya çıktı ve gelişti. Ancak bugün gelinen aşamada, hem demokrasinin hem de gazeteciliğin içine girdiği kriz nedeniyle yeni teknolojiler olumsuz etki ve sonuçlar yaratmaya başladı.
  • Bugün tehdit altında olan sadece gazetecilik, habercilik değil. İnsanların yazıyla/metinle ilişkileri hastalıklı. Bir metini okumak anlamak için zaman ayırmak lazım, düşünmek lazım.
  • Gazeteciler giderek işlerini ekran karşısında, klavye önünde yapmaya başladı.  Halbuki gazeteci, yurttaş için, kamu için, sanalı gerçeğe çevirmeli. 19. ve 20. yüzyılda gazete patronları, yazı işlerinde ya da haber merkezlerinde oturan muhabirleri gördüklerinde ‘’Ne oturuyorsunuz burada, hadi dışarı, hadi habere…Bundan böyle kimseyi görmek istemiyorum burada oturan’’ derlerdi. Umarım alana çıkmak, sokakla sürekli temas halinde olmak yolundaki sözleşmeyi yenilemek, canlandırmak lazım.
  • Yalan Haber’e Macron’un önerdiği gibi yasa ile karşı çıkmak bana hiç makul gelmiyor. Hele bazı haberlerin acilen yargıç tarafından yasaklanması sansür haline gelme ihtimalini güçlendiriyor. Yalan Haber’e karşı en iyi panzehir iyi ve doğru gazeteciliktir.  

Söylediklerinin özü kısmen doğru olsa da, Muhlmann’ın temel eksikliği/hatası, gözlem, analiz ve çözüm önerilerini yerleşik düzenin sınırları içinde yapması. Böyle yapınca da gazetecilik krizinin sorumluluğunu gazetecilere yüklemek mümkün. Gazeteciliğin siyasi iktidarla, ekonomik ve ideolojik egemenlikle ilişkisini kaale almadan yapılan tahliller ilginç olabilir ama etkili bir çözüm için geçerli ve uygulanabilir bir ilk adım olmuyor.

(*) Pazartesi günkü yazıda Bartolomeos’dan ‘’Rum Ortodoks Başpiskoposu’’ olarak söz etmiştim.  Cengiz Aktar doğru ünvanın ‘’Ekümenik Patrik 1. Bartolomeos’’ olduğunu yazdı. Düzelttim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi